10 Mayıs 2024 Cuma

Yazmak Neye Yarar?!

YAZMAK NEYE YARAR? Okuryazar geçiniriz ama çoğumuz okumaz, yazmaz, sadece seyreder, bakar. Eskiden eş dost birbirine mektup yazar, bayramını, evliliğini, doğum gününü kutlardı. Cep telefonu yaygınlaşalı bu külfet ortadan kalktı. Yazarsak mesaj yazıyoruz mektup yerine. Buna da üşenip hazır mesajları kullananlar var! Atalarımız, “Al eline kalemi, yaz başına geleni” demişler oysa biz dilekçe bile yazmaz, başımıza iş getirenlere “Allah cezaları versin!” diye beddua etmekle, küfredip homurdanmakla yetiniriz. Ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep, yazılmaz benim derdim, deriz ah of çekerek. Bakkala, marketçiye “Yaz tahtaya, al haftaya” diyoruz ya da Barış Manço’nun, “Yaz defteri kitabı/Sarı çizmeli Mehmet ağa/Bir gün öder hesabı” diye şarkı söyleyiveriyoruz alacaklılarımıza. Lefter, futbolu bıraktığı için, “Ver Leftere, yaz deftere” esprimiz de unutuldu... Başımıza gelenler alın yazımız sayılıyor, kader kara yazdı, diye dert yanılıyor... Bu karamsar sözleri silelim de sizleri yazmakla ilgili fıkralarla baş başa bırakalım. KUDURAN ADAM Adamın birisini köpek ısırmış. Zamanında aşı yaptırmadığı için ölecekmiş. Ölüm döşeğine düşünce dostlarından kalem, kâğıt istemiş. “Vasiyetini mi yazacaksın?” diye sormuşlar. “Hayır” diye başını sallamış, “Isıracağım kişilerin adlarını yazacağım.” AHMAKLAR DEFTERİ Şair Haşmet, yanında “Ahmaklar Defteri” adını verdiği bir defter taşır ve oraya ahmaklık yapanların adlarını yazarmış. Koca Ragıp Paşa merak etmiş, “Bu defterde benim de adım var mı?” diye sormuş. “Evet, paşam, var” demiş Haşmet. Paşa şaşırmış, “Peki neden?” demiş. Şair, “Dün, pek güvenilmeyen birine borç verdiniz de ondan” diye cevap vermiş. “Ya adam borcunu öderse ne yapacaksın?” “O zaman sizin adınızı siler, onunkini yazarım.” YAZMAK NE ZAMAN İŞE YARAR? Yazanlar, hele gazete ve dergilerde gerçekle
çarptırılırlar. Çıkarı bozulanlar tarafından dövülür, sövülür, hatta öldürülürler. Bu konuda şöyle bir taşlama yazmıştım: Kara kara kazanlar Ah şu oyunbozanlar Kimvurduya giderler Gerçekleri yazanlar... Yazmanın işe yaradığı yerler ve zamanlar da vardır. Nasıl mı? Bakın anlatıvereyim. Geçenlerde bir lokantaya gittim. Ismarladığım yemeğin gelmesini beklerken ilham geldi. Cebimden not defterimi, kalemimi çıkarıp bir şeyler yazdım. Garson koşarak geldi: “Beyefendi, bir kusurumuzu mu gördünüz?” diye sordu. “Hayır, aklıma bir şey geldi de onu yazdım” dedim ama garson inanmadı, lokantanın sahibine bir şey söyledi. Adam yanıma geldi, özür diledi ve öyle çok itibar etti ki beni böyle yerleri teftiş eden biri sandığını anladım. Bozuntuya vermedim. İkram edilen güzel yemekleri yedim. Benden para almadıkları gibi her gidişimde başköşeye oturttular... Gördünüz ya yerinde ve zamanında yazılan yazı ne kadar işe yarıyor! ERHAN TIĞLI

