20 Aralık 2022 Salı
Pot Kıran Fıkralar
POT KIRAN FIKRALAR
Pot kırmak düşüncesizce bir söz söyleyip kalp kırmak, istemeden karşımızdaki kişiyi üzmek, kızdırmaktır. Bu işi(!) kimi zaman şu fıkrada olduğu gibi iltifat edeyim derken yaparız. Genç görünme sevdalısı bir kadın bir delikanlıya yaptığı oyaları, elişlerini gösteriyordu. Bir ara çekmeceden başka bir elişi çıkardı, övünerek, “Bak, bunlar çok değerlidir. Antika sayılır. En az kırk yıllıktır” diye konuştu.
Delikanlı elişlerine hayranlıkla baktı, “Çok güzel” dedi. “Bunları da mı siz yaptınız?”
Çam devirmek pot kırmanın daha kötüsüdür. Pot kıran kırdığı potu tamir edebilir ama çam deviren bunu pek başaramaz, zeka işidir bu tamir, hazırcevap olmayı gerektirir.
Ünlü bir yazarın yanına hiç sevmediği biri gelmiş, kendisini yemeğe davet ediyordu. O kadar ısrar etti ki yazar peki demek zorunda kaldı. O kişinin gittiğini sanıp uşağına, “Bir bahane uydur da gelemeyeceğimi söyle şu zevzeğe” dedi ama adamın dışarı çıkmadığını görünce lafı değiştirdi, “Çünkü yemeği bu beyle yiyeceğim” dedi.
Çariçe Katerina pencereden dışarı bakarken orada geçen bir muhafız kendisine bir çimdik atmış. Çariçe hışımla geri dönmüş, “Ne yapıyorsun sersem!” diye bağırmış.
Muhafız, “Kusura bakmayın efendim. Sizi hizmetçilerden biri sandım” demiş.
Çariçe öfkeyle, “Şimdi ne yapayım ben sana? Cezalardan ceza beğen bakalım” deyince muhafız boynunu bükmüş, “Bilmiyorum ama vereceğiniz ceza kalçanız kadar sertse yandım” diye önüne bakmış. Bu yanıt çariçenin hoşuna gitmiş, onu komutan yapmış.
Buna benzer şöyle bir fıkra daha vardır:
Padişah İncili Çavuş’a “Öyle bir kabahat işle ki, özrün kabahatinden büyük olsun” diye emretmiş. Çavuş uzun bir süre ne yapacağını düşünmüş ama aklına bir şey gelmemiş.
Bir süre sonra padişah pencereden dışarı bakarken kendisine bir çimdik atmış. Padişah hiddetle, “Ne yapıyorsun, eceline mi susadın, bu ne cüret?” diye bağırmış.
İncili hemen cevabı yapıştırmış, “Kusura bakmayın, özür dilerim hükümdarım, sizi valide sultan sandım.”
Kimi potlar da hiçbir art niyet olmadan, içtenlikle ve sevgiden ileri gelen potlardır.
Ev sahibi eve gelen konuklara en güzel yiyeceklerden çıkarmış. Konuklar yerken ev ahalisi de onlara bakıyormuş. Konuklardan biri dayanamamış, “Siz de yesenize. Niye yemiyorsunuz?” diye sormuş. Ev sahibi gülerek, “Biz her zaman yiyoruz” demiş.
Şu şarkı ve türkülerde de sevgiliye iltifat edilip güzelliği övülürken aşktan, sevgiden doğan bir çeşit pot kırılmıyor mu?
“Uzat dudaklarını öpeyim/koynunda sabahlayıp öleyim”
Buradaki aşık sevgilinin koynunda zevkten ölecektir ama geride kalan sevgili buna hiç üzülmeyecek midir? Bu, sevgiliye yapılan bir kötülük değil midir?
“Çarşamba yollarında/kelepçe kollarımda/ Allah canımı alsın/o yarin kollarında”
Allaha edilen bu duada bir bencillik, bir düşüncesizlik yok mu?
Ya şu türküdeki sevgili katil etme dileği de nedir?
“Bahriyeli güzelsin/niçin beni üzersin/öldürürsen sen öldür/sevabıma girersin.”
Siz olsanız eksik olsun böyle kan dökerek kazanılacak sevap demez misiniz?
Potsuz günler dileğiyle…
6 Aralık 2022 Salı
Dostlara Çağrı
Gel dostum gel
ahbap olalım seninle
Rehberlik etsin bize
doğru iyi güzel
çiçeklensin gönül bahçesi
ilgimiz ve sevgimizle
kondursun çiçeklerimize
erdemli bir el
mutluluğun arısını kelebeğini
2 Aralık 2022 Cuma
Dilimiz kirlendi ve de bitlendi!
DİLİMİZ TİKLENDİ- TÜRKÇEMİZ KİLİTLENDİ
Eskiden dilimiz bu kadar tikli değildi. Bebeklere giydirilen patikte vardı tik. Çok “asortik” giyinen kişilere “sosyetik” denirdi sadece. Bu tür insanlar hizmetçilerine “domestik” diye seslenirlerdi. Aydın çevrelerde estetik, fantastik, ekzotik, betik gibi sözler kullanılırdı, duygusal kişiler “romantik”ti. Derken medyatikleştik ve tikler akın etti. Güzelleşme sevdalısı kadınlarımız, kızlarımız estetik ameliyatlar olunca estetik sözü yaygınlaştı. Estetik nedir bilmeyen, kullanmayan kalmadı. Sonra “butik”ler ortaya çıktı; terzilerin pabuçları dama atıldı. Sentetik kumaşlar kullanıldı, insanlar da sentetikleşti!
Tıraş olan erkekler ustura, jilet yerine “permatik” kullanır oldular. Yıldızlarımız “erotik” pozlar verdiler, erotik filmler çevirdiler. Bankalarımız bankamatik kartları çıkardılar, insanları bu kartlara alıştırdılar. Temizleme tozlarımız da “matik”lendi! Atılan “madik” ler yetmedi; temiz sözcüğü yerine “hijyenik” denildi, olaya “otomatik” bir kültürel giriş yapıldı; doğru yol varken eğri yollara sapıldı. “Hijyenik” sözcüğünde hem bir derinlik, serinlik, hem de “akustik” bir özellik vardı. Temiz sözcüğü onun yanında pek basit kalıyordu!
Reklâmlarla bu söz kulaklarda yer edindi. Bilmeyenler daha başka bir şey sandı. Bu pek “etik” olmadı ama kimse önemsemedi, tepki göstermedi. Zaten “etik” sözcüğünü ahlak değil de başka bir şey, “sosyal içerik”li bir söz olarak algılayanlar vardı…
Bunlar yetmemiş gibi, Türkçe dokunmak sözcüğünden “dokunmatik” türetildi(!)
Bakalım bu üretme ve türetmeler daha ne kadar sürecek? Orası belli değil ama bilinen bir şey var. O da şu; Dilimiz kirlendi, tiklendi, tikleri arttıkça Türkçe kilitlendi. Kapımızı yabancı hayranlığına, yabancı sözcüklere ardına dek açtık; başkalarına özenip onları gökyüzüne yükseltirken, özümüzü yerlere saçtık, ayaklar altına aldık.
Durumumuz “kritik”, işimiz “bitik”tir.
Türkçemize kıyanlar bizden daha atiktir!
30 Kasım 2022 Çarşamba
LÖPONTİF
BAK ŞU İŞELöpontif)
Her gün dilime bir şey takılır. Bugün de “löpontif” sözcüğü takıldı. Kimden, nereden duydum, anlamı ne bilmiyorum. İkide bir de söyleyip duruyorum. Yolda “löpontif” diyerek” yürürken önümdeki kadın birden arkasına döndü, “terbiyesiz!” diye bağırdı. Şaşırdım, “Bana mı dediniz?” diye sordum. “Evet, sana dedim kart zampara!” dedi. “İyi ama niye?”, “Bunun niyesi var mı? Bana laf atıyorsun. Sende hiç utanma, sıkılma yok mu?”
Kadına şöyle bir baktım. Ahı gitmiş, vahı kalmıştı.
“Laf atacak olsam, güzel, sülün gibi kızlara atarım. Senin neyine atayım?” dedim.
Dudak bükerek söylediğim bu söz kadını çileden çıkardı: “Yetişin a dostlar!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı. “Hem suçlu hem güçlü. Hem laf atıyor, hem de hakaret ediyor.”
Çevremiz kalabalıklaştı Herkes bana nefretle bakmaya başladı.
Kadının biri öfkeyle başını salladı: “Böylelerinin yüzünden sokağa çıkamaz olduk. Bunun gibi sapık herifler bize rahat vermiyorlar. Tecavüz edecekmiş gibi bakıyorlar üstelik.”
Sağdaki sicim bıyıklı bir genç, gözlerini biraz ötede duran kızın mini eteğinden ayırmadan kükredi: “Alacaksın böylelerini, çekeceksin karakola, eşek sudan gelinceye kadar döveceksin.”
Mini etekli kız, eteğini çekiştirerek lafa karıştı:
“Hadi genç olsa neyse. Babam yaşındaki bu adam niye böyle bir şey yapar?”
“Asıl bunlardan korkacaksın” diye homurdandı, kızın yanındaki başörtülü kadın.
Bana dövecekmiş gibi bakan bir kasketli, “Bu herif cezasız kalmamalı” diye başını salladı.
“Polis, polis yok mu? Diye bağırdı köşedeki kazıkçı bakkal.
“Polis gelse ne olacak?” diye güldü müşteri, “Önce bir zılgıt çekerler, sonra da salıverirler.”
Başka zaman pek ortalarda görünmeyen bir polis hemen yanımıza damladı. Olaya el koydu, “Dağılın! Ne var, ne oluyor burada” diye bağırdı.
Kadın, beni göstererek, “Bana laf attı, üstelik hakaret etti” diye konuştu.
Polis, “Bak sen şu moruğa. Ne dedi?”
Kadın, “Löpontif” dedi.
Polis dudak bükerek başını salladı, “Bak şu işe. Kimse anlamasın diye Fransızca laf atmalar da başladı ha? Şimdi ben bunu karakola çeksem, iki tokat atsam, yaptığı terbiyesizliğe bakmazlar da, karakolda vatandaşa dayak atıyorlar” diye ortalığı ayağa kaldırırlar.”
“Bir dakika,diye bağırdım. Ben kimseye laf falan atmadım. Löpontif yeni çıkan bir temizleme tozu markasıymış. Hem ucuzmuş , hem de ikramiyeliymiş. Kampanya düzenlemişler, herkes kapışıyormuş. Karım, muhakkak al gel, dedi. Adını unutmayayım diye kendi kendime tekrarlıyordum. Hanımefendi önümdeydi, yüzüne karşı bir şey söylemiş değilim.”
Temizleme tozu, ucuzluk, ikramiye sözlerim kadınları harekete geçirdi. Laf attığımı iddia eden kadın dahil, hepsi de markete koştular. Polis bile, “Ben de gidip alayım bari. Karıma sürpriz yaparım” diyerek gitti. Yalanım ortaya çıkmasın diye düşünerek oradan uzaklaştım.
