30 Mart 2022 Çarşamba

KUŞKULU BİR CİNAYET

Arzu Aydın, Abdullah Semiz’in lokantasına gitmiş, yedik içtikten sonra kapıdan çıkarken birden yere düşerek ölmüştü. Kendisi genç, sağlıklı bir kişiydi. Hiçbir hastalığı yoktu. Bu lokantadaki yemeklerden yedikten sonra ölüvermesi kuşku uyandırmıştı. Yemekler tahlil ettirildi, sağlığa zararlı, zehirli bir şey bulunamadı. Yemekler gayet güzel hazırlanmıştı. Yağı, tuzu, tadı yerindeydi. O kadar iyi ve güzeldi ki herkes buraya gelip bu yemeklerden yemek için can atıyordu. Doktorlar kadının ani ölümünün geçirdiği ir şoktan olabileceğini ileri sürdüler. Bu şokun nedeni araştırılmaya başlandı, tanıklar dinlendi. Ölen kadının en yakınındaki masada yemek yiyen kadın şöyle konuştu: “Kadın bir etek ve bluz giymişti. Eteği yırtmaçlı ve dardı. Bluzu ise yarasa kollu, şal yakalı, ipekli, siklamen renkliydi. Saçları sarı ve biyoformluydu. Sağ kolunda bir müjde, bir de tren yolu bilezik vardı. Küpeleri sallamalıydı. Yüzüklerine gelince...” Burada sözü kesildi. Sorgucu öfkeyle, “Kadının giydiklerini değil, gördüklerini anlatacaksınız bayan” diye bağırdı. Kadın şaşırdı, “Ben de gördüklerimi anlatıyorum ya?” diye kekeledi. Sorgucu, “Kadın yemek yerken anormal bir şey oldu mu?” diye sordu. “Her şey normaldi” diye söze başladı kadın. Sonra, “Hayır, pek de normal sayılmaz; çünkü garsonlar etrafında pervaneydi sanki. Bir dediği iki edilmiyordu. Bu durumu görünce kadın çok önemli biri mi acaba, diye düşündüm. Ama buna pek ihtimal veremedim. Kadının giysisi basitti, modaya uygun değildi. Belki de lokanta sahibinin bir yakını olabilir, diye düşündüm. Bu da olamazdı. Yanına gelip afiyet olsun diyen yoktu.” “Kadın yemek yerken ya da yemekten sonra dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?” “O zaman değil de hesabı istediği zaman yüzü değişti. Gelen hesap çok hoşuna gitmişti galiba. Gülümsedi, memnun oldu. Oysa bana getirilen hesap yüklüydü. Toplamda yanlışlık yapılmış mı diye iyice inceledim. Yüzüm asıldı...” Kadın tanık gönderildi, bir erkek tanık dinlenmeye alındı. “Kadın orta boylu, balıketinde, zeytin gözlü, pırasa saçlıydı. Dar etek kalçalarını sımsıkı sarmıştı. Yırtmacından sütbeyaz bacakları görünüyordu. Hele bacak bacak üstüne atınca aklım gitti” diye yutkundu erkek tanık. Sorgucu kızdı, “Başka bir şey görmedin mi be adam!” diye homurdandı. “Bir erkek güzel bir kadında başka ne görür efendim?” dedi adam. “Her şey güzel ve de gayet normaldi. Garsonlar haddinden fazla kibar, çevre tertemizdi. Bal dök yala derler ya, aynen öyleydi. Bu güzelliği kadının birden düşüp ölüvermesi bozdu. Önce bayıldı sandık ama ne yazık ki ölmüştü. Demek ki eceli gelmiş. Allah taksiratını affetsin!” “Yerler kaygan olabilir mi? Kadının ayağı kaymıştır belki.” “Hayır efendim. Öyle olsaydı başkaları da düşerdi.” *** Sıra lokantanın sahibinin ifadesini almaya gelmişti. “Vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum efendim” diye dudak büktü Osman Ay. “Kendisine diğer müşterilerimize yaptığımız hizmeti yaptık. Yemeklerimizde zerre kadar zehir ya da zarar verecek bir katkı maddesi yoktu. Bizim lokantada ölmesi acı bir rastlantıdır