26 Nisan 2024 Cuma

Helva Hanım

Konuya girmeden önce sorayım. Helvayı sever misiniz? Ben pek severim. Taze ekmekle helva çok iyi olur. El gücüyle çalışanlar helva ekmek yiyince enerji toplarlar, yorgunluklarını unuturlar. Çeşit çeşit helva vardır: Koz helvası, tahin helvası, irmik helvası, yaz helvası, cevizli helva, çikolatalı helva, kar helvası, keten helva…(Yandı gülüm keten helva diye de bir deyim var.) Nasrettin Hoca yağan karı alıp içine pekmez koyuyor, kar helvası yaptığını söylüyor. Tadanlar beğenmiyorlar. Hoca onlara hak veriyor, “Yaptım ama ben de beğenmedim” diyor! Dedemin anlattığı bir fıkra var. Bir Fransız turist Konya’ya geliyor. Bir helvacı dükkânının önünden geçerken vitrindeki helvalar dikkatini çekiyor. Onlarda böyle bir şey olmadığı için bunların ne olduğunu merak ederek içeri giriyor. Dükkân sahibine,” Kes köse?” (Bu nedir) diye soruyor. Adam onun “Kes bir parça” dediğini sanıyor ve helvadan kesip veriyor. Turist helvayı yedikten sonra bir daha “Kes köse?” diyor. Adam kesip veriyor. Turist bir daha “Kes köse?” deyince bizimki kızıyor: “Kese kese helva kalmayacak be! Sen buraya alışveriş etmeye mi geldin, bedava helva yemeye mi?” diyerek turisti kovuyor. Dostlarımız helvamızı yemek isterler. Hastalanan arkadaşlarına, “Helvanı ne zaman yiyeceğiz?” derler. Neden böyle diyorlar biliyor musun? Biri ölünce hayır olsun diye arkasından helva dağıtırlar da ondan. (Ne kötü şaka değil mi bu!) Her ortama uyduklarını belirtmek isteyenler, “Ben helva demesini de bilirim, halva demesini de” derler. (Anadolu’nun kimi yerlerinde helvaya halva, elmaya alma derlermiş.) Gerçi konuyu çok dağıtmış olacağım ama yeri gelmişken, bu konuda bir şey anlatmak istiyorum. Satıcının biri elma satıyormuş, öbürü de yoğurt. Yoğurtçu, “Tatlı yoğurt!” diye bağırırken elmacı da kendi ağız biçimiyle, “Ekşidir alma” diye ekşi elma sattığını belirtmek istiyormuş ama yoğurtçu bunu yanlış anlamış, onun yoğurduna ekşi dediğini sanmış ve kavgaya tutuşmuşlar. Zor ayrılmışlar. Gelelim helvamıza. Helvacı türküsünü biliyor musunuz? Bilmiyorsanız söyleyivereyim. “Kara koyun etli olur Kavurması tatlı olur Buralarda yâr seven Ölmez ama dertli olur. Helvacı helva! Keten tohumlu helva Şeker lokumlu helva!” Helvadan niye bu kadar söz ediyorum da asıl konuya hemen girmiyorum? Helvayı çok sevdiğim için, sözünü ederken yemiş gibi oluyorum da ondan. Bizimkilerin kilo, kolesterol sorunu olduğu için evimize helva girmiyor uzun zamandır. Bu kadar giriş yeter. Şimdi öyküme geliyorum. Almanya’ya giden bir işçimiz orada Helga adında bir Alman kızıyla evleniyor. Bir süre sonra Türkiye’ye dönüyorlar, bir ev alıp temelli kalmaya başlıyorlar. Alman kızı Türkçe öğreniyor ama tam değil. Daha birçok eksiği oluyor. Konuşma biçimi de Türklere uymuyor. Çevredeki kadınlarla tanıştırırlarken Ayşe Teyze ona adını soruyor. Helga helva der gibi,”Helga” diyor. Teyzemiz, “Helva mı? Benim adım da baklava!” diye espri yapıyor. Bu olaydan sonra Helga’nın adı Helva olarak kalıyor. Eski adı unutuluyor. Helva hanım kocasının gözüne girmek için Türk yemekleri yapmak istiyor. Bir yemek kitabı satın alıp oradaki tariflere bakarak yemek yapmaya başlıyor. Kitapta yemek için gereken malzemeler sayılırken bazı adların yanına “arzuya göre” yazılmıştır. Bunu da bir yemek malzemesi sanan Helva hanım çarşıdaki bütün dükkânları dolaşıp “arzuya göre” yi arıyor, tabii bir türlü bulamıyor. Çaresiz, “arzuya göre” olmadan yemek yapmak zorunda kalıyor. Merakla kocasını bekliyor. Kocası geliyor, yemek yerken beğendi mi acaba diye sürekli kocasının yüzüne bakıyor Helva hanım. Bir şey anlayamayınca daha fazla bekleyemiyor, kocasına yemeği nasıl bulduğunu soruyor. “Çok güzel olmuş. Eline sağlık” diyor erkek. Bu sözlere inanamıyor Helva hanım. “Gerçekten beğendin mi, yoksa beni üzmemek için böyle mi söylüyorsun?” diye soruyor kocasına. “Beğendim tabii. Sana niye yalan söyleyeyim?” diyor erkek. “Aslında bu yemeğin bir eksiği var” diyor Helva hanım. Erkek dudak bükerek: “Ben bir eksik bulamadım. Neymiş o?” diye soruyor. “Kitapta arzuya göre de var ama aradım, bir türlü bulamadım” diye önüne bakıyor kadın. “Arzuya göre diye bir yemek malzemesi duymadım ben. Getir şu kitabı da bakalım içine” diyor adam. Kadın yemek kitabını getirip gösteriyor. Erkek gülmeye başlıyor. Kadın bozuluyor, onun alay ettiğini sanıyor. Erkek gerçeği açıklamak zorunda kalıyor: “Arzuya göre demek; isteğe bağlı, isteyen koyar, istemeyen koymaz demektir” diyor. Türkçeyi iyi bilmediği için boşu boşuna arzuya göre aradığını anlayan Helva hanım da gülmeye başlıyor. Birlikte öyle gülüyorlar ki bu gülüş tatlı yerine geçiyor, yemeğin üstüne tatlı yemiyorlar artık.