8 Yorum
Erhan Tığlı
Dairede, arkadaşların şeftali bey diye dalga geçtikleri Şef Tali Bey kapıda karşıladı beni. “Hayrola, bir şey mı oldu? Hiç böyle geç kalmazdınız” diye yüzüme baktı. Ona başıma gelenleri anlattım. Güldü, “Bak şu işe! Temizleme tozu sayesine kurtulmuşsunuz. Yoksa, kalabalık seni linç edebilirdi”
Yanından ayrılırken kulağıma eğildi, “O temizleme tozundan ben de isterim” diye göz kırptı.
Tali beyle ne konuştuğumu merak eden arkadaşlara olup biteni anlattım. R’leri söyleyemeyen Selim Bey, “Fırsatı kaçırmamış seninki” diye yüzüme baktı; “Kayısına sürpriz yapacak galiba.”
Alayla, “Kızı Kiraz’a doğum günü için armağan edecekmiş” diye güldüm.
Bir süre sonra masama, her gün değişik kıyafetler giyip biz erkeklerden iltifat bekleyen Ayfer hanım geldi, gözlerinin içine bakarak, “Çok löpontif olmuşsunuz” dedim.
Ayfer Hanım, “Ay, çok teşekkür ederim” diye kırıttı. Sekerek, bade süzerek gitti. Selma Hanım öteden, “Ona var da bize yok mu?” diye bağırdı. “Siz de az löpontif değilsiniz” diye el salladım…
İşte çıkışta karamsar arkadaşım Ali Dertli’ye karşılaştım, asık suratına bakarak, “Bu ne löpontiflik böyle” diye sordum. “Gemim yok ki batsın! Memleket batıyor, kimsenin haberi yok” diye içini çekti.
Öyküm sığmadı, devamını buraya aldım.
Yanıtla16s
Nutuk çekeceğini anladığım için, “Hadi hoşça kal. Şuradan bir şey alacaktım diye bir makete girdim. Arkamdan bağırıyordu, “Kaç bakalım. Kaçmakla sorunlardan kaçamazsın.”
Bir süre sonra, bu sefer iyimser bir arkadaşa rastladım. Yüzüme gülerek baktı. “Bugün gene löpontifliğin üzerinde.” Dedim. “Nasıl olmayayım? Hava güzel, hayat güzel. Bu güzellikleri göremeyenler hayatı kendilerine zehir ediyorlar. Bu dünyaya yaşamaya geldik be!” dedi.
Sözünü kestim, “Bu kadar löpontiflik de fazla” deyip evime doğru yollandım.
Eve gidince ceketimi askıya astım. Karım da yüzünü astı, “Bu zamana kadar nerelerdeydin?” diye sordu. “Sorma, tam geliyordum ki, yolda bazı löpontif arkadaşlar beni lafa tuttu, ellerinden zor kurtuldum” diye özür diledim.
Oğlum koşarak boynuma sarıldı. “Hoş geldin baba, günün nasıl geçti?” diye sordu.
Karıma, bak da ders al dercesine baktım. “Löpontif olaylar sinirimi bozdu oğlum. Huzur bulurum diye eve geldim. Burada da annenin löpontifliği asabıma tuz biber ekti” dedim.
Oğlum, “Hepsi tamam da löpontif ne demek baba?” diye sordu.
Sevinçle ellerimi çırptım, “Sabahtan beri bana bunu soran olmadı. Aferin oğlum İsmet, böyle sorular sormaya devam et. Sormayan insan yarım insandır” diye güldüm.
ERHAN TIĞLI
Ramazan Topoğlu
Bir çırpıda Okutan muhteşem bir kurgu. Ilahi formatında Arapça küfürler sallasak Huşu içinde memnuniyetle ellerini kalplerine götürürler. Icabında bilinmeyen uydurulmuş alafranga bir sözcük İlgi çekmek isteyen biri için ters etki yaratır. Temizlik malzemelerinin tuvalet kağıtlarının fahiş olduğu bu zamanda ucuz ve bir başka temizlik maddesi gerekçesi kahramanımızı ucuz kurtarmış. Aziz Nesin ruhu sağlıklı bir şekilde gülümsetilmiş., öğretmenimizin yazıları ve öyküleri su gibi okunuyor. Her zaman Yalın ve Etkin. Ee ne de olsa efsane mizah dergisi Akbaba'nın yazarlarındandı.
28 Kasım 2022 Pazartesi
ŞİİRSEL GÜNAYDIN
günaydın ve merhaba hem ana hem babadır sevgi ve dostluğa
gündüz güneş gibi ışıtır ısıtır ruhumuzu
gece benzer mehtaba
öyle bir önül hazinesidir ki
değeri gelmez hesaba kitaba
kimseye günaydın,, merhaba demeyenden
ne köy olur ne kasaba
GÜNEŞ GİBİ OL!
Güneş, ışık ve sıcağından yarar sağlamak için kendisine yalvarılmasını beklemez. Sen de güneş gibi ol, beklenilen iyiliği senden istenilmeden yap. Epictetos
Başkalarına mutluluk sağlayabilen adam, mutludur. Denis Diderot
Sevgiyle kalın…
25 Kasım 2022 Cuma
KURABİYE NE DİYOR ACABA?!
KURABİYE NE DİYOR?!
-Sizinle bir röportaj yapabilir miyiz?
-Sen beni ne sandın? Terbiyesiz! Adım kurabiye ama şeyimi sizin gibilere yedirmem.
-Yanlış anladınız. Sizinle konuşabilir miyiz demek istedim.
-Ha, öyle söylesene be! Niye fattiri fottan laflar ediyorsun? Konuşalım tabii. Fiyatta anlaşırsak her şey yapabiliriz. Televizyondan mı geliyorsun, hani kameralar nerede?
-Çekime gittiler, biraz sonra gelecekler. Adınız çok ilginç. Niye böyle bir ad koymuşlar size?
-Anam beni kurabiye yaparken doğurmuş da ondan.
-Sizi nasıl keşfettiler?
- Bakkalın çırağıyla oynaşrken gördü. Bana temiz bir sopa çekti. Başka birini bulamadın mı? Zengin biri olsa yüreğim yanmazdı. !Kendini niye böyle ucuza satıyorsun aptal, diye bağırdı. Acıyla feryat etmeye başladım. O sırada oradan geçen bir papyon sahibi beni duymuş, arabesk bir şarkı söylediğimi sanmış. İş teklif etti, ağlayarak şarkı söylememi istedi. Yüklü para verecekti, hemen kabul ettim.
-Konservatuara gittiniz mi?
-Gene alengirli laflar etmeye başladın. Ben halk sanatçısıyım. Ne işim var öyle sosyetik yerlerde_
-Hangi makamları seversiniz?
-Yüksek makamları severim.
- Müzik makamlarını soruyorum. Hüzzam makamına ne dersiniz?
-Sonu zamla biten şeyleri sevmem.
-Hicaz makamından bir şarkı okur musunuz?
-Okumayı sevmem. Hayatımda bir kitap okumuş değilim. Hicaz mı dedin? Ne işim hacıların gittiği o yerde? Çok sıcak oluyormuş orası. Milyon verseler gitmem.
-Beste yapıyor musunuz?
-Evet, paraları deste yapmak hoşuma gider.
-Müzikal anlamda sordum Şarkı sözü yani.
-mecenerimle bir köfteye beste yaptık geçenlerde.
-Nasıl bir şey? Yani sözleri nasıl?
-Aşkın kalbimde derin yaralara açtı/ağılın kapısı açık kalmış/ keçiler kaçtı…
-Bildiğim kadarıyla pavyonlardan gece kulüplerine transfer oldunuz. Oralarda sahneye nasıl çıktınız?
-Ben sporcuyum ki, o dediğinden olayım! Sahneye ilk gece yalınayak çıktım.
-Anlayamadım.
-İyi bir ayakkabım yoktu. Komşudan ödünç almıştım. Ayaklarımı sıktı, şarkı söylememi engelledi, ben de kızdım, fırlatıp attım Gazetelerde yalınayak şarkıcı diye yazılar çıktı hakkımda.
-Tuvaletiniz nasıldı?
-Sahnede tuvaletim geldi, kendimi zor tuttum. Kabız olmuşum. Öyle zor, öyle zor ki seni içimden atmak diye bir şarkı patlattım, kendimi tuvalete zor attım.
-Çok samimi konuşuyorsunuz, Gizliniz saklınız yok maşallah!
-Ayol, nasıl saklayayım? Mal meydanda. Neyse, konuşmamız bittiyse hadi bana bay bay! Bir ekstraya gitmem lazım. Biraz sonra beni almaya bir araba gelecek.
-Bakalım, bizim aklımız ne zaman başımıza gelecek. Güle güle!
ERHAN TIĞLI
13 Kasım 2022 Pazar
ARIYORUM
ARADIĞIM
Bir sevgili arıyorum
Alnımın teriyle kazanacağım
Gözümün yaşıyla değil!
***
Bir yaşamak arıyorum
Elimin emeğiyle doyacağım
Eğilen belimle değil!
***
Bir dost arıyorum
Alnının akıyla övüneceğim
Cebinin parasıyla değil!
***
Bir çevre arıyorum
Mavisi yeşiliyle kaynaşacağım
Demiri betonuyla değil!
***
Bir amaç arıyorum
Kanımın akmasıyla savunacağım
Ağzımın lafıyla değil!
6 Kasım 2022 Pazar
DOST IŞIKLAR
DOST IŞIKLAR
Gelin toprağı gelin edelim
altın kolyeli başaklarla
gelin el ele verip şiirleşelim
gücünü aşktan alan şarkılarla
gelin kurtaralım gönlümüzü
karanlıktan, dost ışıklarla
28 Ekim 2022 Cuma
15 Ekim 2022 Cumartesi
DOSTLUK NEDİR BİLMEYEN...
Dostluk nedir bilmeyen
dostluğun bahçesine
bir gül bile dikmeyen
yaşayan ölüdür
böylelerinin kalbi
kum çölüdür...
25 Eylül 2022 Pazar
Sevgi ve Mutluluk Nerede
Sevgiyi mutluluğu
başka yerde arama
onu ancak ve ancak
güzellikte bulursun
Barış ve dostluk varken
niye düşman olursun?
Güzellik kendini nerede gösterir?
Güzellik aşkta gösterir kendini
aynada değil!
sadece güzelliğin karşısında eğil
zorbanın karşısında değil!