ve de rakiplerimiz tarafından aleyhimize kullanılabilir. Bunun için çok üzgünüm.” Sorgucu ona ölen müşterisini daha önce tanıyıp tanımadığını sordu. Lokantacı kekeleyerek, “ Yo! Nereden tanıyacağım?” diye kekeledi. “Lokantanıza daha önce gelmiş miydi?” “Her gün birçok müşteri geliyor lokantama. Hepsini aklımda tutamam ki.” “Ama böyle güzel bir müşteri akılda kalır, değil mi?” “Benim o taraklarda bezim yok. Müşterilerle değil, işimle ilgilenirim hep. Müşterilerimin güzelliğine, çirkinliğime bakmam.” “Demin sorguya çektiğimiz bir erkek müşteri kadının güzelliğinden etkilenmiş, mest olmuş. Ayıp değil ya, aynı durumda ben de etkilenirdim kendisinden. Güzele bakmak sevaptır, demiş atalarımız. Öyle değil mi? Erkeğiz ne de olsa!” “Ben mesleğime çok bağlıyımdır; yemek zamanında işten başka bir şeyi gözüm görmez. Aşçılıktan gelme bir patron olduğum için çok titizimdir, her şeye dikkat ederim. Denetlerim. Hatta arada sırada sırf zevk için yemek yaparım.” “Sizin gibi bir patronun lokantasında yemek yemek isterim ama maaşım az, ayın sonuna getiremem sonra. Yemekleriniz bana pahalı gelir.” “Aman efenim, ne demek, her zaman bekleriz. Gerekli indirimi de yaparız.” “Hatırlı müşterileriniz için de yemek yapar mısınız?” “Yaparım tabii. İstediğiniz bir yemek varsa söyleyin de kendi ellerimle yapayım.” “Boğazına düşkün bir kişi değilim. Ne bulursam yerim. İşim başımdan aşkın olduğu için lokantalara gitmeye zamanım olmaz, çoğu zaman tostla hamburgerle geçiştiriveririm.” “Aman efendim, kendinize yazık etmeyin. Yemek yemek bir sanattır.” “Hele yemek yapmak apayrı bir sanattır değil mi?” “Öyledir ya. Kimi zaman bir sanatçı titizliğiyle saatlerce uğraşırız yemek yapmak için. Müşterilerimizin çoğu sizin gibi anlayışlı değillerdir. Saatlerce uğraşıp yaptığımız yemekleri birkaç dakikada midelerine indiriverirler de teşekkür etmek akıllarına gelmez.” “Çok ayıp ediyorlar doğrusu. Şey... Arzu hanım için de özel yemek yapıvermiş miydiniz? Laf olsun diye, merakımdan sordum. Sakın yanlış anlamayın.” “Kadını tanımadığım söyledim. Tanımadığıma göre niye özel yemek yapıvereyim?” “Haklısınız. Yüklü bahşiş verecek biri olsa neyse, değil mi ama?” “Evet. Siz de haklısınız.” “Zengin olmadığını nereden biliyorsunuz?” “Kadının zengin biri olmadığını öldüğünde yanına geldiğimde gördüm, fark ettim.” “Bravo! Çok dikkatliymişsiniz. Polis olmalıymışsınız. Çoğu kişi böyle zamanlarda telaşa kapılır, kadının kıyafetine pek dikkat etmez. Hele bu ölüm olayı sizin lokantanızda olmuşsa, diğer müşteriler rahatsız olacak, etkilenecek diye paniğe kapılırsınız. Neyse, geçelim bunları. Soğukkanlısınız anlaşılan. Bir bakışta kadının zengin olmadığını anlayıvermeniz için de sizi kutlarım. Zengin olsaydı cebi dolu bir müşterinizi kaybettiğiniz için üzülürdünüz.” “Bir insan öldüğü için üzülürüm. Zengin, fakir fark etmez.” “Zaten fakirler sizin lokantanızda yemek yiyemez. Tekrar soruyorum. Bu kadına özel yemek yapmadığınıza emin misiniz?” “Hayır dedim ya, niye aynı şeyi sorup duruyorsunuz?” “Aşçılarınız öyle demiyor ama. Kadın gelince mutfağa girmiş, ona özel yemek yapmışsınız. Garsonlardan biri de