18 Nisan 2024 Perşembe

İNSAN NE OLMALI

İnsan insana Yoldaş olmalı Canına can Yüregine derman Duygularına ferman olmalı Kalp ağrısı değil Yaralarına merhem olmalı Gözyaşı değil Mutluluk sebebi olmalı Elini kalbine koyunca Hiçbirşeyi değil Her birseyi olmalı Kısacası insan insana Her daim yar olmalı

5 Nisan 2024 Cuma

Gözümüz gerçek yüzümüzdür

GÖZÜMÜZ ÖZÜMÜZDÜR -Gözümüz özümüz İlk ve son sözümüzdür Hem gözcümüz hem sözcümüz Bizim gerçek yüzümüzdür- Kimi göz çiçekli bahçelerde gezdirir Kimisi vahasız çöllere götürür Yüzümüzü güldüren güldür kimi göz Ölmeden öldürür ama dikeni Kimi zaman yangın çıkarır gönlümüzde Kimi zaman ateşimizi söndürür ** Göz vardır üşütür insanı Yağdırdığı kar Göz vardır bahardır Gören olur bahtiyar Olsa da ihtiyar… Bir bakarsın, aşılmaz dağ olur Bir bakarsın fırtınalı deniz Rengi biçimi değişiktir ama Bırakır benliğimizde derin bir iz Erhan Tığlı