15 Eylül 2022 Perşembe
Baba ile Oğul fıkrası
Cimri bir İskoçyalının babası ölüyor. Oğlu, köyüne gömülmesini vasiyet eden babasının cesedini trenle götürmeye karar veriyor ama ölü için istenen para dirilerden çoktur. O da babasını giydirip diriymiş gibi kompartımana oturtuyor. İçerde kimse yoktur. Oğul sıkılıp dolaşmaya çıkıyor. Aksilik bu ya, ara istasyonlardan birinden trene bir yolcu biniyor ve babanın karşısına oturuyor, selam verip kendisiyle konuşmak istiyor ama baba susmakta, gözlerini ona dikip durmaktadır. Yocu siz beni adam yerine koymuyor musunuz diye adama şöyle bir vurur ve ony yere yuvarlar. Hareketsiz olduğunu görünce de katil oldum diye çırpınır, ne yapacağını şaşırır. Tam o sırada tren tünele girmiştir. Adam onu aldığı gibi pencereden dışarı atar, bir şey olmamış gibi oturur. Oğul gelip babasını sorunca da gayet sakin, "O yaşlı adam geçen istasyonda trenden indi" der.
11 Eylül 2022 Pazar
BİR NUMARALI ADAM
Bir Numaralı Adam
Gazeteci: Biliyorsunuz, her vatandaşa bir numara veriliyor. Hiç merak ettiniz mi bilmem. Bir numaralı adam kim olacak acaba? Televizyonda, reklâmlarda bir zamanlar bir numaralı adama rastlardık sık sık. Son zamanlarda ortadan kayboldu. Nereye gitti acaba? (Dolaşır, seyircilere bakar. Sırtında bir numara yazılı olan, beden eğitimi yapan bir adamın yanına yanaşır, sorar) Hayrola, ne yapıyorsunuz böyle, yoksa yeni çevireceğiniz bir film için kondüsyon kazanmaya mı çalışıyorsunuz?
Adam: ne kondüsyonu yahu? Anarşik bir olay çıktığı zaman çabucak kaçabilmek için alıştırma yapıyorum. (Elini kolunu kaldırır, sağa sola koşar)
Gazeteci: Çok şakacısınız. Üstünüzdeki giysiler dökülüyor. Oysa biz sizi çok şık giyinir bilirdik. Yoksa bunları rol gereği mi giydiniz?
Adam: Ne rolü be kardeşim, yoksulluktan giydim yoksulluktan.
Gazeteci: Televizyondaki bir numaralı adama pek benzemiyorsunuz. Çok iyi bir makyaj yapmışsınız. Bravo doğrusu!
Adam: Ne makyajı yahu? Benim karım bile yapamıyor o dediğin şeyi.
Gazeteci: Makyaj yapmayan, yapamayan kadın olur mu? Neyse, geçelim orasını. Bir numaralı adam olmanızı neye borçlusunuz?
Adam: Efendim, anlayamadım. Borç mu dediniz, uçan kuşa bile borcum vardır benim.
Gazeteci: Devlet gibi bir adamsınız öyleyse. Nereden giyiniyorsunuz?
Adam: BPS’den.
Gazeteci: Efendim? Anlayamadım. Neresi orası?
Adam: Bit pazarı sanayi. Anladın m enayi!
Gazeteci: Anladım anladım.Peki sırtınızdaki bir numaranın anlamı ne?
Adam: Haa o mu? Bizim yoksulsporun kalecisi sakatlanmış, onun yerine kaleci duracağım da...
3 Eylül 2022 Cumartesi
Dost dostun nesidir?! DOST DOSTUN YARISIDIR
Dost dostun nesidir?!
DOST DOSTUN YARISI
Dosttur dostun yarısı
sararıp solmaz hiç
alı yeşili sarısı
gönlü çiçeklidir hep
bal yapar arısı
yıldızlıdır gecesi
kötüye çirkine
kapalıdır kapısı
2 Eylül 2022 Cuma
İnsanlık Talan Edildi
İnsanlık Talan Edildi
TALAN EDİLEN İNSANLIK
Din cüzdana girdi
Siyasete kurban edildi vicdan
Irzına geçilen namus
Tecavüzcüsüyle evlendirildi
Susturuldu böylece çatlak sesler
Her şey güllük gülistanlık oldu!
18 Haziran 2022 Cumartesi
Mutluluk Nedir?
MUTLULUK, nedir biliyor musunuz?
Umudunu yitirmiş insanlara umut olabilmektir.
Sadece kendini değil, çevrendekileri de güldürebilmektir.
Sadece kazanmak değil, kazandığını paylaşabilmektir.
Varlığınla başka hayatlara ışık olabilmektir.
MUTLULUK, paylaşılmak için yaratılmıştır."
10 Haziran 2022 Cuma
Böylesini Gördünüz mü?!
BÖYLESİNİ GÖRDÜNÜZ MÜ?
Bir kadının “böylesi” adını verdiği bir köpeği vardı. Sahibi banyodayken köpek aralık bulduğu kapıdan dışarı kaçıverdi. Kadın bunun farkına vardı ve arkasından koşmak istedi ama çıplak olduğu aklına geldi. Aceleyle boy aynasını söküp önüne koyarak köpeğini aramaya başladı. O telaşla aynanın kendisini değil çerçevesini almıştı. Bundan haberi olmadığı için rahat hareket ediyor, “Böylesi, neredesin, çık ortaya, böylesi! “diye bağırıyordu.
Karşısına bir adam çıktı, kadın ondan medet umdu, “Böylesini gördünüz mü acaba?” diye sordu, adam dudak bükerek kadını baştan aşağıya süzdü:
“Çok gördüm ama böyle çerçevelisini görmemiştim” dedi.
Gönül Sazı
Gönül bir sazdır, acemiler çalamaz
GÖNÜL SAZI
Güzelliklerin yediveren gülü
benliğimizde kök salmazsa
kişilerde sevgi ve saygıya yer kalmazsa
tadı olmaz ne baharın ne de yazın
akordu bozulur gönüllerdeki sazın
24 Mayıs 2022 Salı
10 Mayıs 2022 Salı
Dedim dedili Dil Komedisi
DİL KOMEDİSİ
DEDİM DEDİ
Dedim: Merhaba, günaydın!
Dedi: Hello, hay!
Dedim: Vay! Yabancı dilin yıldızlı on, pek iyi!
Dedi: Nereden anladın?
Dedim: Selamına bile girmiş baksana.
Dedi: Herıld yani!
Dedim: Hava bugün çok güzel. Yaşasın!
Dedi: Çok sevindim buna. Oley!
Dedim: Sen böyle mi sevinmeye başladın?
Dedi: Dersime çok çalıştım. Böyle laflara alıştım.
Dedim: Aferin! Bugün ne yapacaksın?
Dedi: Biraz dolaşıp stres atacağım.
Dedim. Sakın yere atma o dediğin şeyi, çevreyi kirletirsin. Zaten dilimizi kirletiyorsun. Gençlere kötü örnek oluyorsun.
Dedi: Vallahi temizim. Bugün duş aldım.
Dedim: Biraz da bilinç alsaydın bari.
Dedi: Almak deyince aklıma geldi. Bir plazaya gideceğim. Fiyatlarda damping yapmışlar, süper indirimler var. Bu avantajı kaçırmak istemiyorum. Kendime birkaç tişört, blucin alacağım.
Dedim: Saçlarına ne oldu böyle?
Dedi: Kuaförümle vizyon değişikliği yaptık. Demin söylemeyi unuttum. Önce bir patiseriye gideceğim. Brunç edeceğim. Peynir, zeytin, margarin, reçel, yumurta, börek yiyeceğim. Yanında da limitsiz çay içeceğim.
Dedim: Simitsiz çayı ben de sevmem.
Dedi: Simiti de nereden çıkardın? Limitsiz dedim ben.
Dedim: Bu dil yozlaşmasından kurtulmak için cankurtaran simidi gerekiyor.
Dedi: Ben maçları çok severim. Yakında start veriliyor. Fikstüre bakacağım. Bizim takım deplasmana gidiyor. Skor ne olursa olsun üzülmeyeceğim. Nasıl olsa rakip takımla aramızda dokuz puan var.
Dedim: Tazesi varken ne yapacaksın bayatı?
Dedi: Onu da nereden çıkardın?
Dedim: Demin maçlara kart veriliyor dedin ya.
Dedi: Kart değil start dedim. Senin böyle şeylerden haberin yok.
Dedim: İyi ki yok. Zıvanadan çıkardım sonra.
Dedi: Ben de yanında biraz daha durursam depresyona gireceğim. Mantalitemi, motivasyonumu bozuyorsun. Performansım düşüyor.
Dedim: Sadece performansın düşse iyi ya. Daha nelerin düşüyor da görmüyorsun, anlamıyorsun. Senin bozduklarının yanında benimkiler devede kulak kalıyor. Neyse, konuyu değiştirelim biraz. Boynundaki kolye gerçek mi?
Dedi: Hayır. İmitasyon.
Dedim: Aynen senin gibi.
Dedi: Ajitasyon yapma.
Dedim: Sen de fabrikasyon konuşmalar yapma.
Dedi: Ben gidiyorum. Yanında biraz daha durursam karizmam çizilecek. Başka söyleyeceğin bir şey yoktur herhalde. Okey mi?
Dedim: Okey değil, dama, tavla!
Dedi: Hadi bay!
Dedim: Hay şaşkın hay!
Erhan Tığlı
4 Mayıs 2022 Çarşamba
GÜLÜŞÜN ŞİİRİ
GÜLÜŞÜ ŞİİRLİM
Sımsıcak el eden bal gülüş
Kıvılcımlandırdı benliğimi
Dağlardaki çoban ateşlerine döndüm
Işıl ışıl bir özlemle
Çiçeklere büründüm.
Güller yağdıran bir el
Nakış nakış işledi içime sevgiyi
Giydirdi mutluluk adlı gökkuşağı giysiyi
Sevincim duramadı yerinde
Kuşlara parmak ısırtan bir uçuşla
Ulaştı gökyüzünün en yüksek katına
Dağlar, denizler selam durdu sevdama
Taht kurdum yaşamanın doruğuna
Aktım özveri pınarına
Gülüşünün verdiği aşkla coştum
Mest oldum güzelliğinin şarabıyla
Türküleştirdi benliğimi
Gözlerinin şiiri
Erhan Tığlı
3 Mayıs 2022 Salı
Şairane Kolye
ŞAİRANE KOLYE
Kolye kadınları eski çağlardan beri boyunlarına taktıkları bir süs eşyasıdır. Son zamanlarda erkekler de takmaya başladılar ama kolye daha çok kadınlara yakışır ve güzelliklerine güzellik katar. Çeşit çeşit kolye vardır. Kimi çiçekli, kimi böcekli ya da güneş, ay, yay gibidir. Adlarını yazdırıp kolye olarak takanlar bile vardır. En tutulan kolye yonca şeklinde olandır ki bu kolyeyi takanlar onun uğur getireceği sanırlar. Kelebekli kolye de epey göz alıcıdır. Dikkati çeker.
Kelebek dedim de aklıma geldi. Güzel bir kadın kelebekli bir kolye takmış ve çapkın bir gence kolyesini beğenip beğenmediğini sormuş. Genç gözlerini süzerek, “Kelebek güzel ama konduğu çiçeğe bayıldım” demiş. Bu fıkrayı şu biçimde de duymuştum. Genç kadın uçak biçiminde bir kolye takarak gence kolyesini nasıl bulduğunu soruyor. Genç de, “Uçak güzel ama hava alanı daha güzel” diyor.
Sakın kolyeyle koliyi karıştırmayın. Nasıl olur demeyin. İşte şöyle olmuş; Okulun hizmetlisi bayan öğretmene postacı size kolye getirdi, diyor. Kadın şaşırıyor, dudak bükerek, kim gönderdi acaba, niye kendi getirmiyor da postacıya havale ediyor, hem postacıyla kolye mi gönderilir diye düşünüyor ve hizmetliye, hani o kolye nerede diye soruyor. Hizmetli ona bir kağıt uzatıyor, kendisini getirmedi, kağıdını getirdi, bu kağıtla postaneye gidip alacakmışsınız, diyor. Bu olayı duyanlar dedikoduya başlıyorlar; kim gönderdi acaba, veli mi, gizli bir aşığı ya da hayranı mı diye fısıldaşıyorlar…
Kadın boş zamanında hemen postaneye koşuyor, kağıdı memura uzatıyor. Memur kendisine küçük bir paket uzatıyor. Kadın merakla paketi açtığında ortada kolye falan göremiyor, şaşırarak memura postacı kolye getirmiş, hizmetli öyle söylüyordu. Hani nerede o kolye diye soruyor. Memur gülüyor, postacı paketin içindekini ne bilecek? Koli demiştir o, sizin andavallı da koliyi kolye anlaşmıştır, diyor.
İşte böyle! Paketin içinde ne olduğunu söyleyeyim de sizi daha fazla merakta bırakmayayım. Kadın bir gazetenin bilmecesini çözmüş, hediye olarak da kendisine bir saat kordonu yollamışlar. İyi ki bayan öğretmen, saat kordonunu kolye sanıp boynuna takmamış, değil mi?
İmdi gelelim asıl konuya. Şairane kolye de neymiş, nasıl bir şey acaba, diyenler iyi okusun.
Kolye var kolyecik var, kolyeden kolyeye fark var. Her kolye güzeldir ama kolyelerin en güzeli, en şairanesi seven kişinin öpücüklerinden yaptığı ve sevgilisinin boynuna dudaklarıyla taktığı kolyedir.
24 Nisan 2022 Pazar
BÜYÜ
BÜYÜ
Büyü çocuğum büyü
Çek yalanın üstünden
Aldatıcı kara örtüyü
Büyü çocuğum büyü
Kur güzelliğe köprüyü
Çözülsün karanlık büyü
Yaşa gönlünce
Yaşamak adlı öyküyü
***
Büyü çocuğum büyü
Uyandır bilinçsiz uykuyu
Yırt at kuşkuyu
Göm mezara korkuyu
Çekmesin derinliğine seni
Karamsarlık adlı kör kuyu
***
Büyü çocuğum büyü
Korkma dokuz köyden kovulmaktan
Unutma onuncu köyü.
Erhan Tığlı
21 Nisan 2022 Perşembe
İNSANLIK YOLU
İNSANLIK YOLU
İnsanlığa giden yolun
Arısı karıncası boldur
Siz de kelebek kuş kondurun
Kurtarın çöpten dikenden
Çiçekleyin her yerini
Ayrık otlarını yolun...
Uygarlıktır bu yolun sonu
Değildir orada hiç kimse
Birbirinin kölesi kulu...
Bu yol sevgi yoludur
Yolcuların eli kolu
Güzelliklerle doludur.
19 Nisan 2022 Salı
EŞSİZ MUTLULUK
Sevgi ve dostluğun
verdiği mutluluğun
yoktur dünyada eşi
Ama değerini bilmezsek
yakar kavurur benliğimizi
kin ve nefret ateşi
16 Nisan 2022 Cumartesi
TURİST TAVUK MU KAZ MI?!
TURİST TAVUK MU KAZ MI?
Turist altın yumurta yumurtlayan tavukmuş ama biz sanırız onu kaz, yolmak isteriz biraz. Dinlemeyiz ne itiraz ne ikaz, atarız kazıkları. Kazıklarımız buradan oraya yol olur, yollarımızda trafik canavarı bol olur. Acılı kebaplarımızla karnını, acıklı şarkılarla kafasını şişiririz; halis tereyağlı(!) yemekler pişiririz, zorla yediririz. Üstüne de sunarız ekşimiş ayran, kurtlu kiraz. Çalar teneke orkestra, söyler kurbağa solist; deriz buna caz!
Çok severiz biz turistleri, bağrımıza basmak isteriz karısını kızını. Turizm gönüllüsü delikanlı alamaz hızını, biriyle dans ederken öbürünün avuçlar kalçasını. Plajda da yalnız bırakmaz, iyice yanına sokulur, onu kem gözlerden korur! Bu ekstra hizmetlerden asla para almaz, turist memnun oluncaya dek onu başka bir yere salmaz.
Tam turist mevsiminde belediye aşka gelir; yollar kazılır, turistik faaliyetlerle gözler boyanır. Tam sekiz ay yatılır, yumurta kapıya gelince ancak o zaman uyanılır...
Sen istediğin kadar bağır, istediğin kadar yaz; bizde böyledir turizm.
Ne söylesek boş; turizm mevsimi başladı, koş vatandaş koş! Atılan nutuklarla sen de coş, turistlerin gönüllerini ediver hoş. İlginle, sevginle olsunlar sarhoş...
Turist tavuk değil kaz. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!
ERHAN TIĞLI
14 Nisan 2022 Perşembe
10 Nisan 2022 Pazar
DOSTLUK VE AŞK
DOSTLUK VE AŞK
Dost olgun kişidir, aşk başında kavak yeller esenlerin işidir
Dost akıllı uslu, aşk deli doludur
Dost kar yağdırmaz umduğumuz dağlara
Aşk yağmur olup yağar gönlümüzdeki ovalara bağlara
Dost gül diker sevdiğinin bahçesine
Aşk koklamak, hatta koparıp vazosuna koymak ister
Sevgilinin gülünü karanfilini
Aşk ver benim olsun, der
Dost al, senin olsun, der
Aşkın ateşi yakar, dostun ateşi ısıtır
Aşık, sevdiği kişiyi kıskanır, dost sevdiği kişiyi kıskanç kişilerden korur
Aşk, sevdiğine kavuştuktan bir süre sonra yerini alışkanlığa terkeder
Dost yerini hiçbir zaman terketmez
Aşk gücünü duygulardan alır
Dostluğun kaynağı akıldır
Ne mutlu sevdiğine aşkla sarılan, onu kucaklayan dosta
Ne mutlu sevgilisine dostça yaklaşan, dostça davranan aşıklara
Erhan Tığlı
9 Nisan 2022 Cumartesi
Sevgi ve Dostluk bağından seçmeler
Sevgi ve dostluk bahçesinden bir demet çiçek yolluyorum sizlere
kabul ederseniz eğer
gönlümde bahar yelleri eser
kalmaz içimde dertlerden hiçbir eser
**
Merhaba irem bağının goncası
sevgi ve dostluğun
dört yapraklı yoncası
4 Nisan 2022 Pazartesi
GÜNAYDIN DEMEYENLERE
Kulağım ne zaman günaydın diyen bir ses duysa
Günüm aydın olur, gönlüm Bursa
Derim ki kendi kendime
Selam verip günaydın demeyenleri
Göndermeli kursa
Başarılı olamayanları bırakmalı
İnsanlık dersinden,sınıfta
30 Mart 2022 Çarşamba
HALK DÜŞMANI!
Kentin yabancısıydım. Bir iş için üç beş gün kalıp gidecektim. Gözüme bir şey çarptı; daha önceki gelişlerimde çok sevildiğini, el üstünde tutulduğunu gördüğüm bir gence bu kez halk düşmanı gibi davranıyordu herkes. Kendi kendime, “Bu genç ne kabahat işledi ki böyle birdenbire gözden düştü” diye düşündüm ve onu dikkatle izlemeye başladım. Parkta otururken bizim halk düşmanının da orada olduğunu gördüm. Birini bekliyordu herhalde. Bir süre sonra beklediği geldi. Güzel bir kızdı bu. Genç onu sevgiyle karşıladığı halde kızın yüzü asıktı. Genç, kızın elini tutmak istedi, kız itti:
“Bırak artık yakamı. Seninle bir daha görüşmek istemiyorum” diye bağırdı. “Bu son buluşmamız. Gidiyorum. Sana hoşça kal bile demiyorum. Çek git!”
Delikanlı şaşırdı:
“Hani beni çok seviyordun, ne oldu, niye değiştin?” diye sordu.
“Fazla soru sorma. Yakamdan düş.”
Delikanlı kızın kolunu tutarak gidişini engellemek istedi:
“Dur bir dakika. Bir açıklama yapmalısın. Gitme, beni böyle bırakma” dedi.
Ortalık bir anda karıştı. Sağdan soldan gelenler, “Bırak ulan kızın yakasını!” diye bağırarak gence vurmaya başladılar. Delikanlı kendini zor kurtardı ellerinden ve arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Bu olay hakkında, “Bu genç herhalde adi bir çapkın, ırz düşmanı olmalı. Foyası meydana çıkınca halkın tepkisini çekmiş. Namusuna, ırzına düşkün bir milletizdir biz. Aynı şeyi kendimiz yapsak övünürüz de başkası yaparsa öldürecek kurşun ararız. Karda yürüyüp izini belli etmeyeceksin, yoksa yersin ayvayı” diye bir yorum yaptım.
Rastlantı bu ya, oturduğum kahveye de geldi halk düşmanı genç. Çay istedi, garson duymazlıktan geldi. Genç üsteleyince kızdı, “Sana çay yok bu kahvede!” diye bağırdı. Sonra da, “Kaçırılır mı o be!” diye ekledi.
“Tamam” dedim kendi kendime, “Vergi falan kaçırmış olacak bu namussuz. Ondan sevmiyorlar, nefret ediyorlar kendisinden. Halk bilinçleniyor. Böyle vergi kaçakçıları ayıplanır, toplum dışı bırakılırlarsa kimsenin yüzüne bakamazlar. Kaçacak delik ararlar. Bak o zaman nasıl düzelir memleket, nasıl kalkınırız ve de çağdaş uygarlık düzeyine erişiriz.”
Halk düşmanı çarşıdan geçerken herkes sırtını döndü, yüzüne bile bakmadılar, bakanlar da kin kustular, verdiği selamı almadılar, yere tükürdüler yüzüne tükürür gibi. Herhalde buradaki kişilerin çoğunu dolandırmış olacak bizimki. Yazıklar olsun!
Öğleyin bir lokantada yemek yiyordum. Halk düşmanı geldi. Geldi ama kimse ilgilenmedi onunla. Garsonun birini çağıracak oldu. Garson öfkeyle, “Sattın ulan bizi. Yok sana yemek falan. Çek git buradan!” diye öfkeyle soludu. Elinden gelse bir kaşık suda boğacaktı halk düşmanını.
