6 Kasım 2016 Pazar

HALK DÜŞMANI

Kentin yabancısıydım. Bir iş için üç beş gün kalıp gidecektim. Gözüme bir şey çarptı; daha önceki gelişlerimde çok sevildiğini, el üstünde tutulduğunu gördüğüm bir gence bu kez halk düşmanı gibi davranıyordu herkes. Kendi kendime, “Bu genç ne kabahat işledi ki böyle birdenbire gözden düştü” diye düşündüm ve onu dikkatle izlemeye başladım. Parkta otururken bizim halk düşmanının da orada olduğunu gördüm. Birini bekliyordu herhalde. Bir süre sonra beklediği geldi. Güzel bir kızdı bu. Genç onu sevgiyle karşıladığı halde kızın yüzü asıktı. Genç, kızın elini tutmak istedi, kız itti:

“Bırak artık yakamı. Seninle bir daha görüşmek istemiyorum” diye bağırdı. “Bu son buluşmamız. Gidiyorum. Sana hoşça kal bile demiyorum. Çek git!”

Delikanlı şaşırdı:

“Hani beni çok seviyordun, ne oldu, niye değiştin?” diye sordu.

“Fazla soru sorma. Yakamdan düş.”

Delikanlı kızın kolunu tutarak gidişini engellemek istedi:

“Dur bir dakika. Bir açıklama yapmalısın. Gitme, beni böyle bırakma” dedi.

Ortalık bir anda karıştı. Sağdan soldan gelenler, “Bırak ulan kızın yakasını!” diye bağırarak gence vurmaya başladılar. Delikanlı kendini zor kurtardı ellerinden ve arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Bu olay hakkında, “Bu genç herhalde adi bir çapkın, ırz düşmanı olmalı. Foyası meydana çıkınca halkın tepkisini çekmiş. Namusuna, ırzına düşkün bir milletizdir biz. Aynı şeyi kendimiz yapsak övünürüz de başkası yaparsa öldürecek kurşun ararız. Karda yürüyüp izini belli etmeyeceksin, yoksa yersin ayvayı” diye bir yorum yaptım.

Rastlantı bu ya, oturduğum kahveye de geldi halk düşmanı genç. Çay istedi, garson duymazlıktan geldi. Genç üsteleyince kızdı, “Sana çay yok bu kahvede!” diye bağırdı. Sonra da, “Kaçırılır mı o be!” diye ekledi.

“Tamam” dedim kendi kendime, “Vergi falan kaçırmış olacak bu namussuz. Ondan sevmiyorlar, nefret ediyorlar kendisinden. Halk bilinçleniyor. Böyle vergi kaçakçıları ayıplanır, toplum dışı bırakılırlarsa kimsenin yüzüne bakamazlar. Kaçacak delik ararlar. Bak o zaman nasıl düzelir memleket, nasıl kalkınırız ve de çağdaş uygarlık düzeyine erişiriz.”

Halk düşmanı çarşıdan geçerken herkes sırtını döndü, yüzüne bile bakmadılar, bakanlar da kin kustular, verdiği selamı almadılar, yere tükürdüler yüzüne tükürür gibi. Herhalde buradaki kişilerin çoğunu dolandırmış olacak bizimki. Yazıklar olsun!

Öğleyin bir lokantada yemek yiyordum. Halk düşmanı geldi. Geldi ama kimse ilgilenmedi onunla. Garsonun birini çağıracak oldu. Garson öfkeyle, “Sattın ulan bizi. Yok sana yemek falan. Çek git buradan!” diye öfkeyle soludu. Elinden gelse bir kaşık suda boğacaktı halk düşmanını.

“Vay namussuz vay! Karaborsa mal satmış galiba bu, garsonu da kandırmış muhakkak. Bozuk malı kaliteli diye yutturdu galiba zavallıya. Garson ‘satmak’ dediğine göre böyle bir şey olmalı. Halk biliyor canım ne yapacağını. Karaborsayı önlemek için karaborsacıları asmaktan falan söz eder kimileri. Ne gerek var asmaya, kesmeye ya da hapiste beslemeye. Bak, nasıl bulmuş pratik çözüm yolunu canım halkım. Hiç konuşmayacak, yüzüne bile bakmayacaksın böylelerinin. Aforoz edeceksin. Toplum içinde toplum dışı kalacaklar. İşte o zaman kalkar karaborsa, düzelir her şey. Güllük gülistanlık olur her yer.”