SİYASET İLMİ

SİYASET İLMİ Eski devirlerden birinde bir medresede ders veren müderrislerden birisinin çömezi hocasından imamlık yapmak için destur ister. Hocası, “Oğlum, sen daha siyaset dersini belleyemedin. Biraz daha sabret. İşler bildiğin gibi değil. Pişmelisin” der ama dinletemez. Çömez gider, bir köye imam olur. Her minbere çıkışında hocasını kötüler, kendini yüceltir. Onun kırk yılda öğrenemediğini kendisinin dört yılda öğrendiğini söyler. Hocanın değerini bilenlerden biri yanına gidip, “Hocam, çömeziniz size teşekkür edeceğine, kendisi kadar bilginiz olmadığını iddia ediyor” der, durumu anlatır. Hoca kızar ama belli etmez. Kıyafet değiştirerek çömezinin bulunduğu köye gider ve bir Cuma vakti camiye girer. Çömez gene alıştığı gibi hocasına verip veriştirir. Müderris hiç sesini çıkarmaz. İkindi namazı geldiğinde çömezine “namazı ben kıldırayım bu sefer” diye teklifte bulunur, rica eder. Çömez biraz nazlandıktan sonra “peki” der. Hoca namazı kıldırdıktan sonra köylüye döner; “Hocanız çok değerli bir kişidir. Kadrini kıymetini bilin, kendisine çok hürmet edin. Böyle mübarek bir zatın bir kılına bile sahip olabilenler doğrudan doğruya cennete giderler” diye konuşur. Bunu duyanlar imamın başına üşüşürler, saçını sakalını yolarlar. Çömez oradan zor kaçar, nerede yanıldığını anlamak için hocasının yanına varır, ondan af diler, “Ben sizi kötüledim ama siz beni övdünüz. Öyle bir övdünüz ki köylüler üzerime hücum edip beni tüyleri yolunmuş tavuğa döndürdüler. Bunun nedenini anlayamadım. Ne olur anlatın da bileyim, öğreneyim” diye yalvarır. Hocası başını sallar, “Oğlum, ben sana siyaset ilmini öğrenmeden bir yere gitme demedim mi? Bu gidişle sadece yolunmakla kalmazsın, kesilip tencereye bile atılırsın. Siyasetçi dediğin överken yermesini, yererken övmesini bilir ve bunu bir silah gibi kullanır. Meşhur laftır; Sen seni bil sen seni, sen seni bilmez isen patlatırlar enseni. Köylülerin daha ileri gitmediklerine şükret. Siyaset ilmini iyice öğrenmeden kürsüye çıkma” der. Siyaset böyledir işte; Her şeyi bildiğini sanıp hava atmaya, rakiplerini küçümsemeye, afra tafraya, böbürlenmeye gelmez. Yandaşlarının pohpohlamasına kanma, aldanma. Alçakgönüllüğü elden bırakma. O okulda iyi oku, dersine güzel çalış; gülünü koklarken dikeni olduğunu unutma. Ne oldum delisi olup da kendini fasulye gibi nimetten sayma!

Çiçekli Çağrı

ÇİÇEKLİ ÇAĞRI Uzak durma öyle Yakına gel yakına Binelim mutluluğun Sevda renkli atına Çıkalım sevgi ve dostluk ülkesine Akına Pişman olsun estiğine Çiçeklerimizi yerle bir eden Fırtına Varalım Yaşamanın ne kadar güzel olduğunun Farkına

9 Mayıs 2024 Perşembe

Hocanın ilginç duası

Köye yeni atanan hoca camiye pek gelen olmadığını görünce köylülere bunun nedenini sorar. Namaz duası bilmediklerini söylerler. Hoca “Ben yüksek sesle dua okurum, siz de tekrar edersiniz” der. “Tamam” derler. Hoca yere eğildiğinde burnu taban tahtalarının arasına kısar, can acısıyla “Burnum kıstı” diye bağırır. Bunun dua olduğunu sanan cemaat “Burnum kıstı” diye tekrarlar. Hocayı kurtarmaya gelen olmaz! Bir süre sonra burnunu kurtaran hoca hiçbir şey olmamış gibi namaza devam eder. Namaz bitip de camiden çıkarken bir genç hocaya yaklaşır, “Duanız çok güzeldi. Hele o son duanıza bayıldım. Hiç böyle bir dua duymamıştım” der.