“Vay namussuz vay! Karaborsa mal satmış galiba bu, garsonu da kandırmış muhakkak. Bozuk malı kaliteli diye yutturdu galiba zavallıya. Garson ‘satmak’ dediğine göre böyle bir şey olmalı. Halk biliyor canım ne yapacağını. Karaborsayı önlemek için karaborsacıları asmaktan falan söz eder kimileri. Ne gerek var asmaya, kesmeye ya da hapiste beslemeye. Bak, nasıl bulmuş pratik çözüm yolunu canım halkım. Hiç konuşmayacak, yüzüne bile bakmayacaksın böylelerinin. Aforoz edeceksin. Toplum içinde toplum dışı kalacaklar. İşte o zaman kalkar karaborsa, düzelir her şey. Güllük gülistanlık olur her yer.”
“Parasıyla değil mi, niye yemek vermek istemiyorsun bana, ne yaptım ben sana?” diye sordu Genç. Garson sesini çıkarmadı ama lokantadakiler hep bir ağızdan;
“Ona yemek verirsen biz de bir daha buraya gelmeyiz” diye bağırıştılar.
“Bu kadarı da fazla” diye söylenerek gence döndüm:
“Sen de başka bir lokantaya gidiver kardeşim” dedim.
“Niye gideyim canım?” diye diklendi genç. “Hem oralarda da böyle karşılamayacaklar mı bakalım! Ağız birliği etmişler hepsi de...”
Acıdım herhalde. Acıdım da hiç düşünmeden ‘kardeşim’ deyiverdim. İyi ki farkına varmadılar; yoksa beni de suç ortağı, dostu falan sanırlar nemelazım. Bir tekme de sen vuracaksın böylelerine. Atalarımız ne demiş; merhametten maraz doğarmış...
“Nereye gidersen git, bizi rahat bırak” dedi bir müşteri. “Seninle aynı ortamda bulunmak istemiyoruz. Defol git bir an önce. Yüzünü bile görmek istemiyoruz.”
Diğer müşteriler de masaya çatallarını, bıçaklarını vurmaya, “Git, defol git! Bize görünme, bizden uzak dur da ne yaparsan yap” diye homurdanmaya başladılar.
Halk düşmanı dudak bükerek:
“İyi ama daha önce masalarınıza çağırıyor, yemek ısmarlıyordunuz” diye konuştu.
Lokanta sahibi koşarak geldi, genci kolunda tutarak dışarıya sürükledi.
“Yapılır mı bu be bize? Hangi yüzle geldin sen buraya. Çek git, yoksa fena olacak, elimden bir kaza çıkacak. Benden bulma, Allah’ından bul” diye bağırdı.
“Yapılır mı bu?” diye sorduğuna göre, çok ayıp bir şey yapış bu genç. Yörenin adını kötüye çıkarmış. Artık iyice belli oldu. Yüz kızartıcı bir suç işlemiş. Kaçakçılık yaptı, mal stok etti, halkı sömürdü, genç kızları kötü yola düşürdü... Ne bileyim; her türlü namussuzluğu, yolsuzluğu yaptı. Amma da yüzsüzmüş be’ Ben olsam, kimsenin yüzüne bakamam doğrusu.
***
Bir otobüs yazıhanesinin önünden geçiyordum. Halk düşmanının başka bir yere gitmek için bilet aldığını gördüm. Demek, artık burada yaşayamayacağını anlamış, istenmediği bu yerden bir an önce uzaklaşmak istiyordu. Aslında böylelerine hiçbir yerde hayat hakkı tanımamalıydı. Ama böylesi de iyiydi. Pişman olabilir, gittiği yerde namusuyla yaşar, tövbe ederek tekrar iyi, erdemli insanların arasına karışabilirdi...
Nasıl ve nereden haber almışlar bilmiyorum. Gencin bindiği otobüsün önü mahşer yerine döndü. Kalabalığın arasında kucağı çocuklu anneler bile vardı. Halk düşmanına, şanına(!) layık bir uğurlama töreni yapacaklardı herhalde. Biraz sonra tahminimde yanılmadığımı anladım. Otobüs kalkarken tekeler çalınmaya, çürük yumurta ve domatesler atılmaya başlandı. Kalabalık koro halinde yuh çekiyordu.
Daha fazla dayanamadım. Yuh çekenlerden bir çocuğun yanına yaklaşarak işin aslını öğrenmek istedim. Bu gence niye bu kadar kızdıklarını suçunun ne olduğunu sordum.
Çocuk, “Bu da sorulur mu?” der gibi bana şöyle bir baktıktan sonra konuştu:
“Nasıl kızmayalım be abi?” diye içini çekti, “Hakemin verdiği penaltıyı dışarı attı, takımımızın küme düşmesine sebep oldu.”
KUŞKULU BİR CİNAYET
Arzu Aydın, Abdullah Semiz’in lokantasına gitmiş, yedik içtikten sonra kapıdan çıkarken birden yere düşerek ölmüştü. Kendisi genç, sağlıklı bir kişiydi. Hiçbir hastalığı yoktu. Bu lokantadaki yemeklerden yedikten sonra ölüvermesi kuşku uyandırmıştı. Yemekler tahlil ettirildi, sağlığa zararlı, zehirli bir şey bulunamadı. Yemekler gayet güzel hazırlanmıştı. Yağı, tuzu, tadı yerindeydi. O kadar iyi ve güzeldi ki herkes buraya gelip bu yemeklerden yemek için can atıyordu. Doktorlar kadının ani ölümünün geçirdiği ir şoktan olabileceğini ileri sürdüler. Bu şokun nedeni araştırılmaya başlandı, tanıklar dinlendi.
Ölen kadının en yakınındaki masada yemek yiyen kadın şöyle konuştu:
“Kadın bir etek ve bluz giymişti. Eteği yırtmaçlı ve dardı. Bluzu ise yarasa kollu, şal yakalı, ipekli, siklamen renkliydi. Saçları sarı ve biyoformluydu. Sağ kolunda bir müjde, bir de tren yolu bilezik vardı. Küpeleri sallamalıydı. Yüzüklerine gelince...”
Burada sözü kesildi. Sorgucu öfkeyle, “Kadının giydiklerini değil, gördüklerini anlatacaksınız bayan” diye bağırdı.
Kadın şaşırdı, “Ben de gördüklerimi anlatıyorum ya?” diye kekeledi.
Sorgucu, “Kadın yemek yerken anormal bir şey oldu mu?” diye sordu.
“Her şey normaldi” diye söze başladı kadın. Sonra, “Hayır, pek de normal sayılmaz; çünkü garsonlar etrafında pervaneydi sanki. Bir dediği iki edilmiyordu. Bu durumu görünce kadın çok önemli biri mi acaba, diye düşündüm. Ama buna pek ihtimal veremedim. Kadının giysisi basitti, modaya uygun değildi. Belki de lokanta sahibinin bir yakını olabilir, diye düşündüm. Bu da olamazdı. Yanına gelip afiyet olsun diyen yoktu.”
“Kadın yemek yerken ya da yemekten sonra dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?”
“O zaman değil de hesabı istediği zaman yüzü değişti. Gelen hesap çok hoşuna gitmişti galiba. Gülümsedi, memnun oldu. Oysa bana getirilen hesap yüklüydü. Toplamda yanlışlık yapılmış mı diye iyice inceledim. Yüzüm asıldı...”
Kadın tanık gönderildi, bir erkek tanık dinlenmeye alındı.
“Kadın orta boylu, balıketinde, zeytin gözlü, pırasa saçlıydı. Dar etek kalçalarını sımsıkı sarmıştı. Yırtmacından sütbeyaz bacakları görünüyordu. Hele bacak bacak üstüne atınca aklım gitti” diye yutkundu erkek tanık.
Sorgucu kızdı, “Başka bir şey görmedin mi be adam!” diye homurdandı.
“Bir erkek güzel bir kadında başka ne görür efendim?” dedi adam. “Her şey güzel ve de gayet normaldi. Garsonlar haddinden fazla kibar, çevre tertemizdi. Bal dök yala derler ya, aynen öyleydi. Bu güzelliği kadının birden düşüp ölüvermesi bozdu. Önce bayıldı sandık ama ne yazık ki ölmüştü. Demek ki eceli gelmiş. Allah taksiratını affetsin!”
“Yerler kaygan olabilir mi? Kadının ayağı kaymıştır belki.”
“Hayır efendim. Öyle olsaydı başkaları da düşerdi.”
***
Sıra lokantanın sahibinin ifadesini almaya gelmişti.
“Vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum efendim” diye dudak büktü Osman Ay. “Kendisine diğer müşterilerimize yaptığımız hizmeti yaptık. Yemeklerimizde zerre kadar zehir ya da zarar verecek bir katkı maddesi yoktu. Bizim lokantada ölmesi acı bir rastlantıdır ve de rakiplerimiz tarafından aleyhimize kullanılabilir. Bunun için çok üzgünüm.”
Sorgucu ona ölen müşterisini daha önce tanıyıp tanımadığını sordu.
Lokantacı kekeleyerek, “ Yo! Nereden tanıyacağım?” diye kekeledi.
“Lokantanıza daha önce gelmiş miydi?”
“Her gün birçok müşteri geliyor lokantama. Hepsini aklımda tutamam ki.”
“Ama böyle güzel bir müşteri akılda kalır, değil mi?”
“Benim o taraklarda bezim yok. Müşterilerle değil, işimle ilgilenirim hep. Müşterilerimin güzelliğine, çirkinliğime bakmam.”
“Demin sorguya çektiğimiz bir erkek müşteri kadının güzelliğinden etkilenmiş, mest olmuş. Ayıp değil ya, aynı durumda ben de etkilenirdim kendisinden. Güzele bakmak sevaptır, demiş atalarımız. Öyle değil mi? Erkeğiz ne de olsa!”
“Ben mesleğime çok bağlıyımdır; yemek zamanında işten başka bir şeyi gözüm görmez. Aşçılıktan gelme bir patron olduğum için çok titizimdir, her şeye dikkat ederim. Denetlerim. Hatta arada sırada sırf zevk için yemek yaparım.”
“Sizin gibi bir patronun lokantasında yemek yemek isterim ama maaşım az, ayın sonuna getiremem sonra. Yemekleriniz bana pahalı gelir.”
“Aman efenim, ne demek, her zaman bekleriz. Gerekli indirimi de yaparız.”
“Hatırlı müşterileriniz için de yemek yapar mısınız?”
“Yaparım tabii. İstediğiniz bir yemek varsa söyleyin de kendi ellerimle yapayım.”
“Boğazına düşkün bir kişi değilim. Ne bulursam yerim. İşim başımdan aşkın olduğu için lokantalara gitmeye zamanım olmaz, çoğu zaman tostla hamburgerle geçiştiriveririm.”
“Aman efendim, kendinize yazık etmeyin. Yemek yemek bir sanattır.”
“Hele yemek yapmak apayrı bir sanattır değil mi?”