götürmüş, vermiş. O da afiyetle yemiş.” Lokantacı terini silerek, “Yapmışımdır belki. Pek hatırlamıyorum ya da unutmuş olacağım” diye konuştu. “Ne var bunda?” diye homurdandı. “Bazı şeyleri pek güzel anlatıyorsunuz da bazılarını nedense es geçiyorsunuz.” Diye başını salladı sorgucu. “Olabilir. Başka sorunuz yoksa gitmek istiyorum. İşimin başında olmalıyım.” “İşinize çok düşkünsünüz. Ben de öyleyimdir. Soracak pek sorum kalmadı. Ha, şey diyecektim. Kadını daha önce hiç tanımadığınıza eminsiniz değil mi?” “Kaç defa söyleyeceğim? Tanı... mı...yorum! Hem tanısam ne olacak, bunun cinayetle ne ilgisi var? Bana suçluymuşum gibi davranmaktan vazgeçin artık.” “Siz cinayetten söz eden oldu mu?” Lokantacı ne diyeceğini bilemedi, içini çekerek yumruklarını sıktı. Sorgucu lokantacını gözlerinin içine bakarak, “Niye bu kadar üstünde duruyorum biliyor musunuz?” diye sordu. “Kadının erkek kardeşi onu çok yakından tanıdığınızı iddia ediyor. Bu durumda ya siz yalan söylüyorsunuz ya da o...” Lokantacı alayla “Belki de yalan söyleyen sizsiniz” diye güldü. “Onun erkek kardeşi yok ki. Bunu da nereden çıkardınız?” Sorgucu da sinsi bir gülüşle, “Nereden biliyorsunuz bunu?” diye konuştu. Lokantacı terini silmeye çalıştı, kıpkırmızı olmuştu. “Şey yani...” deyip sustu. Sorgucu kararlı bir tavırla noktayı koydu: “Boşuna inkar etmeyin. Biz her şeyi araştırdık. Arzu hanımla daha önceden tanışıyordunuz. İkiniz de ayni kasabadansınız. Komşuydunuz. Evlenmeye karar verdiniz. Nişanlandınız ama size ihanet etti. Hayal kırıklığına uğradığınız yetmiyormuş gibi yaptığınız bütün masraflar boşa gitti. Hediye ettiğiniz takıları alarak başka bir yere kaçtı. İzini kaybettirdi. Aradan yıllar geçti. Siz de kasabadan ayrıldınız, bu kente geldiniz, bir lokanta açtınız. Eski sevgiliniz farkında olmadan yemek yemeye gelince intikam ama fırsatı bulduğunuz için sevindiniz, bu zeki cinayeti işlediniz...” Lokantacı sinirli bir gülüşle sorgucunun yüzüne baktı; “Tamam. Haklısınız. Onu önceden tanıyordum. Dedikleriniz de doğru ama cinayet işlediğimi de nereden çıkardınız? Yediği yemek çok güzeldi. Belki hayatında böyle güzel bir yemek yememişti. Ölmesi değil sevinmesi gerekiyordu” diye konuştu. Sorgucu, “İşte bütün mesele burada ya” diye bıyık altından güldü. “Biliyorsunuz ki memleketimizde midelerimiz hileli hurdalı, kötü yağlı, katkılı yiyeceklere alışıktır. Siz bu fırsatı kaçırmayıp ona hilesin hurdasız, halis tereyağlı yiyecekler yedirdiniz, midesini altüst ettiniz. En iyi malzemeyi kullandınız. Yemeğini bizzat kendiniz özene bezene yaptınız. Üstelik garsonlar da olağanüstü iyi davrandılar, bir dediğini iki etmediler, etrafında pervane oldular, hesabı yarı fiyatına aldılar. Kadın şok geçirdi, alışık olmadığı bu muamele tansiyonunu fırlattırdı. Sizi Arzu hanımın ölümüne neden olmaktan tutukluyorum” diye ekledi. Lokantacı daha fazla dayanamadı, çözüldü: “Bana ihanet etmenin ne olduğunu ona ne güzel göstermiştim. İntikamımı tereyağında kıl çekercesine, hiç kimsenin kuşkulanamayacağı biçimde aldığımı sanıyordum. Ama sizi hesap edemedim” dedi, elleriyle yüzünü kapayıp hıçkırıklara boğuldu.

Hiç yorum yok: