tag:blogger.com,1999:blog-18142877295720577452024-03-18T01:56:46.931-07:00GÜLELİM GÜLÜŞELİMGülelim gülüşelim, neşeyi zevki paylaşalım, mutlulukta buluşalım.gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.comBlogger1199125tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-39073111435198248102024-03-18T01:56:00.000-07:002024-03-18T01:56:04.192-07:00GüldürtmecelerimGÜL- DÜRT- MECELER
Eskiden bütün yollar Roma’ya çıkarmış
Şimdi sadece paraya çıkıyor paraya...
***
Ne yaparsan yap ama ol bir baltaya sap
Sakın başı açık gezme, kendine bir külah kap!
***
Komşunun otuz beşlik kızı her gün akşama kadar dışarıda gezer
Ama konum komşu ona evde kalmış der...
***
Gülmeyen insanın karnı tok olsa bile ruhu açtır
Gülmek ekmek su hava ve sevgi gibi önemli bir ihtiyaçtır
***
Pinekleyip durma bir köşede; al çantanı yola çık
Yürümekten yılmayanlara yol her zaman açık!
***
Önemli olan sarayda değil gönüllerde yaşamak
İyi yaşamak için sakın çıkarcılığı etme kendine basamak
***
Pozitif düşünceyi adın gibi benimsersen
Bedenin ölse bile düşüncen yaşar yıllar boyunca
***
Kimi dertlere derman olur, elinde bal tası
Kimi de kesip biçmeye çalışır, elinde baltası!
***
Geçenlerde birini iyice ıslattılar. Niye mi?
Kuru iftira uğramıştı da...
***
Güzellikle iyiliği kar, insanların yarasına sar
Yoksa hiç eksilmez güvendiğin dağlardaki kar
***
Ölmek kolay, yaşamak zor
İnanmıyorsan yoksula sor...
***
Eğer herkese eşit uygulanırsa yasa
Düşkünler bayram eder, zalimleri alır bir tasa...
ERHAN TIĞLI
*************<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgSZqo6PtWzRJT8oWeIU_wCYdCsJ_OWnv29AX0y2QbvtQLZWpKhAmGsJr24muoGboDlj7kHOsWDN-TtAjXstTAMEn1fBwWK59A_SMqO7yAIrEuC_DEV-G2WIUcZ2P5DAUmZlv53RxQDGs7QI7kfZsAPfFy-pIzI1lkkkaMdjAGj_70MxlKdQT7bVN74n5g7/s994/756e103fa5e2b3c1b916c8ef68dde33b.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" height="320" data-original-height="994" data-original-width="564" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgSZqo6PtWzRJT8oWeIU_wCYdCsJ_OWnv29AX0y2QbvtQLZWpKhAmGsJr24muoGboDlj7kHOsWDN-TtAjXstTAMEn1fBwWK59A_SMqO7yAIrEuC_DEV-G2WIUcZ2P5DAUmZlv53RxQDGs7QI7kfZsAPfFy-pIzI1lkkkaMdjAGj_70MxlKdQT7bVN74n5g7/s320/756e103fa5e2b3c1b916c8ef68dde33b.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-33216072020581579062024-03-14T07:17:00.000-07:002024-03-14T07:17:46.491-07:00Tavus Kuşudur AŞKTavus kuşudur aşk
rengarenk kanatlarıyla
güzelllik sunar
gözümüze gönlümüze
çiçeklerimize kelebek konar
şiir yağar bahçemize
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZ0ILKZcuh8Ba9JJdE3UWOGQ85m78aqCjZuet-ab0JdhMQxSMlhq5ZLWS_0Zlggj37BZO4ooVoSsXvmcqqQSdEt5ObSFpvFDblNFhJ4kW2ceWOhHpt1Uqpemh6Ym3Kq0qahWibXnZmq4_6alV2t4KY7aFFvcywEmqnz6L-Mxsddmap6Kzc6wXMf8nxIKcy/s1107/68e60b84e6f30e54ffd90d11f02ab30b.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" height="320" data-original-height="1107" data-original-width="735" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZ0ILKZcuh8Ba9JJdE3UWOGQ85m78aqCjZuet-ab0JdhMQxSMlhq5ZLWS_0Zlggj37BZO4ooVoSsXvmcqqQSdEt5ObSFpvFDblNFhJ4kW2ceWOhHpt1Uqpemh6Ym3Kq0qahWibXnZmq4_6alV2t4KY7aFFvcywEmqnz6L-Mxsddmap6Kzc6wXMf8nxIKcy/s320/68e60b84e6f30e54ffd90d11f02ab30b.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-7546782894221020052024-03-09T23:30:00.000-08:002024-03-09T23:30:55.883-08:00♥♥ Hobi Vakti ♥♥: Lacivert Takı Kutusu<a href="https://hobivakti.blogspot.com/2013/11/lacivert-tak-kutusu.html?spref=bl">♥♥ Hobi Vakti ♥♥: Lacivert Takı Kutusu</a>: Kutular yavaş yavaş boyanmaya başlandı :) Bittikce yayınlarım. Şu kadının güzelliğine, zerafetine bakarmısınız. :) Z...gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-90506467631210886602024-03-02T05:21:00.000-08:002024-03-02T05:21:01.732-08:00AŞK NE ZAMAN KİRLENİRAŞK NE ZAMAN KİRLENİR?
Özdemir İnce, bir şiirinde; “Temiz kalmış ne bulunur çöplükte!/ Aşk da kirlenir elbet insanla birlikte” diyor. Çevrenin durmadan kirlendiği doğanın yok edilmeye yüz tuttuğu bu dünyada insan da aşk da temiz kalacak değil ya... Sanat, edebiyat, özellikle şiir, aşkın, insanların kirlenmelerini bir nebze önlüyor. Kirlilikten kurtulmamız bu yüce değerlere bağlı.
Kirli sözleri bırakalım da gönlümüzün çiçeklenmesini, düşünce ve duygularımızın temiz olmasını sağlayan örneklere yer verelim, ne dersiniz?
A, Kadir Kaçar, Sevgi Sensin adlı denemelerinde aşk ve sevgi hakkında şunları söylüyor: “Sevgiler acılarını peşin, mutluluklarını taksit taksit öderler... Gülümseyene yakındır sevgi. İnsan, insan olduğunu sevince anlar. Sevgiyi içinde bulamazsan başka yerde arama. Sevgi pembedir, sevgi beyaz/ Sevgi yemyeşil ilkyaz.
Sevgi sevenine göre renk alır/Sevmeye karanlıkları kalır. Sevgi tohumu ekilen yürekte nefret ağacı bitmez. Sevmek sanattır ama insanın ömrü hep çıraklıkla geçer. Bedenin dilidir sevgi... Seven kendini keşfeder. Mermere yontu, sevgiye acı şekil verir.
Sevmek öğrenmektir kendini. Unutma!/Sevgin kadarsın.”
Osman Şahin, Berfin Bahar dergisinde çıkan bir yazısında, “Aşk insanı insan yapan duyguların özüdür. Aşk duyguların sütüdür. Yüreğin ipekleşmesidir. Katıksız bir madde olan süte, azıcık yabancı bir madde karışsın, hemen bozulur, kesilir. Aşka maddi çıkarlar yükleyecek olursanız bir gün bel verecektir. Bencil insanlar, sçu o zaman bencil çıkarlarında değil, aşkta bulacaklardır.” Diyor.
İsmet Kemal Karadayı aşkla savaş ve uygarlık arasında bir bağıntı kuruyor:
“Aşk dinlendiren savaştır
Bunu geç anladım...
**
Bir içimlik tat için
Aşk parmağını uzatmaktır uygarlığa
Ve anlaşmak...”