2 Nisan 2024 Salı

Edebiyatımızda Gülüş

EDEBİYATIMIZDA GÜLÜŞ Gaziantep Tıp Fakültesi öğretim üyesi Profesör Doktor Yavuz Coşkun, “Çocuklarınıza sistemli olarak gülmeyi öğretin. Gülmeyi öğrenen çocuklar hayata daha olumlu bakar ve iyimser olarak büyür” diyor. Sadece çocukların değil, büyüklerin de gülmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bu işi en iyi sanatçılar yapar. Bu yazımda şair yazarların gülmekle ilgili sözlerine, dizelerine yer vererek gülmenin önemini ve değerini vurgulamaya çalışacağım. Molla Demirel, sevgilisine “Deli olurum sesini duymadığım/Gülüşünü görmediğim gün” diye sesleniyor. Replier, “Birlikte gülmediğimiz birini gerçekten sevemeyiz” diyor. Piercy, “Paylaşılan kahkaha erotiktir” diyerek bize dudak büktürüyor. Gardonyi, “Ben, adamı gülmesiyle ölçerim; kunduracı kahkaha atar. Bilgin sadece gülümser” deyip kahkaha atmaya karşı çıkıyor! “Şen adam güneşe benzer, girdiği yeri aydınlatır” diye Cenap Şahabettin, delilikle budalalığın farkını bakın nasıl belirtiyor: “Her şeye gülmek deliliktir; hiçbir şeye gülmemek de kuşkusuz budalalıktır.” Molier, “İnsan güldüğü kadar insandır”, Graville, “İnsan gülmesini bilen hayvandır” diyorlar. Chamfort’a göre, “gülmediğimiz günler kaybolmuş sayılır.” E.W.Wilcox çok önemli bir gerçeğe değiniyor: “Gülerseniz dünya da güler; ağlarsanız yalnız ağlarsınız.” Maksut Koto, Beşparmak dergisinde çıkan “Sana Bulaşan En Güzel Şey, Gülmek” adlı şiirinde bakın gülmeyi nelere benzetiyor: “gülmek, köz bir uykudan yalınayak uyanmaktır/ gülmek, mevsimi mavimsi bir düş olan martının yüreğidir/gülmek, ah ile başlayan zindanın sorgusuz güneşidir/gülmek, sana bulaşan en güzel şey... (...) gülmek, sebebsizce yeşeren bir bahar/ sanki, on üçüncü ayından başını uzatan/kasımpatı/hüznün aynasıdır gülmek” “Yüzünüzdeki gülümseme kalbinizin evde olduğunu bildiren, ışık yanan bir pencereye benzer” diyerek gülmeyi pencereye benzetiyor Francis Benson. Gülmek bakın daha nelere benzetiliyor: “Gülmek kalbin kendi kendini tedavi için yaptığı bir ilaçtır.” J. Holland, “Gülmek, fırtınalı gökte doğan bir gökkuşağına benzer.” A. Grün, “Güleryüz altın anahtardır.” T. B. Macavlav, “Gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder.” Victor Hugo... Radi Fiş’e göre “Ağlamak köleliğin, gülmek özgürlüğün ifadesidir.” M. Emin Değer, güneşin doğuşunu sevdalı kızların gülüşüne benzetiyor; “Güneşin doğuşu orda her sabah/ Sevdalı kızların gülüşü gibi” Ziya Paşa, nazik gülüşlere aldanmak gerektiğini belirtiyor: “Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm Şirin dahi kastetmesi cana gülerektir” Edip Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde gülmeyi toplumsal yönden şiirleştirmiş: “Gülmek/ bir halk gülüyorsa gülmektir.” Şair Nedim, sevgilinin şeker gülüşüyle öyle kendinden geçmiş, sarhoş olmuş ki, kendisini zevk meclisine kadeh yapan sevgilisinin içki kadehini yarım sunmasını istiyor: “Bir şeker handeyle bezm-i şevke cam ettin beni/ Nim sun peymaneyi saki tamam ettin beni” Yusuf Ziya Ortaç, “Gülüşü o kadar hoştu ki hele/Lebinden goncalar düresim geldi” diyor sevgilisi için. Fuzuli, sevgilisinin gülüşünü görünce ne yapacağını şaşırıyor; “Nutkum tutulur gonca-i handanını görünce” demekte kendini alamıyor. Cahit Sıtkı Tarancı, yanında sevgilisi gülünce şu dizeleri yazıyor: “İlktir hem sarhoş hem ayık olduğum/Bir gerçek içindeyim düşten güzel/ Sevdiğim gülüyor yanıbaşımda” Ümit Yaşar, sevgilinin en çok gülüşünü seviyor: “Ben senin en çok gülüşünü sevdim Sevindiren, ,içinde umut çiçekleri açtıran Unutturur bana birden acıları, güçlükleri Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman” Salah Birsel, “Kikirikname” adını taşıyan alaycı şiirinde, “Sizinki de gülmek mi a teresler/Gülünce şöyle bir sunturlu gülmeli/Bir iki üç dişleri göstermeli/Sırıtmalı değil zangır zangır gülmeli/ Yakaları kolalatmalı bir iki üç/Bir iki üç başları doğrultmalı/Boşuna değil bu öğütler inanın/Gülünce sabah akşam gülmeli/Ceketleri kavuşturmalı bir iki üç/Köşelerde değil ortalarda gülmeli//Düğmeleri parlatmalı zamanında/ Gülünce şapkalarla gülmeli/Bir iki üç sayıyla bükülmeli/Sırayla değil hep birden gülmeli/İşin bütün inceliği burada a teresler/Gülünce dişleri göstermeli” demiş, gülmenin yolunu yordamını göstermiş! Melek Sabah Şardağ, Gül” adlı şiirinde şöyle diyor: Gül yavrum, Gül ki, Unutulmuş eski bir öyküyü, Şarkıyı anımsar gibi olsun insanlar. Kandır doğayı gülüşünle. Yarılıp zamansız çatlasın tomurcuklar. Gül ki, Başka ülkelere göç etsin Bu kara, bu hain bulutlar. Gökyüzü boz, sokaklar dar Yitirilmiş ak sabahlarda Gülüşünden başka bağlanacak ne var? Kan, sevgileri götürüyor Evrenin dört bucağında Gül meleğim, Gülüşün armağan olsun Gülemeyen tüm çocuklara.” Halk ozanı Hüdai, gülmekle teselli buluyor: Varsın sormasınlar dar günlerimde Bol günde kapımı çalıyorlar ya! Ağlarken merhaba etmezlerse de Gülersem selamımı alıyorlar ya!” Ruhsati, “El yanında yıkar gider kaşını/Tenhalarda gülüşünü sevdiğim” diyor... Manilerde de gülmek ele alınmış, bu konuda çeşitli örnekler verilmiştir. İşte birkaçı: “Gül düğümü Karşıda gül düğümü Yârim buradan gideli Kim görmüş güldüğümü *** Bülbülüm güle karşı Gözyaşım sele karşı İçin için ağlarım Gülerim ele karşı *** Arpa buğday geç olur Güzeller güleç olur Güzellerin güleci Her derde ilaç olur” *** Gök gürlüyor derinden Gökler oynar yerinden Bir kerecik gülersen Kalbim oynar yerinden” Ben de maniye benzeterek şu dörtlüğü yazmıştım: “Ne mutlu gül dikene Gülene güldürene Gülenler güle benzer Gülmeyenler dikene” Ethel Barrymore çok önemli bir gerçeği dile getiriyor: “Kendi hatalarımıza gülmeyi başardığınız gün büyümüşsünüz demektir.” William Stakel, gülmekle cennet arasında bir bağıntı kuruyor: “Gülmeyen, gülemeyen insanlar cenneti kaybetmişlerdir.” İhsan Oktay Anar da öyle: “Gülümseyen herkes cennete bakıyor demektir.” Cemil Sena Ongun’a göre büyük adam kime denir bakalım: “Denetlendiği zaman sevinen, eleştirildiği zaman gülenler büyük adam denir.” Gülmekle ilgili atasözlerimiz de vardır: “Kişinin avradı gezegen olursa kızı da gülegen olur.” “Çok gülen çok ağlar.” “Ağlayanın malı gülene hayır getirmez.” “Her yüze gülen dost değildir.” “Ağlaya ağlaya cennete gidinceye kadar güle güle cennete git.” “Ödünç güle güle gider, ağlaya ağlaya gelir.” “Son gülen iyi güler.” “Güleriz ağlanacak halimize.” Şarkı ve türkülerimizin çoğu ağlamaklıdır ama gülüşlü olanları da vardır: “Gülünce gözlerinin içi gülüyor/ Kendimi senden alamıyorum.” “Gül sen gülün olayım/ Dile kulun olayım/Çiğne yolun olayım...” “Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir...” “Tatlı dile güler yüze doyulur mu?” “Sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde/ Bir taze emel var şu kızın handelerinde...” Ahmet Haşim gülmeyi, gülen kişileri pek sevmiyor: “Gülüş istediği kadar insanın bir üstün vasfı mahiyetinde olsun, halk nazarında gülüş hiçbir zaman gözyaşının vakar ve asaletine sahip değildir.(...) İtiraf etmeli ki gülüş ruhun asil bir faaliyeti eseri değildir. Hiç kimse kendine gülmez; güldüren diğerinin aczi, kusuru ve dalgınlığıdır ve gülen, kendinden fazla memnun olan gururumuzdur.(...)Gülmeyen bir insan ve bilhassa gülmeyen bir kadın çehresi, ilahi bir çehre olmaya yakındır.” Ziya Gökalp ise “Gülümseme” başlıklı yazısında Ahmet Haşim’i yalanlıyor: “Gülümseme, insana mahsustur. Hiçbir hayvan gülmez. Ben hasta ruhları ve sinirli insanları daima, yüzlerinin gülümser olup olmamasıyla tanırım. Sinirli insanların yüzleri gülmez. Gülümseme, ruhun sağlamlığı kadar, saadetin de müjdecisidir. Beşikteki çocuğun gülmeye başladığı gün, aile saadetinin tamamlandığı gündür. Çocuğun ilk mürebbisi, annesinin gülümsemesidir. Dostlar arasındaki samimiliği gösteren de gülümsemedir. Ben, milletlerin hayat kabiliyetlerini de fertlerindeki gülme ile ölçerim. Yazık ki bizde babalar, mürebbiler gülmeyi yasak ettiklerinden, münevver Türkler en az gülen insanlardır. Eski Türkler güler yüzlüydüler. Bence yapacağımız inkılâpların birisi de ‘güler yüz inkılâbı’ olmalıdır. Evet, milletimiz daima şen ve şetaretli olmalıdır. Her işte muvaffak olmak için başlıca şart, müteşebbislerin güler yüzlü olmasıdır. Yüzü gülmeyen insanlar hiçbir işte muvaffak olamazlar. Mesela yüzü gülmeyen bir avukat en haklı davayı kaybeder. Yüzünde gülümseme bulunmayan bir aktrist, şöhret kazanamaz. Yüzü gülmeyen bir doktor, hastalarını tedavi edemez. Bir balcı, dükkânını en iyi ballarla doldurduğu halde, gelen müşterilere hiç bal satamazmış. Bir gün, tecrübeli bir insana şikâyet etmiş: “En iyi ballar bende olduğu halde, gelen müşteriler ballarımı beğenmeyerek gidiyorlar. Halbuki komşularımın balları iyi değildir, fakat müşterileri hiçbir zaman eksik olmuyor. Bunun sebebi nedir?” Adam şu cevabı vermiş: “Sen bal satıyorsun ama yüzün sirke satıyor!” - Clarissa P. Este’s, “Kurtlarla koşan Kadınlar” kitabında diyor ki: “Gülme, kadın cinselliğinin gizli tarafıdır; fizikseldir, temeldir, tutkuludur, hayat vericidir ve bu yüzden uyarıcıdır. Jenital uyarılma gibi bir hedefi olmayan bir cinsellik türüdür. Sadece o an için, bir sevincin cinselliğidir; özgürce uçan, yaşayıp ölen ve kendi enerjisiyle yeniden yaşayan hakiki ve şehevi bir sevgidir. Kutsaldır, çünkü fazlasıyla iyileştiricidir. Şehevidir, çünkü bedeni ve onun duygularını uyandırır. Cinseldir, çünkü heyecan vericidir ve haz dalgalarına neden olur. Tek boyutlu değildir, çünkü gülme, insanın kendisi kadar başkalarıyla da paylaştığı bir şeydir. Bir kadının en vahşi cinselliğidir.” Sevgi Soysal, “Yenişehirde Bir Öğle Vakti” romanında gülme konusunu şöyle ele almış: “Gülen adam, bir kez eli açık olur. Bu asık suratlılar, aslında cimriler soyudur. Ve çoğunluktadırlar. İşte bir gülmeyi bile esirgeyen adam, parayı haydi haydi esirger. Bu sokaktan geçen şehirli kısmının çoğu hiçbir şeyi karşılıksız yapmaz. Gülmeyi de. Ya kendisini alsın diye yavuklusuna güler, ya iyi et versin diye kasaba güler, ya terfi ettirsin diye müdürüne güler, ya oy versin diye halka güler. Böyle, karşılıksız gülmeyi bilmez. Durup dururken gülenden de kuşkulanır. Suratını asıverir, benden bir şey isteyecek diye...” Bu konuda bir de Atilla Dorsay’a kulak verelim: “Gülmek... Zekâmıza seslenen, aklımızı işleten, insanla doğa arasına belli bir mesafe koyan, insana kendi dışındaki her şeye karşı bir eleştiri boyutuyla bakma olanağını hediye eden... Kısaca insanı insan yapan şeylerin arasında belki de başında gelen gülme eylemidir.” Robin Sharma, “Ferrarisini Satan Bilge” eserinde güzel öğütler veriyor: “Gülmek ruhun ilacıdır. İçinden gelmiyorsa bile bir aynaya bak ve birkaç dakika gül. Kendini harika hissetmekten alıkoyamayacaksın. William James, ‘mutlu olduğumuz için gülmeyiz. Güldüğümüz için mutluyuzdur’ demiş. Bu nedenle güne keyifli bir adımla başla. Gül, neşelen ve tüm sahip oldukların için şükret. Göreceksin, her gün güzel armağanlar getirecek. Gülmenin gücünü hep hatırla. Müzik gibi o da yaşamın stres ve sıkıntılarına karşı mucizevi bir toniktir. Kahkaha kalbinizi açar ve ruhunuzu yatıştırır... İnsanlar yaşamı asla kendilerini gülmeyi unutturacak kadar ciddiye almamalıdırlar.” Ayşe Kulin “Hayal” adlı kitabında “Birlikte gülebilmek, bence bir sır paylaşmaktan bile daha önemlidir sıkı bir dostluk için” diyor. Ben de bir bloguma “Gülelim Gülüşelim Mutluluğu Bölüşelim” adını verdim dostlarım yazdıklarımı okuyup gülsünler, birlikte gülelim gülüşelim, mutluluğu paylaşalım, dostluklar yeşersin, çiçek açsın diye… Gülmeyen insanın karnı tok olsa bile ruhu açtır Gülmek, ekmek su hava gibi önemli bir ihtiyaçtır. Erhan TIĞLI

30 Mart 2024 Cumartesi

güzel bir aşk şiiri

DESEM Kİ Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır, Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor, Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim, Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, Toprakların en bereketlisini sende sürdüm, Sende tattım yemişlerin cümlesini. Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Ekmek kadar mübarek, Su gibi aziz bir şeysin; Nimettensin, nimettensin! Desem ki... İnan bana sevgilim inan, Evimde şenliksin, bahçemde bahar; Ve soframda en eski şarap. Ben sende yaşıyorum, Sen bende hüküm sürmektesin. Bırak ben söyleyeyim güzelliğini, Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber. Günlerden sonra bir gün, Şayet sesimi farkedemezsen, Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden, Bil ki ölmüşüm. Fakat yine üzülme, müsterih ol; Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini, Ve neden sonra Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede, Hatırla ki mahşer günüdür Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum. Cahit Sıtkı TARANCI

22 Mart 2024 Cuma

DAMLALAR

Bir damladan ne çıkar deme Damlanın gücünü küçümseme Bir damlacık ne deryalar doğurur Tüm canlıları yaşamaya doyurur Damlaya damlaya göl olur sevgiler O gölde boğulur kötülük ve çirkinlikler Umut ve özlemin bir damlası bile İnsanı kendinden geçirir mutlu eder Gönüller gül bahçesine döner.

18 Mart 2024 Pazartesi

Güldürtmecelerim

GÜL- DÜRT- MECELER Eskiden bütün yollar Roma’ya çıkarmış Şimdi sadece paraya çıkıyor paraya... *** Ne yaparsan yap ama ol bir baltaya sap Sakın başı açık gezme, kendine bir külah kap! *** Komşunun otuz beşlik kızı her gün akşama kadar dışarıda gezer Ama konum komşu ona evde kalmış der... *** Gülmeyen insanın karnı tok olsa bile ruhu açtır Gülmek ekmek su hava ve sevgi gibi önemli bir ihtiyaçtır *** Pinekleyip durma bir köşede; al çantanı yola çık Yürümekten yılmayanlara yol her zaman açık! *** Önemli olan sarayda değil gönüllerde yaşamak İyi yaşamak için sakın çıkarcılığı etme kendine basamak *** Pozitif düşünceyi adın gibi benimsersen Bedenin ölse bile düşüncen yaşar yıllar boyunca *** Kimi dertlere derman olur, elinde bal tası Kimi de kesip biçmeye çalışır, elinde baltası! *** Geçenlerde birini iyice ıslattılar. Niye mi? Kuru iftira uğramıştı da... *** Güzellikle iyiliği kar, insanların yarasına sar Yoksa hiç eksilmez güvendiğin dağlardaki kar *** Ölmek kolay, yaşamak zor İnanmıyorsan yoksula sor... *** Eğer herkese eşit uygulanırsa yasa Düşkünler bayram eder, zalimleri alır bir tasa... ERHAN TIĞLI *************

14 Mart 2024 Perşembe

Tavus Kuşudur AŞK

Tavus kuşudur aşk rengarenk kanatlarıyla güzelllik sunar gözümüze gönlümüze çiçeklerimize kelebek konar şiir yağar bahçemize

9 Mart 2024 Cumartesi

♥♥ Hobi Vakti ♥♥: Lacivert Takı Kutusu

♥♥ Hobi Vakti ♥♥: Lacivert Takı Kutusu: Kutular yavaş yavaş boyanmaya başlandı :) Bittikce yayınlarım. Şu kadının güzelliğine, zerafetine bakarmısınız. :) Z...

2 Mart 2024 Cumartesi

AŞK NE ZAMAN KİRLENİR

AŞK NE ZAMAN KİRLENİR? Özdemir İnce, bir şiirinde; “Temiz kalmış ne bulunur çöplükte!/ Aşk da kirlenir elbet insanla birlikte” diyor. Çevrenin durmadan kirlendiği doğanın yok edilmeye yüz tuttuğu bu dünyada insan da aşk da temiz kalacak değil ya... Sanat, edebiyat, özellikle şiir, aşkın, insanların kirlenmelerini bir nebze önlüyor. Kirlilikten kurtulmamız bu yüce değerlere bağlı. Kirli sözleri bırakalım da gönlümüzün çiçeklenmesini, düşünce ve duygularımızın temiz olmasını sağlayan örneklere yer verelim, ne dersiniz? A, Kadir Kaçar, Sevgi Sensin adlı denemelerinde aşk ve sevgi hakkında şunları söylüyor: “Sevgiler acılarını peşin, mutluluklarını taksit taksit öderler... Gülümseyene yakındır sevgi. İnsan, insan olduğunu sevince anlar. Sevgiyi içinde bulamazsan başka yerde arama. Sevgi pembedir, sevgi beyaz/ Sevgi yemyeşil ilkyaz. Sevgi sevenine göre renk alır/Sevmeye karanlıkları kalır. Sevgi tohumu ekilen yürekte nefret ağacı bitmez. Sevmek sanattır ama insanın ömrü hep çıraklıkla geçer. Bedenin dilidir sevgi... Seven kendini keşfeder. Mermere yontu, sevgiye acı şekil verir. Sevmek öğrenmektir kendini. Unutma!/Sevgin kadarsın.” Osman Şahin, Berfin Bahar dergisinde çıkan bir yazısında, “Aşk insanı insan yapan duyguların özüdür. Aşk duyguların sütüdür. Yüreğin ipekleşmesidir. Katıksız bir madde olan süte, azıcık yabancı bir madde karışsın, hemen bozulur, kesilir. Aşka maddi çıkarlar yükleyecek olursanız bir gün bel verecektir. Bencil insanlar, sçu o zaman bencil çıkarlarında değil, aşkta bulacaklardır.” Diyor. İsmet Kemal Karadayı aşkla savaş ve uygarlık arasında bir bağıntı kuruyor: “Aşk dinlendiren savaştır Bunu geç anladım... ** Bir içimlik tat için Aşk parmağını uzatmaktır uygarlığa Ve anlaşmak...” Orhan Pamuk, Şeküreniz diyor ki “Evlenmeden önce alevlenen aşk yangını evlilikte söner. Geriye boş,kederli bir yangın yeri kalır. Evlendikten sonra duyulan aşk da biter ama onun yerini mutluluk alır.” Ona katılıyor musunuz?” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Evet. Hayat tecrübem bana gösteriyor ki evlenmeden önce birbirlerine âşık olan, hatta aşklarının şiddetini teşhir eden kişiler, evlendikten sonra sıkıcı ve aşksız hayata girip kısa sürede mutsuz olurlar. Ama evlenmeden öne başkalarına övünemeyecekleri kadar kısıtlı aşk hayatı yaşayanlar, evlendikten sonra ona ihtimamla bakarlar ve aşklarını korurlar” Sedat Umran, aşkı bayramlık bir giysi olarak görüyor: “Aşk ruhlarımıza giydirilen bayramlık giysi Işıldar üstünde sevincin elmas düğmeleri Aşktır hor kullanılmadan taşınacak giysi Çünkü bir kez delindi miydi yamanması güç” Ülfeti, “Eğer bindin ise aşk atın/Bizim menzilimiz ırak denir mi?” diye soruyor. Cahit Külebi sevgiyi yalvaç olmakla bir tutuyor: “Sevgi dediğin yalvaç olmaktır, Arınmaktır tüm kötülüklerden, Yıldız ırmakları akan gözlerden Toprak bir testiye doldurmaktır.” Aşk hakkında şair ve yazarlar neler demiş bakalım: “Aşk öyle bir şeydir ki, gün gelir bir fahişeyi azize, bir azizeyi ise fahişe haline getirebilir.” Ahmet Altan “Aşk fiilinin gelecek zaman çekimi yoktur. Gelecek geldiği zaman da aşk yoktur. Aşka ömür biçerek, aşkı anlamaya çalışanlar kendilerini kandırıyorlar” Haşmet Babaoğlu “Aşk üstüne çok sözler işittik nicedir Çözmüş değiliz o sırrı, hep bilmecedir Yalnız şu yalın gerçeği öğrendik ki Aşksız sürülen ömür soğuk bir gecedir.” “Aşk açıp kapayacağın bir musluk değildir, ırmaktır denize doğru akan ama kimi zaman ona ulaşamadan kurur gider.” Bir filmden “Aşk, güzelin kısacık ömrüne, gidenin çekiciliğine, sevgilini hayaline yakılmış bir ağıttır.” Ahmet Ümit (Aşk Köpekliktir) “Aşk kapitalizmdeki komünizmdir.” Vlrich Beck “Acıdır aşkı aşk yapan ve her aşk/Bir mutsuzluğun başlangıcıdır.” Gürel Aydın (Acı) “Aşk, gönlümün semaverinde demlenen duygu.” Bülent Ecevit “Sınanmayan hiçbir aşk gerçek değildir.” “Aşk küçük bir sözcüktür, onu büyüten sevenlerdir.” “Aşk bir savaştır; savaş için geçerli olan kuşatma, manevra, tuzak ve saldırı aşk için de geçerlidir.” Jean Paul Sartre “Aşkından kibrit oldum/Üflesen yanıyorum.” Bir halk türküsünden “Güzelliğin on par’etmez/Bu bendeki aşk olmasa” Âşık Veysel “Yoksulluk kapıdan girince aşk pencereden uçar.” T. Fullur Can Dündar, Milliyet gazetesinde çıkan bir yazısında aşkı bir yara bandına benzeterek şöyle diyor: “Aşk, şiirlerde, güllerle, bülbüllerle anlatılır hep: Dev çınarın gövdesine kazınmış kocaman kalpte buluşan iki harftir aşk... Eros’un fırlattığı okla delinmiş kıpkırmızı bir yürek gibi resmedilir. Oysa aslında çoğu zaman aşk, bir yara bandıdır. Kanayan yererimize sürdüğümüz bir tentürdiyot... Panik halinde iken, camı kırıp kullandığımız bir müsekkin... Çaresizliğimizin koltuk değneği... Güllerde çok küllerden doğan bir mucize... Bir terapi seansı... Ölümün üstesinden gelebilecek ve bize bir saat içinde hayatı bahşedebilecek bir sihirli iksir...” İskender Pala, Ah Mine’l-Aşk adlı kitabında aşkı tasavvuf açısından ele alıp şunları yazıyor: “Aşk, yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder. At olup koşar, kuş olup uçar. Hazine olur viran gönüllerde saklanır, kimya olur hakir toprakları altına dönüştürür. Sır olur saklanır, gonca olur açılır. Gül bahçesi olur kokusuyla âşıkları mesteder, güneş olur âşıklarının ümit meyvelerini olgunlaştırır. Aşk oluca gönüller birleşir, aşk olunca kıyamet koparcasına hareketlilik olur. Aşk olunca şimşekler çakar, rahmetler yağar... Hastaların şifa bulması aşktandır... Aşk, Mecnun’dan Leyla’ya bir feryat, Mansur’dan dara bir sır, gözden kalbe bir yoldur...” “Mutluluk kaynaklarımız arasında önemli bir yer tutuyor aşk. Yaşamak bir bakıma ilgilenmek demektir. Çeşitli ilgilerimiz, aşırı bir çizgiye varınca, aşk adını alıyor. Ruhbilim, aşkın ilk basamağı olan sevgiyi bir içgüdü saymaktadır. Düşünce çeşidi kadar aşk çeşidi vardır.” Tolstoy Aşkla sevgiyi karıştırırız çoğu kez. Bu yazıyı iyi okuyanlar karıştırmazlar artık... Necati Cumalı, Yağmurlarla Topraklar romanında aşkı uçurtma örneğiyle anlatıyor: “Tıpkı uçurtma örneğinde olduğu gibi, aşk da sevmek istediği kadından kızdan gelmeye başladı mı artık kendi denetiminden kurtulurdu. Böyle bir alışkanlık doğardı sevdiği kadınla arasında. Gerçekte aşk, belki de bu alışkanlıklardan sonra doğan, gelişen bir duyguydu. Bir süre bu alışkanlık yönetirdi bütün davranışlarını. Elinde olmadan sürüklendiğini duyardı. Günün birinde ayrılmak zorunda kalıp da ayrıldılar mı tütün gibi, alkol gibi arardı kadını.” Adam Smith, mutluluğun aşkla olacağını vurguluyor: “Dünya içine aşk karışmamış hiçbir mutluluk yoktur; aşk ise kendimizi başkalarında bulmamız ve bu buluşun bizde yarattığı mutluluktur.” Aşkı en güzel yaşayan ve anlatan ozanlarımızdan Nazım Hikmet, aşkı kelebekle özdeşleştiriyor: “Kelebek misaldir aşk/ Anlamayana ömrü günlük,/Anlayana bir ömürlük.” “Aşk ya düettir ya da düello!” deniliyor bir yerde. Bence diyalog olmalıydı, monolog değil ha! Cennet nerdedir biliyor musunuz? “Cennet, aşkın oturduğu yerdedir.” J.P. Richer Bir duvar yazısında “Aşk bir yalansa doğru olmak istemem” deniliyor... Bir Çin atasözüne göre, “İnsanları açlık ve aşk yönetir.” Bovee, aşka pek inanmıyor: “İlk ve son aşkımız kendimize karşı olandır.” Aşkın ne zaman, nasıl geleceği belli olmaz ama gidiş nedeni bellidir: “Yoksulluk kapıdan girince aşk pencereden gider”miş... Gelin şimdi de sevgi konulu sözlere bir göz atalım: “Sevilmek mutluluk değildir. Her insan kendi kendini sever; ama mutluluk bir başkasını sevmektir.” H. Hesse “İnsan görmeden de öğrenir; ama görmeden sevemez.” Mustafa Balbay “Koca sağ sever, komşu var sever.” Bir halk sözü “Sevmeden evlenmek, inanmadan ibadet etmeye benzer.” Çehov “Kadınlar sevdikleri zaman gerçekte sevdikleri biz değilizdir. Ama bir sabah vakti birini sevmediklerini anlayıverirlerse işte o biziz.” Henri de Montherland “Sevgi, iki insanın birbirini evcilleştirmesidir.” Exupery “Dostluk, sevgi; karşındakine göç halidir, unutma, sevdiğine-dostuna göç etmeyi başaramazsan, sadece mülteci olabilirsin. Sevgilimin hayali bana Halil(içten dostluk) gibidir. Sureti put ama anlamı putları kırmaktır.” Mevlana- Mesnevi’den- “Sevgi, doğanın yazdığı bir kitaptır.” G. Chamman “Sevmek en güzel yalan/İnandığım” Ayhan Kırdar “İnsan sevince sevdiği şey kadar güzel” Fazıl Hüsnü Dağlarca “Ne kadar çok sevilmek istiyorsan o kadar alçakgönüllü ol.” Oscar Wilde “Erkek gözüyle sever, kadın kulağıyla.” “Sevinci kışkırtmayan sevgi yalandır. Başkaların sevdiklerine saygı duymayan sevgi zorbalıktır.” Haşmet Babaoğlu “Sevgi tabiatın yazdığı bir kitaptır.” George Şaman “Sevgi insanları diğer insanlardan ayıran duvarları yıkan, onu diğerleriyle birleştiren, insanın içindeki etkin bir güçtür.” Fromm. Duvar ustalarına duyurulur! Rauf Mutluay sevgiyle sanat arasında şöyle bir bağlantı kuruyor: “En büyük dirlik, başka insanlarla aynı sevgide birleşildiği zaman duyulur. Sanat eserleri işte bunu sağlar önce.” Elif Şafak, Araf adlı romanında aşkı şöyle adlandırıyor: “Âşık olmak sevgilinin isimlerini kendine mal etmektir, aşkın bitmesi ise isimlerin iadesi. İsimler insanların varoluş kalelerine uzanan köprülerdir.(...) Dokunaklı bir büyüleri vardır âşıkların ve tümüyle kendileriyle doludur, daha doğrusu kendisiyle çünkü âşık çiftler, iki bağımsız benlik olarak buluştukları halde, son tahlilde “iki” değil(bir artı bir) “sıfır” olurlar(bir eksi bir)” Ümit Yaşar, sevgiyi şöyle şiirleştiriyor: “Bir hiçiz tek başımıza sen ve ben/ Yoksa neye yarar bu gözler, bu ten İnsanları insan yapan, yücelten/ İçinde ışıldayan sevgidir.” Haşmet Babaoğlu, “Hayatı doğurmayan, ölümü çağıran sevgi kirlidir” diyor. Doğayı ve aşkı kirletmeyelim, güzellikleri çoğaltalım, güzelliklerle dolup taşalım.