“Öyledir ya. Kimi zaman bir sanatçı titizliğiyle saatlerce uğraşırız yemek yapmak için. Müşterilerimizin çoğu sizin gibi anlayışlı değillerdir. Saatlerce uğraşıp yaptığımız yemekleri birkaç dakikada midelerine indiriverirler de teşekkür etmek akıllarına gelmez.”
“Çok ayıp ediyorlar doğrusu. Şey... Arzu hanım için de özel yemek yapıvermiş miydiniz? Laf olsun diye, merakımdan sordum. Sakın yanlış anlamayın.”
“Kadını tanımadığım söyledim. Tanımadığıma göre niye özel yemek yapıvereyim?”
“Haklısınız. Yüklü bahşiş verecek biri olsa neyse, değil mi ama?”
“Evet. Siz de haklısınız.”
“Zengin olmadığını nereden biliyorsunuz?”
“Kadının zengin biri olmadığını öldüğünde yanına geldiğimde gördüm, fark ettim.”
“Bravo! Çok dikkatliymişsiniz. Polis olmalıymışsınız. Çoğu kişi böyle zamanlarda telaşa kapılır, kadının kıyafetine pek dikkat etmez. Hele bu ölüm olayı sizin lokantanızda olmuşsa, diğer müşteriler rahatsız olacak, etkilenecek diye paniğe kapılırsınız. Neyse, geçelim bunları. Soğukkanlısınız anlaşılan. Bir bakışta kadının zengin olmadığını anlayıvermeniz için de sizi kutlarım. Zengin olsaydı cebi dolu bir müşterinizi kaybettiğiniz için üzülürdünüz.”
“Bir insan öldüğü için üzülürüm. Zengin, fakir fark etmez.”
“Zaten fakirler sizin lokantanızda yemek yiyemez. Tekrar soruyorum. Bu kadına özel yemek yapmadığınıza emin misiniz?”
“Hayır dedim ya, niye aynı şeyi sorup duruyorsunuz?”
“Aşçılarınız öyle demiyor ama. Kadın gelince mutfağa girmiş, ona özel yemek yapmışsınız. Garsonlardan biri de götürmüş, vermiş. O da afiyetle yemiş.”
Lokantacı terini silerek, “Yapmışımdır belki. Pek hatırlamıyorum ya da unutmuş olacağım” diye konuştu. “Ne var bunda?” diye homurdandı.
“Bazı şeyleri pek güzel anlatıyorsunuz da bazılarını nedense es geçiyorsunuz.” Diye başını salladı sorgucu.
“Olabilir. Başka sorunuz yoksa gitmek istiyorum. İşimin başında olmalıyım.”
“İşinize çok düşkünsünüz. Ben de öyleyimdir. Soracak pek sorum kalmadı. Ha, şey diyecektim. Kadını daha önce hiç tanımadığınıza eminsiniz değil mi?”
“Kaç defa söyleyeceğim? Tanı... mı...yorum! Hem tanısam ne olacak, bunun cinayetle ne ilgisi var? Bana suçluymuşum gibi davranmaktan vazgeçin artık.”
“Siz cinayetten söz eden oldu mu?”
Lokantacı ne diyeceğini bilemedi, içini çekerek yumruklarını sıktı.
Sorgucu lokantacını gözlerinin içine bakarak, “Niye bu kadar üstünde duruyorum biliyor musunuz?” diye sordu. “Kadının erkek kardeşi onu çok yakından tanıdığınızı iddia ediyor. Bu durumda ya siz yalan söylüyorsunuz ya da o...”
Lokantacı alayla “Belki de yalan söyleyen sizsiniz” diye güldü. “Onun erkek kardeşi yok ki. Bunu da nereden çıkardınız?”
Sorgucu da sinsi bir gülüşle, “Nereden biliyorsunuz bunu?” diye konuştu.
Lokantacı terini silmeye çalıştı, kıpkırmızı olmuştu. “Şey yani...” deyip sustu.
Sorgucu kararlı bir tavırla noktayı koydu:
“Boşuna inkar etmeyin. Biz her şeyi araştırdık. Arzu hanımla daha önceden tanışıyordunuz. İkiniz de ayni kasabadansınız. Komşuydunuz. Evlenmeye karar verdiniz. Nişanlandınız ama size ihanet etti. Hayal kırıklığına uğradığınız yetmiyormuş gibi yaptığınız bütün masraflar boşa gitti. Hediye ettiğiniz takıları alarak başka bir yere kaçtı. İzini kaybettirdi. Aradan yıllar geçti. Siz de kasabadan ayrıldınız, bu kente geldiniz, bir lokanta açtınız. Eski sevgiliniz farkında olmadan yemek yemeye gelince intikam ama fırsatı bulduğunuz için sevindiniz, bu zeki cinayeti işlediniz...”
Lokantacı sinirli bir gülüşle sorgucunun yüzüne baktı;
“Tamam. Haklısınız. Onu önceden tanıyordum. Dedikleriniz de doğru ama cinayet işlediğimi de nereden çıkardınız? Yediği yemek çok güzeldi. Belki hayatında böyle güzel bir yemek yememişti. Ölmesi değil sevinmesi gerekiyordu” diye konuştu.
Sorgucu, “İşte bütün mesele burada ya” diye bıyık altından güldü.
“Biliyorsunuz ki memleketimizde midelerimiz hileli hurdalı, kötü yağlı, katkılı yiyeceklere alışıktır. Siz bu fırsatı kaçırmayıp ona hilesin hurdasız, halis tereyağlı yiyecekler yedirdiniz, midesini altüst ettiniz. En iyi malzemeyi kullandınız. Yemeğini bizzat kendiniz özene bezene yaptınız. Üstelik garsonlar da olağanüstü iyi davrandılar, bir dediğini iki etmediler, etrafında pervane oldular, hesabı yarı fiyatına aldılar. Kadın şok geçirdi, alışık olmadığı bu muamele tansiyonunu fırlattırdı. Sizi Arzu hanımın ölümüne neden olmaktan tutukluyorum” diye ekledi.
Lokantacı daha fazla dayanamadı, çözüldü:
“Bana ihanet etmenin ne olduğunu ona ne güzel göstermiştim. İntikamımı tereyağında kıl çekercesine, hiç kimsenin kuşkulanamayacağı biçimde aldığımı sanıyordum. Ama sizi hesap edemedim” dedi, elleriyle yüzünü kapayıp hıçkırıklara boğuldu.
28 Mart 2022 Pazartesi
ASLAN NURİ VE FARE FERİT
Kahvemiz gene yükünü tutmuştu. Boş gezenin boş kalfaları, okey ustaları, kaldırım mühendisleri, emekliler, işsizler, işi olup da işten kaçanlar, dükkânı çırağa bırakıp burada taş döşemeye koşanlar, tavlaya abone olanlar, damaya yazılanlar, yenilince kızarıp bozaranlar, yenince gevrek bir kahkaha atanlar, ona buna çalım satanlar, hindi gibi kabaranlar, horoz gibi ötenler masaları doldurmuştu. Herkes hayatından memnun görünüyordu. Derdi olanlar oyun oynayarak, arkadaşlarıyla şakalaşarak dertlerini bir süre de olsa unutuyorlar, unutmaya çalışıyorlardı. Burasının adı “Kıraathane”ydi ama Türkçesi okuma yeri olduğu halde kitap, dergi okuyan yoktu. Sadece üç beş kişi gazetelere göz gezdiriyorlar, oyun arkadaşlarını bekliyorlardı. Onlar gelince ellerindeki gazeteyi bir köşeye atacaklar, oyun masasının başına geçeceklerdi. Hoşça vakit geçirmek denince oyun oynamaktan başka bir şey akıllarına gelmiyordu. Böylece vakit öldürüyorlar, oyalanıyorlardı.
İçeriye Nuri Aslan girdi. Bu soyadı ona yakışıyordu. Konuşması, gülmesi aslanın kükremesini anımsatıyordu. Karnı tok, sırtı pekti. Her zaman takıldığı Fare Ferit’in yanına geldi. Ferit arpacı kumrusu gibi düşünüyordu. Zaten kahvede, Nuri aslan gibi bacak bacak üstüne atarak oturmaz, fare gibi bir köşeye büzülürdü. Her gün sabahleyin erkenden kalkar, bir şeyler atıştırıp iş aramak için yola düzülürdü. Bir türlü iş bulamadığı için hep mahzun durur, üzülürdü. Tabii Nuri Aslan böyle bir sorunu olmadığı için keyfi yerindeydi her zaman, gülüp eğlenecek bir vesile arardı. Ferit’in bacağına hafifçe vurdu:
“Ne düşünüyorsun böyle, Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diye güldü.
Ferit boynunu büktü:
“Gemilerim yok ki batsın ağam” dedi.
Aslan Nuri Fare Ferit’e şöyle bir baktı:
“Şuna bak, kılık kıyafet, köpeklere ziyafet! İnsan kendine biraz bakar be! Kendini kapmış koyuvermişsin. Üstüne çekidüzen ver” diye söylendi.
Ferit içini çekti:
“Benim üst baş düşünecek halim mi var? Moralim çok bozuk” diye mırıldandı.
“Bizim de gemilerimiz yok ama senin gibi iki büklüm oturmuyoruz. Biraz dik dur. Eğme belini. Bu devirde yaşadığına şükredeceksin, iyimser olacaksın.”
“Gemilerin yok ama bağın, bahçen, işin, eşin, aşın var. Benim bir dikili bir ağacım bile yok. Yarı aç yarı tok yaşamaya çalışıyoruz şurada.”
Nuri Aslan göbeğini sıvazladı:
“Ne olacak bağım bahçem varsa, gözün mü var yoksa?” diye sordu.
Ferit onu kızdırmak istemedi, özür dileyen bir tavırla:
“Yok ağam. Sözün gelişi öyle söyledim. Kusura bakma. Beni yanlış anlamanı istemem. Ben üzülmene gerek olmadığını belirtmek için öyle dedim” diye konuştu.
“Allah daha da versin. Kötü bir maksadım yoktu.” diye ekledi.
O sırada çaycı taze demlenmiş çayları dağıtıyor:
“Çaylar taze demlendi. İçmeyenin ya aklı yok ya parası. Tavşankanı çayları iç de gevşemesin yaylar, şen olsun bayanlar baylar!” diye espri yapıyordu.
Aslan Nuri bir çay aldı, birini de Ferit’e uzattı:
“İç de için ısınsın, yüzüne renk gelsin, canlansın” dedi.
Fare çekingen bir tavırla almak istemedi:
“İstemez. Demin içmiştim” diye konuştu.
“İç canım, dedi Aslan. Çaylar benden. Boşuna ısmarlamıyorum ha! Demin dua ediverdin ya, ondan ısmarlıyorum.”
“Hep sen ısmarlıyorsun, ben ısmarlayamıyorum. Ağırıma gidiyor bu.”
“Canım bir çay parasından ne olacak? Elin bollaşınca sen ısmarlarsın.”