Orhan Pamuk, Şeküreniz diyor ki “Evlenmeden önce alevlenen aşk yangını evlilikte söner. Geriye boş,kederli bir yangın yeri kalır. Evlendikten sonra duyulan aşk da biter ama onun yerini mutluluk alır.” Ona katılıyor musunuz?” sorusunu şöyle yanıtlıyor:
“Evet. Hayat tecrübem bana gösteriyor ki evlenmeden önce birbirlerine âşık olan, hatta aşklarının şiddetini teşhir eden kişiler, evlendikten sonra sıkıcı ve aşksız hayata girip kısa sürede mutsuz olurlar. Ama evlenmeden öne başkalarına övünemeyecekleri kadar kısıtlı aşk hayatı yaşayanlar, evlendikten sonra ona ihtimamla bakarlar ve aşklarını korurlar”
Sedat Umran, aşkı bayramlık bir giysi olarak görüyor:
“Aşk ruhlarımıza giydirilen bayramlık giysi
Işıldar üstünde sevincin elmas düğmeleri
Aşktır hor kullanılmadan taşınacak giysi
Çünkü bir kez delindi miydi yamanması güç”
Ülfeti, “Eğer bindin ise aşk atın/Bizim menzilimiz ırak denir mi?” diye soruyor.
Cahit Külebi sevgiyi yalvaç olmakla bir tutuyor:
“Sevgi dediğin yalvaç olmaktır,
Arınmaktır tüm kötülüklerden,
Yıldız ırmakları akan gözlerden
Toprak bir testiye doldurmaktır.”
Aşk hakkında şair ve yazarlar neler demiş bakalım:
“Aşk öyle bir şeydir ki, gün gelir bir fahişeyi azize, bir azizeyi ise fahişe haline getirebilir.” Ahmet Altan
“Aşk fiilinin gelecek zaman çekimi yoktur. Gelecek geldiği zaman da aşk yoktur. Aşka ömür biçerek, aşkı anlamaya çalışanlar kendilerini kandırıyorlar” Haşmet Babaoğlu
“Aşk üstüne çok sözler işittik nicedir
Çözmüş değiliz o sırrı, hep bilmecedir
Yalnız şu yalın gerçeği öğrendik ki
Aşksız sürülen ömür soğuk bir gecedir.”
“Aşk açıp kapayacağın bir musluk değildir, ırmaktır denize doğru akan ama kimi zaman ona ulaşamadan kurur gider.” Bir filmden
“Aşk, güzelin kısacık ömrüne, gidenin çekiciliğine, sevgilini hayaline yakılmış bir ağıttır.” Ahmet Ümit (Aşk Köpekliktir)
“Aşk kapitalizmdeki komünizmdir.” Vlrich Beck
“Acıdır aşkı aşk yapan ve her aşk/Bir mutsuzluğun başlangıcıdır.” Gürel Aydın (Acı)
“Aşk, gönlümün semaverinde demlenen duygu.” Bülent Ecevit
“Sınanmayan hiçbir aşk gerçek değildir.”
“Aşk küçük bir sözcüktür, onu büyüten sevenlerdir.”
“Aşk bir savaştır; savaş için geçerli olan kuşatma, manevra, tuzak ve saldırı aşk için de geçerlidir.” Jean Paul Sartre
“Aşkından kibrit oldum/Üflesen yanıyorum.” Bir halk türküsünden
“Güzelliğin on par’etmez/Bu bendeki aşk olmasa” Âşık Veysel
“Yoksulluk kapıdan girince aşk pencereden uçar.” T. Fullur
Can Dündar, Milliyet gazetesinde çıkan bir yazısında aşkı bir yara bandına benzeterek şöyle diyor: “Aşk, şiirlerde, güllerle, bülbüllerle anlatılır hep:
Dev çınarın gövdesine kazınmış kocaman kalpte buluşan iki harftir aşk... Eros’un fırlattığı okla delinmiş kıpkırmızı bir yürek gibi resmedilir.
Oysa aslında çoğu zaman aşk, bir yara bandıdır. Kanayan yererimize sürdüğümüz bir tentürdiyot... Panik halinde iken, camı kırıp kullandığımız bir müsekkin... Çaresizliğimizin koltuk değneği... Güllerde çok küllerden doğan bir mucize... Bir terapi seansı...
Ölümün üstesinden gelebilecek ve bize bir saat içinde hayatı bahşedebilecek bir sihirli iksir...”