26 Şubat 2024 Pazartesi

DOSTLUKLA AŞKIN FARKI

DOSTLUK ve AŞK... Dostlukla aşk yolda karşılaştılar. Aşk takmış takıştırmış, süslenmiş, iki dirhem bir çekirdek olmuştu. Dostluk ise sade ve duruydu, doğaldı. Aşk gururla giderken şöyle bir baktı dostluğa: “Hayrola, nereye gidiyorsun böyle?” diye sordu. Bu küçümseyen, tepeden bakan bakışa güldü geçti dostluk: “İnsanları teselli etmeye, avutmaya gidiyorum” dedi. Aşk dudak bükerek konuştu: “Ben hiçbir insanın yanına gitmem. Onlar benim yanıma gelirler. Kendilerine pek yüz vermesem bile muhakkak arar sorarlar, bensiz yapamazlar. Sen de öyle yap, kendini naza çek. O zaman değerin artar, benim gibi el üstünde tutulursun, baş üstünde gezersin.” “Hayır! Bu dediklerini yapamam” dedi dostluk. “Benim yüzümden acı çekmelerine dayanamam onların. Dert ortağı olurum kendilerine. Yalnızlıklarını gideririm.” “Enayiliğine doyma o zaman” diye alayla güldü aşk. Dünyada en güzel şey benim. Her zaman ve her yerde rağbet görürüm, şarkılara, şiirlere konu olurum. Sen ne işe yararsın ki?” “Sen öyle san” diye başını salladı dostluk. Sen gidince ben gelirim insanların yanlarına. Döktürmüş olduğun gözyaşlarını silerim, açtığın yaraları sararım, yalnızlıklarını paylaşırım. Dünyadaki en güzel şey sen olabilirsin ama benim gibi, benim kadar iyi olamazsın. Sen yakarsın yürekleri, ben su serperim. Senin dikenin ve verdiğin acılar, benim diktiğim gül ve ferahlattığım gönül çoktur. İşte farkımız budur.” Aşk söyleyecek söz bulamadı. Burnu havada çekip gitti. Dostluk ise erdem ve özveri ile birlikte doğruya iyiye güzele doğru yürüdü, yürüdüğü yolları güllere, lalelere, karanfillere bürüdü.