“Ah nerede o günler! Umduğum dağlara kar yağmazsa bütün kahve halkına çay ısmarlayacağım. Bakalım o mutlu gün ne zaman gelecek?”
“Gün doğmadan neler doğar. Umudunu kesme. Unutma. O zaman çay yetmez, ziyafet isterim senden.”
“Söz. Hele o gün bir gelsin. Kurban keseceğim vallahi!”
Ferit çay içeli çok olmuştu. Aslında canı istiyordu ama çekiniyordu. Çayını alıp dalgın dalgın karıştırmaya başladı.
Aslan Nuri, Fare Ferit’e ilgiyle baktı:
“Gene daldın denizin dibine, dedi. Fazla dalma, boğulursun aslanım.”
Ferit acı acı güldü.
“Aslanlığı kim kaybetmiş ki biz bulalım!” diye içini çekti.
Aslan Nuri anlayışla güldü:
“Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar. Ekmek de aslanın ağzından midesine indi ama gene de her derdin bir çaresi vardır. Derdini söylemeyen derman bulamaz. Hadi söyle, çekinme. Yabancı değiliz. Kırk yıllık arkadaşız.”
Fare Ferit içini çekti:
“İlgine teşekkür ederim dostum. Gönlümde yatan aslanı anlatmaya kalksam saatler yetmez. Başını ağrıtırım. Şimdilik şu derdimin çaresine bakmama yardım edersen memnun olurum” diyerek cebinden bir reçete çıkardı.
Nuri aslan şaşırdı:
“Bunu bana niye gösteriyorsun? Eczacıya göstersene” dedi.
Fare Ferit boynunu büktü:
“Göstereceğim de ne olacak? İlaç alacak param yok ki” diyerek önüne baktı.
“Tanıdığın bir eczacı yok mu?”
“Var da hepsi paralar peşin, kırmızı meşin diyorlar, benim gibi birine veresiye ilaç vermiyorlar. Verecek olsalar bile kefil istiyorlar.”
“Vay insafsızlar vay!”
Aralarında bir sessizlik oldu. Fare Aslan’ın yanına sokuldu, kekeleyerek:
“Sana demin ettiğim duadan daha çok dua ederim ama yüz bulunca astar istedi diye düşünmenden korkuyorum” dedi.
Aslan merakla:
“Neymiş o söyleyeceğin şey?” diye sordu.
“Şu ilaçlarımın parasını bir seferlik veriversen diyorum, borç olarak tabii.”
Aslan ceplerini karıştırdı:
“Vermesine verirdim de, yanımda fazla para yok” dedi.
Ferit içini çekti:
“Böyledir bu işler, dedi. Hani bir söz vardır: devekuşu yük çekmeye gelince ben kuşum, uçmaya gelince ben deveyim dermiş. Bu da o hesap işte. Yol gösteren, akıl veren çok ama para veren yok ne yazık ki.”
“Canım, zengin bir akraban, komşun vardır herhalde.”
“Benim akrabalarım, komşularım benden daha beter.”
“Ne kadersiz adammışsın sen yahu!”
“Ocağına düştüm. Hayat memat meselesi bu. İlaçları muhakkak almalıyım. Forslu bir kişisin. Yanında para olmasa bile başkasından ödünç alabilirsin. Ne olur yardım et bana. Belli olmaz. Bir gün benim de sana bir yardımım dokunur.”
Aslan Nuri kendini tutamadı, göbeğini hoplata hoplata güldü:
“Senin kendine faydan yok, bana ne faydan olacak ki.”
“Öyle deme. Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin. Dünyada ne olacağı bilinmez. Bak, sana bir şey anlatacağım. Fare faka basmış. O sırada oradan geçmekte olan aslana kendisini kurtarması için yalvarmış. Bana yardım edersen ben de sana yardım ederim bir gün, demiş. Aslan gülmüş. Küçücük başınla bana nasıl yardım edersin, olacak şey mi bu? Ben senden yardım umduğum için değil, sana acıdığım için yardım edeceğim, diyerek fareyi kurtarmış ve onun teşekkürlerine aldırmadan yoluna devam etmiş.
Aradan günler geçmiş. Aslan, avcıların attığı ağa tutulmuş. Ne yaptıysa oradan kurtulamamış. Fare durumu görmüş. Arkadaşlarını toplamış. Birlikte ağı kemirmişler, aslanı tuzaktan kurtarmışlar. Aslan daha önce atıp tuttuğuna, yüksekten konuştuğuna pişman olmuş, fareden özür dilemiş.”
Nuri Aslan şöyle bir düşündü:
“Tamam. Ne demek istediğini anladım. Tanıdığım bir eczacı var. Çocukluk arkadaşımdır, beni kırmaz. Onun yanına gidelim. İlaçlarını alır, veresiye defterine yazdırırız, parasını sonra verirsin” diyerek ayağa kalktı, arkadaşı da onu izledi.
Yolda hiç konuşmadan bir süre yürüdüler. Bir inşaatın önünden geçerlerken Ferit, yukardan düşen bir kalasın Nuri Aslan’ın başının üstüne doğru gelmekte olduğunu gördü, hemen onu kenara itti. Kalas biraz öteye gürültüyle düştü
Nuri korkuyla etrafına baktı, ölümden arkadaşının sayesinde kurtulduğunu anladı ve minnetle ona sarıldı, omzunu okşadı:
“Sen olmasaydın ölecektim. Sağ ol, çok teşekkür ederim” diye ellerine sarıldı.
Ferit alçakgönüllü bir gülümseyişle:
“Bir şey değil canım. Teşekküre değmez. Benim yerime kim olsa yapardı aynı şeyi” dedi.
“Öyle deme. Yanımda bencil biri olsaydı önce kendi canını kurtarmaya bakar, kaçardı.”
“Başkalarını bilmem. Ben insanlık görevimi yaptım sadece.”
Eczaneye geldiler. Nuri Aslan deminki olayı eczacıya anlattı:
“Bu arkadaşa can borcum var. Kendisine kefilim. Bugün ve daha sonra hangi ilacı isterse ver kendisine. Bir dediğini iki etme. Borcunu deftere yaz. Ne zaman verirse o zaman al, sıkboğaz etme” dedi.
Eczacı ilaçları paket yapıp Ferit’in eline tutuşturdu.
“Kapımız sizin gibi insanlara her zaman açık. İstediğiniz ilaçlar bizde olmasa bile başka yerden alıp size veririz. Hiç merak etmeyin, çekinmeyin” dedi.
Ferit teşekkür etti. Tam kapıdan çıkarlarken Nuri geri döndü ve eczacıya:
“Demin heyecandan düşünemedim, aklıma gelmedi. Benim ona olan borcum, böyle az bir yardımla ödenebilir mi? Sen ilaçların parasını hiç ondan isteme. Ne alırsa alsın, hepsinin parasını ben vereceğim.” dedi.
Eczacı gülümseyerek başını salladı, “Tamam” dedi.
Ferit sevinerek arkadaşının elini sıktı:
“Sağ ol, var ol, bu yardımını unutmayacağım.”
“Asıl sen sağ ol, senin gibi insanlar sağ olsun” dedi Nuri Aslan. “Sizler olmasanız bu dünyanın çivisi çıkar, insanlıktan eser kalmazdı. Bundan sonra dünya ahret kardeşimsin benim. Başka bir ihtiyacın varsa, hiç çekinme, söyle de yerine getireyim. Bana insanlık nedir, nasıl olurmuş öğrettin.”
Kitap Okumayanların Türlü Çeşitli Halleri
KİTAP OKUMAYANLARIN TÜRLÜ ÇEŞİTLİ HALLERİ
Hoca camide vaaz veriyormuş. İçeriye bir adam girmiş. “Hocam, ben eşeğimi kaybettim. Bir soruverin bakalım. Eşeğimi gören var mı?” demiş. Hoca cemaate dönmüş. İçinizde kitap okumayan, sanatla uğraşmayan biri var mı?” diye sormuş. Biri ayağa kalkmış, “Ben varım, ben, demiş. Böyle boş şeylerle vakit geçirmem. Yer, içer, keyfime bakarım.”
Hoca eşeğini kaybeden adama dönmüş, “Boşuna başka yerde arama, demiş. İşte eşeğin burada.”
Adamın biri ölmüş. Öbür dünyada sorgu meleğinin karşısına çıkarmışlar. Sorgu meleği adama, “Sağlığında hiç sevdin sevildin mi?” diye sormuş. “Hayır” demiş adam. “Peki, kitap okudun mu, bilgi öğrenmek için dergi, ansiklopedi karıştırdın mı?” Adam bunlara da hayır deyince melek oradakilere, “Bir kanat getirin” demiş. Adam sevinçle, “Melek mi oluyorum?” diye ellerini çırpmış. “Hayır, demiş melek. Kaz oluyorsun!”
Profesör İ. Hakkı Baltacıoğlu, öğrencilerine Sultanahmet Çeşmesi’nin güzelliğinden söz ediyormuş. Biri ayağa kalkmış,”Efendim, ben o çeşmeyi inceledim ama sizin söylediğiniz güzellikleri göremedim “. Profesör ona kitap okuyup okumadığını, güzelliklere düşkün olup olmadığını sormuş. Hepsine de hayır yanıtını alınca acı acı gülmüş. “Boşuna uğraşmayalım, demiş. Ne ben sana bu çeşmenin güzelliğini anlatabilirim ne de sen anlayabilirsin.”
Severek oku, sevdiğini oku. Doğruluğu, iyiliği, güzelliği ilmek ilmek doku.
Kitap okumayan hapı yutar. Bilgisizlik bataklığına düşer, çırpındıkça daha da batar.
Kitap okursan, olamasan da bir balta sap, doğru yolu araya araya düşmezsin bitap.
Rehberin olsun kitap, yerlerde sürünmeyi bırak, okumuşlar arasında kendine bir yer kap. Tapacak bir şey bulamıyorsan, kitaba tap. Maval okuyacağına kitap oku. O zaman, maval okumakla geçirdiğin zamana yanarsın, o günleri pişmanlıkla anarsın.
Kimi “İnsan düşündüğü kadar insandır” demiş. Kimi “İnsan güldüğü kadar insandır.”
Bilinçsiz, boş boş düşünmek, gülmek neye yarar, öyleyse insan okuduğu kadar insandır.
Erhan TIĞLI
25 Mart 2022 Cuma
Öpücüklü Zayıflama merkezi
ÖPÜCÜKLÜ ZAYIFLAMA
Adam ne yapsa zayıflayamıyordu. Yolda giderken "Öpücüklü Zayıflama Merkezi" diye bir levha gördü ve merakla içeri girdi, zayıflamak istediğini söyledi. Kaç kilo vermek istiyorsunuz?" diye sordular. "Şimdilik bir kilo yeter" dedi, onu bir odaya soktular, odada çıplak kızlar vardı, göğüslerinde yakalarsan öpersin" yazılıydı. Adam kızları öpmek için koştu koştu ama hiçbirini yakalamadı. Nefes nefese dışarı çıktı, tartıldı, bir kilo zayıflamıştı. Sevinçle, "iki kilo
zayıflamak istesem ne yapmalıyım?" diye sordu. İkinci bir odayı gösterdiler. Orada iri yarı herifler vardı, göğüslerinde "Yakalarsam öperim" yazılıydı. Adam onlardan kaçmak için öyle bir koştu ki iki değil üç kilo zayıfladı!