7 Mayıs 2024 Salı

KUTSAL EMİR

KUTSAL EMİR Yurt dışında başka iş bulamayan, açlıktan nefesi kokmaya başlayan Temel, keşiş olmaya karar vermiş. Karnı doymuş, kalacak yer de var ama dünya zevkleri yasak. Temel bu, ihtiyacını gidermek için hemen bir çözüm üretmiş. En güzel rahibe kapısının önünden geçerken bağırmaya başlamış Temel; “Olmaz İsa! Olmaz!” Rahibe, kapının önüne gelip merakla ne olduğunu sormuş. “ İsa ile konuşuyorum” da demiş Temel “ Bana kapımın önünden geçen ilk rahibeyi odama almamı söylüyor.” Rahibe;” İsa söylüyorsa yapacak bir şey yok!” diyerek girmiş içeri. Temel gözleri kapalı, trans halinde sürdürmüş konuşmasını ;” Yok artık İsa! Onu söyleyemem! “ Rahibede şaşırıp ve sormuş “Yine ne oldu?” diye. “ İsa senin soyunmanı istedi” demiş Temel. Rahibe de “O öyle söylüyorsa bi bildiği vardır” diye cevap verip soyunmuş. Temel’in İsa ile sohbeti sürmüş. “ Sen de soyun, rahibenin üstüne çık. Azıcık ucunu...” Rahibe ne yapsın? Emir büyük yerden. “Ama” demiş Temel’e “ Asla bekaretime dokunmak yok!” Temel rahibenin üstüne çıkınca durur mu? Başlamış bağırmaya; “İtmesene ulan İsa! İtmesene!” İlişki rahibenin hoşun gitmiş; “Bırak itsin, biraz daha itsin. Hem de çok itsin. İşine karışma” demiş. İş bitince rahibe odasına gitmiş. Bizimki kendi kendine, “Ben ne yaptım böyle. Hem ayıp hem günah bu. Hem kendim baştan çıktım hem de rahibeyi baştan çıkardım” diyerek bir daha böyle bir eyleme girişmeme kararı alarak rahibeye yanaşmamış. Ama aradan bir süre geçince rahibe kapıyı çalmış, “Çoktandır sesin soluğun çıkmıyor. Kutsal emir gelmiyor mu artık?” diye sormuş. Bizimki, ”Geliyor ama sana zahmet vermek istemiyorum, söylemeye utanıyorum” demiş. Rahibe, “Hiç olur mu? Benim için zahmet değil zevk bu. Hadi gel emre bir kere daya uyalım” diyerek soyunup yatağa girmiş. Temel de emri hemen yerine getirmiş… Üç dört gün sonra odanın önünde beş altı rahibeye rastlamış. Burada ne beklediklerini sormuş. Rahibeler sana gelen kutsal emre uymaya geldik. Çok zevkli oluyormuş” demişler ve aralarında içeriye önce ben gireceğim, sen gireceksin diye kavga etmeye başlamışlar. Temel rahibelerin arasında yaşlı ve çirkin olanları görünce, “Bu iş bana pahalıya mal olacak. Hem başım belaya girecek hem de aforoz edileceğim. Hadi gençler neyse, bu yaşlı ve çirkin olanlarla nasıl baş edeceğim. Bana işkence olacak bu” diye düşünmüş. “Biraz sabredin. Ben odama girip hazırlanayım. Hazır olunca size haber veririm” diye içeriye girmiş. Tuvaletin penceresinden yere atlayıp ardına bile bakmadan kaçmış. Oradan uzaklaşmış. Beklemekten sıkılan rahibeler odada Temel’i göremeyince şaşırmışlar. Yetmişlik bir rahibe, “Ne mübarek adammış. Sır oldu, ortadan kayboldu. İsa yanına çağırdı galiba” demiş. Diğerleri de “Şu emri bize sunsaydı da ondan sonra gitseydi” deyip yas tutmuşlar.