Kürdilihicazkâr Saz Semai |Tatyos Efendi|🎚

Şiir Matinesi

15 Şubat 2024 Perşembe

Sanatçılar Soyunmalı mı?

SANATÇILAR SOYUNMALI MI? Sanatçılar soyunmalı mı soyunmamalı mı? Film yıldızı öyle ya da böyle soyunmak zorunda kalır, hele genç ve güzel bir kadınsa soyunmaktan kurtulamaz ve soyunduğu kadar gündemdedir, ön plandadır. Onlar da sanat için soyunduklarını söyleyerek günah çıkartırlar ama kimi güzeller var ki ikide birde soyunup duruyorlar. Dizide soyunuyorlar, filmde soyunuyorlar, podyumda soyunuyorlar. Soyunmadıkları bir tek yer kalıyor. Onun da hatırını sormadan yapamıyorlar; gelen tekliflere dayanamayıp, sunuculuğa soyunuyorlar! Soyguncular, “Ya paranı ya canını” derler ama güzeller ikisini de alırlar, paralı erkekleri soyup soğana döndürürler. Evin papağanı dişisizlikten bunalım geçiriyormuş. Durumunun kötüye gittiğini gören sahipleri çok para vererek bir dişi bulup getirmişler ve ikisini bir kafese koyup baş başa bırakmışlar. Bir süre sonra oraya geldiklerinde papağanın, dişisinin bütün tüylerini yolduğunu görmüşler. Telaşla, “Ne yaptın?” diye bağırmışlar. Papağan hiç istifini bozmamış, “O kadar para verdik. Soymayacaktık mı yani?” demiş. İşte bunun gibi, kimi seyirciler bir gösterideki güzel oyuncunun soyunmasını seyretmek isterler, umduklarını bulamazlarsa o filmi, tiyatroyu beğenmezler. Bunu bilen yönetmenler güzelleri yerli yersiz muz gibi soyarlar, yapıt konusuyla değil de soyunma sahnesiyle anılır. Şair ve yazarlarımız öykü, roman ve şiirlerinde, ressamlar nü tablolarında kadının soyunmasını ele alır ya da soyunan kadını dile getirirler. Bakın koskoca Ziya Paşa bile yoldan çıkmış. Sevgilisine şöyle diyor: “Mintanının düğmesini çöz/ Sim tenin görsün bu göz.” Gönlü her güzele sevdalı Karacaoğlan da, “Bilmem ay mı doğdu, gün mü doğdu âleme/ Yoksa yârim düğmelerini çözdü mü?” diye sorduktan sonra, “Soyunup koynuna girmeye geldim” deyiveriyor dilbere. Ahmet Refik Altınay’ı kendinden geçiren sevgilisinin billur göğsü, gül tenidir: “Bir soyunsa sine-i billuru mest eyler beni/ Sabaha dek sevsem usanmam gül gibi nazik teni.” Behçet Kemal Çağlar, ruhunun soymak için bir kadın istiyor: “Bir kadın istiyorum, ruhunu soymak için”. Şeytan da diyor ki, “Bırak ruhunu soymayı da kendi soyunsun o güzelin. Soyunsun da gözlerimiz bayram etsin!” “Saçların çırılçıplak omzundan aksın/ Mermer üzerinden geçen su gibi.” Böyle diyor, sonradan süper mürşit olan Necip Fazıl Kısakürek. Âşık Dertli, ışık yüzlü sevgilinin örtülerinden sıyrılarak gönlünü ışıtmasını diliyor: “Ref et nikabını ey vech-i Enver/ Zulmette olsun gönlümüz münevver.” Nedim bir ham sofuya, düğmelerini göbeğe dek çözmüş bir güzeli görsen sabredebilir misin, diye soruyor: “Çözülmüş düğmeler çak-i giriban nafe dek inmiş/ Buna sabrolunur mu zahida sen âşık-ı zar ol”... Fuat Hüsnü Demirelli, sevgilisini, “Çiçekler yaşar mı havasız, susuz/ Neden böyle dursun memeler mahpus” diyerek soyunmaya razı etmeye çalışıyor. Ümit Yaşar, soyunan kadını şu dizelerle şiirleştiriyor: “Sıyrıldı bütün örtülerden/ Bir güneş doğdu karşımızda/ Duyduk teninin sıcaklığını/ Hoyrat avuçlarımızda./ Saatler durdu kahrından/ Paramparça oldu aynalar/ Soyunur bütün vücudu/ Taş kesilinceye kadar./ Kamaşan gözlerimizle içtik/ Yudum yudum aydınlığını/ Bir kadın susuz dudaklarımızda/ Sebil etti kadınlığını.” Genç ve güzel bir kadın, hasta çocuğunu doktora getirir. Doktor bir kadına, bir de çirkin çocuğa baktıktan sonra kadına soyunmasını söyler. Kadın şaşırır, “İyi ama hasta olan ben değilim, çocuğum” diye itiraz eder. Doktor, “Tamam. Biliyorum, der. Bu çocuğu size yakıştıramadım. Birlikte bir yenisini yapacağız.” Kimi doktorlar genç ve güzel kadın hastaları soymaya çok meraklıdırlar. Bir doktora güzel bir kızla, yaşlı bir kadın gelmiş. Kız daha ağzını açmadan doktor kendisine, “Soyunun” demiş. Kız, “İyi ama hasta olan ben değilim. Yanımdaki ninem” deyince doktor, “Ya öyle mi, diye yüzünü buruşturmuş, kadına dönerek, “Dilininiz çıkarın” diye konuşmuş. “Odam kireçtir benim/ Yüzüm güleçtir benim/ Soyun da gir koynuma/ Tenim ilaçtır benim.” En iyisi bu türküde söylenmiş. “Soyun güzelim soyun. Soyun da bitsin aşk denilen oyun” diye bitirelim sözümüzü. Güzelliklerle bezeyelim özümüzü. Erhan Tığlı

27 Ocak 2024 Cumartesi

GÜNEŞ DOĞACAK

GÜNEŞ DOĞACAK İçimdeki yıldızları kara bulutlar çalıyor Çoktandır rengini unuttuğum karanlık Gök ekinimi biçiyor Fırtınalar uçuruyor gönlümdeki meltemi Acının ordusu cebren ve hile Mutluluğumun kalelerini zaptediyor Söküyor çiçeklerimi Dallarımı kırıyor... *** Özlem ülkesine gitmek istiyorum Otobüslerde yer bulamıyorum Uçaklar dolu trenler rötarlı... Gitsem hüznün hüküm sürmediği İnsanın insanı söndürmediği bir yere Ama yollar geçit vermiyor Dalgalar azmış Umut kaptan meyhanede sızmış Tayfalar dört bir yana dağılmış... Çaresizliğin çivisiyle çakılıyorum Cellat yalnızlığın hain ellerine... *** Biliyorum seziyorum duyuyorum Bir yerlerde sabah oluyor O sabah buralarda da olacak Yakın hem de çok yakın Başlayacak aydınlığa doludizgin bir akın Ve de yepyeni bir güneş doğacak! ERHAN TIĞLI

20 Ocak 2024 Cumartesi

Nerde Görüldüler!?