21 Mart 2022 Pazartesi
Nedir Şiir
NEDİR ŞİİR
ŞİİR: Onunla temizlenir içimizdeki kir.
Bir düşünceyi, duyguyu bin eder; bin sözcüğü bir.
Kapısını açık bulursan hiç düşünme, hemen gir ama özü sözü bir olmak gerekir.
Ona yol göstermeye kalkma; O ne zaman nereye gideceğini iyi bilir.
O ülkeye sevgiyle gidilir, özveriyle girilir ama yolu biraz taşlı dikenlidir.
Gönül bahçesinde açan bir çiçektir, büyüyüp gelişmesi bakım gerektirir.
Hiç eskimeyen bir geçmiş, pırıl pırıl bir gelecektir.
Güzellikle nefes alıp verir, insancıllığın onur heykelidir.
İşlenmesi gereken bir cevherdir ama fazla süse, gösterişe boğulursa içtenliğini yitirir.
Kimi zaman acıyla, hüzünle seslenir ama mutlulukla, umutla, özlemle beslenir.
Şiir büyüdür
Ne melek kanadı ne de şeytan tüyüdür
Şairlerin onuncu köyüdür
Değirmeninde düşünce, duygu öğütür
Sevdasıyla insanları o doğurur, o büyütür.
NEDİR ŞİİR: Bulanmadan akan bir ırmak; kötülüğe, çirkinliğe karşı koymaktır şiir.
Nedir şiir: Akıllı bir divane, aşk içilen meyhane, duygularını doyurmak, yaşadığını duyurmak için bahanedir şiir.
20 Mart 2022 Pazar
NİYE ÖPMÜYORMUŞ?!
Evin küçük çocuğu konuklardan genç ve güzel bir kadının yanına yaklaşmıyor, ondan uzak duruyordu. Annesi kızdı, "Öpsene oğlum ablanı" dedi. "Çocuk korkuyla, "Hayır, öpmem, öpemem" diye konuştu. Dudak bükerek niye diye sordular. Çocuk önüne bakarak cevap verdi, "Geçenlerde babam kendisini öpmek istedi de tokadı yedi."
***
Nişanlı çift kırda gezerken kızın yanağını bir ağacın dalı çizdi.
Erkek acıyor mu diye sordu.
evet, dedi kız.
ne yapmalı?
Kız, böyle zamanlarda ninem çizilen yeri öpüverirdi de hemen geçerdi, diye delikanlıya yol gösterdi ama erkek anlamadı,inanma böyle şeylere. Kocakarı masalları bunlar, dedi.
***
Geceyarısı erkek kızı evin duvarına, kapı zillerinin olduğu yere dayamış, bir veda öpücüğü istiyor, kız nazlanarak olmaz diyordu. Böyle bir süre cilveleştiler. Derken yukardan bir pencere açıldı, öfkeli bir ses:
"Öptüreceksen öptür, öptürmeyeceksen içeri gir de uykumuzu bölme!" diye bağırdı.
Fıkralarımızı bir maniyle bitiriyorum:
At olur da tepmez mi
yar olur da öpmez mi
yarin bir öpücüğü
yüz bin altın etmez mi?
19 Mart 2022 Cumartesi
ÇAĞIRIYORUM
Çağırıyorum
Uzak durma öyle
Yakına gel yakına
Binelim mutluluğun
Sevda renkli atına
Çıkalım sevgi ve dostluk ülkesine
Akına
Pişman olsun estiğine
Çiçeklerimizi yerle bir eden
Fırtına
Varalım
Yaşamanın ne kadar güzel olduğunun
Farkına
**
AŞK MUCİZESİ
Aşk Mucizesi
Aşk Mucizesi
Aşk yıkar arıtır hepimizi
Aşk parlatır ışıklandırır gözlerimizi
Aşkla sıyrılırız bencilliğimizden
Sırf kendimizi düşünmekten
Aşk tutar elimizden
Tam uçuruma düşecekken
Aşktır kurtaran yalnızlık cehenneminden
Issızlıktan kimsesizlikten
Aşktır kuruyup gitmemizi önleyen
Gönlümüze su serpen
Sekizinci bir renktir aşk
Süsler düşlerimizi
Yaşamak güzelleşir aşkla
Özleyiş özelleşir
Umut devleşir
Aşkla temizleniriz çerden çöpten
Tüm kirlerimizden
Ama bu kadar özveri karşılığında
Sevmek sevilmektir tek dileği
Başka bir şey beklemez bizden
6 Mart 2022 Pazar
Yaş...
Kadında da erkekte de en güzel yaş
şu ya da bu yaşta olmak değildir
en güzel yaş sevindiğinde, kahkahayla güldüğünde gözlerinden akan yaştır
5 Mart 2022 Cumartesi
AYNALI YAZI
AYNALI YAZI
Sanat bir çeşit aynadır bize bizi gösteren, duygu ve düşüncelerimize aynalık eden. Aynasız yaşayamayız. Kiminin aynası dev aynasıdır; kendini dev aynasında görür. Kimi endam aynası, kimi de cep aynası kullanır. Hemen her evde bir boy aynası bulunur. Dost dostun aynasıdır. Şair ve yazarlar gerçeklere ayna tutarlar. Ayna tutmak eskiden kızlarla erkeklerin bir çeşit haberleşme aracıydı. Kız ya da erkek sevdiği kişinin yüzüne ayna tutardı. Süse, gösterişe düşkün kişilere aynalı, polislere de aynasız derler ama bir türküde “Karakolda ayna var” deniliyor… Kadınlar aynayı, aynanın önünde oturmayı pek severler. Orhan Veli süslenme meraklısı, toplumsal olaylarla ilgilenmeyen kadınlardan birini şöyle anlatır:
“Ne atom bombası ne Londra konferansı
Bir elinde cımbız bir elinde ayna
Umurunda mı dünya!”
Cahit Sıtkı Tarancı da Otuz Beş Yaş Şiiri’nde aynalara kızar:
“Neden böyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar” diye sorar.
Barış Manço’nun bir şarkısının adı “Aynalı Kemer” dir.
Aynanın yere düşmesi, kırılması uğursuzluk sayılır. Bir türküde aynanın yere düşmesi bakın nasıl ele alınıyor: “Aynam düştü yerlere/Karıştı gazellere/Tabiatım kurusun/Bakarım güzellere…” Âşık, sevdiğine “Yalancıdır hep aynalar/Gir kalbime gör kendini” diyor. Bir şarkıda ise aynayla göz arasında bir bağ kuruluyor: “Gözler kalbin aynasıdır…”
İnsanlar kendi aynalarının pırıl pırıl olmasını isterler ama başkalarına tozlu bir aynayla bakarlar, aynalarının tozlu olduğunu ileri sürerler…
Bir genç kızı istemeye gitmişler. Görücüler kızın nasıl biri olduğunu anlamak için etrafa göz gezdirmişler, alıcı gözüyle bakmışlar her tarafa. İçlerinden biri tuvalete gitmek bahanesiyle kalkıp oradaki aynayı kontrol ederek üstüne bir şey yazmış.
Bir süre sonra hiçbir şey söylemeden gitmişler. Evdekiler kızlarının beğenilip beğenilmediğini merak etmişler ama sormaya da çekinmişler. Onlar aralarında konuşurlarken evin çocuğu, “Beğenmediler” demiş. “Ufacık başınla nereden biliyorsun sen?” diye çıkışmışlar. Çocuk bilgiç tavırla, “Ben aynayla konuştum. O söyledi” demiş. Gülmüşler, “Hadi oradan! Ayna konuşur mu?” diye kızmışlar çocuğa. “İsterseniz gelin bakın” diye onları aynanın önüne götürmüş çocuk. Aynada şu yazı varmış:
“Aferin bu evin kızına
Hiç bakmamış aynanın tozuna”
Ayna sadece bakmaya değil, başka işlere de yarar. Nasıl mı? İşte kanıtı:
Delikanlı kızı çok seviyormuş ama kız kendisine pek yüz vermiyormuş. Bir dostuna dert yanmış bizimki. Dostu, “Sevgilini aynalı pastaneye götür ve aynanın önüne oturun. Bakın sana karşı tavrı nasıl değişecek kızın” demiş. Delikanlı dudak bükerek adamın dediğini yapmış ve bir süre sonra sevinçle o dostun yanına gelmiş. Boynuna sarılarak, “Dediğin oldu. Kız artık gözümün içine bakıyor. Bunun sırrı nedir acaba?” diye sormuş.
“Gayet basit” diye gülmüş adam, “Kadınlar aynaya bakmasını pek severler. Bir yere girip çıkarlarken muhakkak aynaya bakarlar. Seninki de sana bakıyorlar sandı ve elinden kaçırmak istemedi. Bana değil, aynaya teşekkür et!”
Eski zamanlardan birinde dağ köylerinin birinde adam kırda bayırda dolaşırken yerde kırık bir ayna görmüş. O zamana dek böyle bir şey görmediği için eline alıp bakmış. Aynadaki görüntüyü de ölmüş kardeşine benzetmiş. Sevinerek kırık aynayı evine götürmüş ve ikide birde cebinden çıkarıp bakmaya başlamış. Karısı kuşkulanmış, adam uyurken kırık aynayı alıp içine bakmış. “Vay başıma gelenler! Demek beni bu karıyla aldatıyordu. Bir şeye benzese bari” diye söylenerek muhtarın yanına gitmiş, durumu anlatmış. Muhtar aynaya bakmış, “Yahu kocan ne midesiz adammış. Gavatın biri bu be!” diye söylenmiş.
Kırık ayna dedim de yıllar önce yazdığım bir şiir aklıma geldi.
“İnsanlığımızı yansıtan bir aynaydı aşk
Kırdılar
Yerine bencilliklerini koydular
Görmesin göstermesin diye iç yüzümüzü
Gözlerini oydular
Sinirlerine dokundu
Saflığı duruluğu
Güzelliklerini soydular
Enginlere yelken açan özgürlükleri
Dev aynalı apartmanlara sığdırdılar
Bilmem bu işten(?!)
Ne umdular ne buldular…
Sevgi ve dostluk aynanız toza toprağa bulanıp kirlenmesin
Yere düşerek ayaklar altında ezilmesin
Kin ve nefret taşlarıyla bin parçaya bölünmesin.
Erhan Tığlı
2 Mart 2022 Çarşamba
güzellik nasıl olmalı?
GÜZELLİK NASIL OLMALI
Güzel şirin olmalı
Kaşı gözü gülüşüyle
Şiir yazmalı
Karanlığımızı kovmalı
Gönlümüzün gökyüzünde
Güneş gibi doğmalı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)