6 Mayıs 2024 Pazartesi

Güldüren düşündüren bir alıntı

EMİR BÜYÜK YERDEN Yurt dışında başka iş bulamayan, açlıktan nefesi kokmaya başlayan Temel, keşiş olmaya karar vermiş. Karnı doymuş, kalacak yer de var ama dünya zevkleri yasak. Temel bu, ihtiyacını gidermek için hemen bir çözüm üretmiş. En güzel rahibe kapısının önünden geçerken bağırmaya başlamış Temel; “Olmaz İsa! Olmaz!” Rahibe, kapının önüne gelip merakla ne olduğunu sormuş. “ İsa ile konuşuyorum” da demiş Temel “ Bana kapımın önünden geçen ilk rahibeyi odama almamı söylüyor.” Rahibe;” İsa söylüyorsa yapacak bir şey yok!” diyerek girmiş içeri. Temel gözleri kapalı, trans halinde sürdürmüş konuşmasını ;” Yok artık İsa! Onu söyleyemem! “ Rahibede şaşırıp ve sormuş “Yine ne oldu?” diye. “ İsa senin soyunmanı istedi” demiş Temel. Rahibe de “O öyle söylüyorsa bi bildiği vardır” diye cevap verip soyunmuş. Temel’in İsa ile sohbeti sürmüş. “ Sen de soyun, rahibenin üstüne çık. Azıcık ucunu...” Rahibe ne yapsın? Emir büyük yerden. “Ama” demiş Temel’e “ Asla bekaretime dokunmak yok!” Temel rahibenin üstüne çıkınca durur mu? Başlamış bağırmaya; “İtmesene ulan İsa! İtmesene!” İnsanlık tarihi boyunca amacına ulaşmak için, Temel gibi dini kullananlar her zaman olmuştur. Temel hiç değilse İsa’yı kullanmış. Bazıları doğrudan Allah’ı alet

5 Mayıs 2024 Pazar

Şairane Kolye

ŞAİRANE KOLYE Kolye kadınları eski çağlardan beri boyunlarına taktıkları bir süs eşyasıdır. Son zamanlarda erkekler de takmaya başladılar ama kolye daha çok kadınlara yakışır ve güzelliklerine güzellik katar. Çeşit çeşit kolye vardır. Kimi çiçekli, kimi böcekli ya da güneş, ay, yay gibidir. Adlarını yazdırıp kolye olarak takanlar bile vardır. En tutulan kolye yonca şeklinde olandır ki bu kolyeyi takanlar onun uğur getireceği sanırlar. Kelebekli kolye de epey göz alıcıdır. Dikkati çeker. Kelebek dedim de aklıma geldi. Güzel bir kadın kelebekli bir kolye takmış ve çapkın bir gence kolyesini beğenip beğenmediğini sormuş. Genç gözlerini süzerek, “Kelebek güzel ama konduğu çiçeğe bayıldım” demiş. Bu fıkrayı şu biçimde de duymuştum. Genç kadın uçak biçiminde bir kolye takarak gence kolyesini nasıl bulduğunu soruyor. Genç de, “Uçak güzel ama hava alanı daha güzel” diyor. Sakın kolyeyle koliyi karıştırmayın. Nasıl olur demeyin. İşte şöyle olmuş; Okulun hizmetlisi bayan öğretmene postacı size kolye getirdi, diyor. Kadın şaşırıyor, dudak bükerek, kim gönderdi acaba, niye kendi getirmiyor da postacıya havale ediyor, hem postacıyla kolye mi gönderilir diye düşünüyor ve hizmetliye, hani o kolye nerede diye soruyor. Hizmetli ona bir kağıt uzatıyor, kendisini getirmedi, kağıdını getirdi, bu kağıtla postaneye gidip alacakmışsınız, diyor. Bu olayı duyanlar dedikoduya başlıyorlar; kim gönderdi acaba, veli mi, gizli bir aşığı ya da hayranı mı diye fısıldaşıyorlar… Kadın boş zamanında hemen postaneye koşuyor, kağıdı memura uzatıyor. Memur kendisine küçük bir paket uzatıyor. Kadın merakla paketi açtığında ortada kolye falan göremiyor, şaşırarak memura postacı kolye getirmiş, hizmetli öyle söylüyordu. Hani nerede o kolye diye soruyor. Memur gülüyor, postacı paketin içindekini ne bilecek? Koli demiştir o, sizin andavallı da koliyi kolye anlaşmıştır, diyor. İşte böyle! Paketin içinde ne olduğunu söyleyeyim de sizi daha fazla merakta bırakmayayım. Kadın bir gazetenin bilmecesini çözmüş, hediye olarak da kendisine bir saat kordonu yollamışlar. İyi ki bayan öğretmen, saat kordonunu kolye sanıp boynuna takmamış, değil mi? İmdi gelelim asıl konuya. Şairane kolye de neymiş, nasıl bir şey acaba, diyenler iyi okusun. Kolye var kolyecik var, kolyeden kolyeye fark var. Her kolye güzeldir ama kolyelerin en güzeli, en şairanesi seven kişinin öpücüklerinden yaptığı ve sevgilisinin boynuna dudaklarıyla taktığı kolyedir.