NERDE GÖRÜLDÜLER?!.. Kimi gazetelerin magazin eklerinde ünlü kişilerin nerede görüldükleri ve ne yaptıkları yazılıyor ama ünsüz vatandaşların nerelerde görüldüğü, kimin defterinin dürüldüğü, kimin başına çorap örüldüğü anlatılmıyor. Belki merak edersiniz diye bu eksikliği gidereyim dedim. • Memur Şevket borçlu olduğu esnafa yakalanmamak için gece yarısı gizlice eve girerken görüldü • İki üniversite bitirdiği halde iş bulamayan Melih Keder, ilkokul mezunu bir iş adamına iş için yalvarırken görüldü. • Evde kalmış Mediha Ah, koca bulmak umuduyla gideceği bir düğün için kuaförde saç yaptırırken görüldü. • Yufka yürekli, börek kalpli Memduha Canım hanım, sokaktaki yoksul çocukları azarlayıp kedilere, köpeklere mama yedirirken görüldü. • Transfer kıralı Feridun Penaltı, kanım siyah beyaz akar diye beyanat verdikten sonra sarı lacivertli kulüple görüşürken görüldü… • Boş vakitlerinde kitap okuduğunu söyleyip kitap okumak için hiç boş vakit bulamayan Sevgi Samur, arkadaşlarıyla çene çalıp mesajlaşırken ve de internette paylaşım yapayım derken yaktığı yemeği çöpe atarken görüldü…

3 Ocak 2024 Çarşamba

SÖZÜM İKİ AYAKLI KÖPEKLERE

İnsanlar köpekleri evcilleştirerek yüzyıllarca köle gibi kullanmışlar, kendilerine hizmet ettirmişlerdir. Ama kimi kişiler köpekleri pek sevmez, adlarını hakaret amacıyla ağızlarına alırlar. Kızdıklarına sadece köpek demez, “köpek oğlu köpek, it” diye iltifat ederler. Söz gelişi, Namık Kemal dalkavukları “Kimi görsek etekleriz/Ne utanmaz köpekleriz” diye taşlar. Hürriyet Kasidesi’nde zalimlere hizmet edenleri köpek olarak görür: Kilab-ı zulme kaldı gezdiğin nazende sahralar Uyan ey yareli şir-i jiyan bu hab-ı gafletten” der. Şiirde sözü geçen kilap kelp(köpek)in çoğuludur. Buradan inkilap sözü türetilmiştir. İnkılabı(köklü değişme,devrim) benimsemeyenler ya da bilinçsiz kişiler bu sözcüğü inkilap(köpekleşme) diye söyler ya da yazarlar… Namık Kemal burada halkı inleyen ve yaralı bir aslana benzeterek, onun uyanmasını, memleketin zulüm köpeklerine kaldığını belirtiyor… Tahir Efendi şair Nef’i’ye kelp(köpek) demiş. Şairimiz bakın bu efendiye nasıl cevap veriyor: Tahir Efendi bana kelp demiş İltifatı bu sözde zahirdir Maliki mezhebim benim zira İtikadımca kelp tahirdir Tahir’in sözlük anlamı temiz demektir. Nef’i maliki mezhebinden olduğunu, bu mezhebin inanışına göre köpeğin temiz sayıldığını, kendisine iltifat edildiğini söyle gibidir ama aslında köpek Tahir Efendidir diyor, köpekliği ona iade ediyor! Bu konuda şöyle bir fıkra vardır: Tahir’le Sadık adındaki arkadaşı yolda giderlerken karşılarına bir köpek çıkar. Sadık bıyık altında gülerek, “Ne dersin, şairin dediği gibi, kelp gerçekten Tahir midir?” diye sorar. Tahir, arkadaşının ne demek istediğini anlar, onu okkalı bir yanıtla susturur: “Köpeğin temiz oluşu anlayışa, inanışa göre değişir ama şurası bir gerçektir ki; köpek her zaman sadıktır!” Köpek türlü oyunlar ederek sahiplerine kendisini sevdirmesini bilir, onları oyalar, dertlerini unutturup yalnızlıklarını giderir. Bir çiftlikte bir eşek ve sahibinin kucağından inmeyen bir köpek varmış. Eşek bu işe(!) kızmış ve köpeğe, “Ben o kadar efendime hizmet ediyorum ama hiç takdir görmüyorum. Sen hiçbir şey yapmadığın halde çok seviliyorsun. Ne olur bana bunu sırrını anlat” diye yalvarmış. Köpek, “Gayet basit” diye konuşmuş: “Ben, sahibim içeri girer girmez türlü oyunlar yaparak üstüne atılıyor, kucağına sıçrıyorum. Bu da onun hoşuna gidiyor.” Eşek sevinmiş, “Tama öyleyse” deyip sahibi kapıdan girince hemen hoplayıp zıplayarak adamın üstüne atılmış. Sahibi onu kudurdu sanmış, korkuyla yanından kaçarak eşeği kasaplara teslim etmiş. Kudurmak deyince aklıma geldi. Köpek kuduz taşıyıcısıdır. Onların kuduz hastalığına tutulmamaları için aşılatmak gerekir. Adamın birisini aşılanmamış bir köpek ısırmış ama o aldırmamış, aşı olmayı ihmal edince kudurarak ölmesi kesinleşmiş. Yakınlarından bir kağıt kalem istemiş. “Vasiyetini mi yazacaksın?” diye sormuşlar. “Hayır” demiş bizimki, “Isıracağım kişilerin adlarını yazacağım.” Siz bu durumda olsaydınız kimleri yazardınız? Sakın, “bizleri müşkül mevkiye düşürenleri yazarım” demeyin. Öylelerinin öyle kraldan fazla kralcıları vardır ki, daha siz yanlarına yaklaşamadan havlayarak üstünüze saldırırlar, yeri göğü ayağa kaldırırlar… Demosten, ahaliyi başına toplamış, bağıra çağıra onlara bir şeyler anlatıyormuş. Onu pek sevmeyen bir politikacı alayla, “Gene ne havlıyorsun?” diye sormuş. Demosten taşı gediğine oturtmuş; “Bir hırsız gördüm de…! Mevlana müritleriyle yolda giderken bir köşede koyun koyuna yatan köpekleri görürler. Müritlerden biri, “Şunlara bakın. Dostça, arkadaşça bir arada yatıyorlar” der. Mevlana gülerek şöyle der; “Ortaya bir kemik atın da görün onları…” Adamın birinin yolu bir dağ köyüne düşmüş. Yolda köpekler havlayarak üstüne saldırmışlar. Bizimki kendini savunmak için yerden bir taş alıp atmak istemiş ama hangi taşa el atsa bir türlü yerinden kaldıramamış. Ellerini açarak, “Allahım” demiş. “Bu nasıl köy? Taşları bağlamışlar da köpekleri salıvermişler!” Siz siz olun, köpekli köyde taşsız, değneksiz dolaşmayın. Erhan Tığlı