“Parasıyla değil mi, niye yemek vermek istemiyorsun bana, ne yaptım ben sana?” diye sordu Genç. Garson sesini çıkarmadı ama lokantadakiler hep bir ağızdan;

“Ona yemek verirsen biz de bir daha buraya gelmeyiz” diye bağırıştılar.

“Bu kadarı da fazla” diye söylenerek gence döndüm:

“Sen de başka bir lokantaya gidiver kardeşim” dedim.

“Niye gideyim canım?” diye diklendi genç. “Hem oralarda da böyle karşılamayacaklar mı bakalım! Ağız birliği etmişler hepsi de...”

Acıdım herhalde. Acıdım da hiç düşünmeden ‘kardeşim’ deyiverdim. İyi ki farkına varmadılar; yoksa beni de suç ortağı, dostu falan sanırlar nemelazım. Bir tekme de sen vuracaksın böylelerine. Atalarımız ne demiş; merhametten maraz doğarmış...

“Nereye gidersen git, bizi rahat bırak” dedi bir müşteri. “Seninle aynı ortamda bulunmak istemiyoruz. Defol git bir an önce.  Yüzünü bile görmek istemiyoruz.”

Diğer müşteriler de masaya çatallarını, bıçaklarını vurmaya, “Git, defol git! Bize görünme, bizden uzak dur da ne yaparsan yap” diye homurdanmaya başladılar.

Halk düşmanı dudak bükerek:

“İyi ama daha önce masalarınıza çağırıyor, yemek ısmarlıyordunuz” diye konuştu.

Lokanta sahibi koşarak geldi, genci kolunda tutarak dışarıya sürükledi.

“Yapılır mı bu be bize? Hangi yüzle geldin sen buraya. Çek git, yoksa fena olacak, elimden bir kaza çıkacak. Benden bulma, Allah’ından bul” diye bağırdı.

“Yapılır mı bu?” diye sorduğuna göre, çok ayıp bir şey yapış bu genç. Yörenin adını kötüye çıkarmış. Artık iyice belli oldu. Yüz kızartıcı bir suç işlemiş. Kaçakçılık yaptı, mal stok etti, halkı sömürdü, genç kızları kötü yola düşürdü... Ne bileyim; her türlü namussuzluğu, yolsuzluğu yaptı. Amma da yüzsüzmüş be’ Ben olsam, kimsenin yüzüne bakamam doğrusu.

***

Bir otobüs yazıhanesinin önünden geçiyordum. Halk düşmanının başka bir yere gitmek için bilet aldığını gördüm. Demek, artık burada yaşayamayacağını anlamış, istenmediği bu yerden bir an önce uzaklaşmak istiyordu. Aslında böylelerine hiçbir yerde hayat hakkı tanımamalıydı. Ama böylesi de iyiydi. Pişman olabilir, gittiği yerde namusuyla yaşar, tövbe ederek tekrar iyi, erdemli insanların arasına karışabilirdi...

Nasıl ve nereden haber almışlar bilmiyorum. Gencin bindiği otobüsün önü mahşer yerine döndü. Kalabalığın arasında kucağı çocuklu anneler bile vardı. Halk düşmanına, şanına(!) layık bir uğurlama töreni yapacaklardı herhalde. Biraz sonra tahminimde yanılmadığımı anladım. Otobüs kalkarken tekeler çalınmaya, çürük yumurta ve domatesler atılmaya başlandı. Kalabalık koro halinde yuh çekiyordu.

Daha fazla dayanamadım. Yuh çekenlerden bir çocuğun yanına yaklaşarak işin aslını öğrenmek istedim. Bu gence niye bu kadar kızdıklarını suçunun ne olduğunu sordum.

Çocuk, “Bu da sorulur mu?” der gibi bana şöyle bir baktıktan sonra konuştu:

“Nasıl kızmayalım be abi?” diye içini çekti, “Hakemin verdiği penaltıyı dışarı attı, takımımızın küme düşmesine sebep oldu.”