İskender Pala, Ah Mine’l-Aşk adlı kitabında aşkı tasavvuf açısından ele alıp şunları yazıyor: “Aşk, yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder. At olup koşar, kuş olup uçar. Hazine olur viran gönüllerde saklanır, kimya olur hakir toprakları altına dönüştürür. Sır olur saklanır, gonca olur açılır. Gül bahçesi olur kokusuyla âşıkları mesteder, güneş olur âşıklarının ümit meyvelerini olgunlaştırır. Aşk oluca gönüller birleşir, aşk olunca kıyamet koparcasına hareketlilik olur. Aşk olunca şimşekler çakar, rahmetler yağar... Hastaların şifa bulması aşktandır... Aşk, Mecnun’dan Leyla’ya bir feryat, Mansur’dan dara bir sır, gözden kalbe bir yoldur...”
“Mutluluk kaynaklarımız arasında önemli bir yer tutuyor aşk. Yaşamak bir bakıma ilgilenmek demektir. Çeşitli ilgilerimiz, aşırı bir çizgiye varınca, aşk adını alıyor. Ruhbilim, aşkın ilk basamağı olan sevgiyi bir içgüdü saymaktadır.
Düşünce çeşidi kadar aşk çeşidi vardır.” Tolstoy
Aşkla sevgiyi karıştırırız çoğu kez. Bu yazıyı iyi okuyanlar karıştırmazlar artık...
Necati Cumalı, Yağmurlarla Topraklar romanında aşkı uçurtma örneğiyle anlatıyor:
“Tıpkı uçurtma örneğinde olduğu gibi, aşk da sevmek istediği kadından kızdan gelmeye başladı mı artık kendi denetiminden kurtulurdu. Böyle bir alışkanlık doğardı sevdiği kadınla arasında. Gerçekte aşk, belki de bu alışkanlıklardan sonra doğan, gelişen bir duyguydu. Bir süre bu alışkanlık yönetirdi bütün davranışlarını. Elinde olmadan sürüklendiğini duyardı. Günün birinde ayrılmak zorunda kalıp da ayrıldılar mı tütün gibi, alkol gibi arardı kadını.”
Adam Smith, mutluluğun aşkla olacağını vurguluyor: “Dünya içine aşk karışmamış hiçbir mutluluk yoktur; aşk ise kendimizi başkalarında bulmamız ve bu buluşun bizde yarattığı mutluluktur.”
Aşkı en güzel yaşayan ve anlatan ozanlarımızdan Nazım Hikmet, aşkı kelebekle özdeşleştiriyor: “Kelebek misaldir aşk/ Anlamayana ömrü günlük,/Anlayana bir ömürlük.”
“Aşk ya düettir ya da düello!” deniliyor bir yerde. Bence diyalog olmalıydı, monolog değil ha! Cennet nerdedir biliyor musunuz? “Cennet, aşkın oturduğu yerdedir.” J.P. Richer
Bir duvar yazısında “Aşk bir yalansa doğru olmak istemem” deniliyor...
Bir Çin atasözüne göre, “İnsanları açlık ve aşk yönetir.”
Bovee, aşka pek inanmıyor: “İlk ve son aşkımız kendimize karşı olandır.”
Aşkın ne zaman, nasıl geleceği belli olmaz ama gidiş nedeni bellidir: “Yoksulluk kapıdan girince aşk pencereden gider”miş...
Gelin şimdi de sevgi konulu sözlere bir göz atalım:
“Sevilmek mutluluk değildir. Her insan kendi kendini sever; ama mutluluk bir başkasını sevmektir.” H. Hesse
“İnsan görmeden de öğrenir; ama görmeden sevemez.” Mustafa Balbay
“Koca sağ sever, komşu var sever.” Bir halk sözü
“Sevmeden evlenmek, inanmadan ibadet etmeye benzer.” Çehov
“Kadınlar sevdikleri zaman gerçekte sevdikleri biz değilizdir. Ama bir sabah vakti birini sevmediklerini anlayıverirlerse işte o biziz.” Henri de Montherland
“Sevgi, iki insanın birbirini evcilleştirmesidir.” Exupery
“Dostluk, sevgi; karşındakine göç halidir, unutma, sevdiğine-dostuna göç etmeyi başaramazsan, sadece mülteci olabilirsin.
Sevgilimin hayali bana Halil(içten dostluk) gibidir. Sureti put ama anlamı putları kırmaktır.” Mevlana- Mesnevi’den-
“Sevgi, doğanın yazdığı bir kitaptır.” G. Chamman
“Sevmek en güzel yalan/İnandığım” Ayhan Kırdar
“İnsan sevince sevdiği şey kadar güzel” Fazıl Hüsnü Dağlarca
“Ne kadar çok sevilmek istiyorsan o kadar alçakgönüllü ol.” Oscar Wilde
“Erkek gözüyle sever, kadın kulağıyla.”
“Sevinci kışkırtmayan sevgi yalandır.
Başkaların sevdiklerine saygı duymayan sevgi zorbalıktır.” Haşmet Babaoğlu
“Sevgi tabiatın yazdığı bir kitaptır.” George Şaman
“Sevgi insanları diğer insanlardan ayıran duvarları yıkan, onu diğerleriyle birleştiren, insanın içindeki etkin bir güçtür.” Fromm. Duvar ustalarına duyurulur!
Rauf Mutluay sevgiyle sanat arasında şöyle bir bağlantı kuruyor: “En büyük dirlik, başka insanlarla aynı sevgide birleşildiği zaman duyulur. Sanat eserleri işte bunu sağlar önce.”
Elif Şafak, Araf adlı romanında aşkı şöyle adlandırıyor:
“Âşık olmak sevgilinin isimlerini kendine mal etmektir, aşkın bitmesi ise isimlerin iadesi. İsimler insanların varoluş kalelerine uzanan köprülerdir.(...) Dokunaklı bir büyüleri vardır âşıkların ve tümüyle kendileriyle doludur, daha doğrusu kendisiyle çünkü âşık çiftler, iki bağımsız benlik olarak buluştukları halde, son tahlilde “iki” değil(bir artı bir) “sıfır” olurlar(bir eksi bir)”
Ümit Yaşar, sevgiyi şöyle şiirleştiriyor:
“Bir hiçiz tek başımıza sen ve ben/ Yoksa neye yarar bu gözler, bu ten
İnsanları insan yapan, yücelten/ İçinde ışıldayan sevgidir.”
Haşmet Babaoğlu, “Hayatı doğurmayan, ölümü çağıran sevgi kirlidir” diyor.
Doğayı ve aşkı kirletmeyelim, güzellikleri çoğaltalım, güzelliklerle dolup taşalım.
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0BYoBbFdN3r-7eB06Ffp_fJXNMV7L-F8cgEV78n5b8rmW5t72hA3oW6L5a4fPHVj4DcMqYfl_pRN41S8TyD3nFVXPzrxFOVcCvS8MN36TLM9ZhRWKbG7vH_6zYjXaMzS1T7nK78ieU2eSJ7Hm9tKx_7O8i333Ki1HkFtBDl-lJNOIy8Bscv8hbQDXxkfX/s796/394235453_6723440964404682_1746685026548557421_n.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" width="320" data-original-height="631" data-original-width="796" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0BYoBbFdN3r-7eB06Ffp_fJXNMV7L-F8cgEV78n5b8rmW5t72hA3oW6L5a4fPHVj4DcMqYfl_pRN41S8TyD3nFVXPzrxFOVcCvS8MN36TLM9ZhRWKbG7vH_6zYjXaMzS1T7nK78ieU2eSJ7Hm9tKx_7O8i333Ki1HkFtBDl-lJNOIy8Bscv8hbQDXxkfX/s320/394235453_6723440964404682_1746685026548557421_n.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-90970132914949934722024-02-26T05:53:00.000-08:002024-02-26T05:53:19.003-08:00DOSTLUKLA AŞKIN FARKIDOSTLUK ve AŞK...
Dostlukla aşk yolda karşılaştılar. Aşk takmış takıştırmış, süslenmiş, iki dirhem bir çekirdek olmuştu. Dostluk ise sade ve duruydu, doğaldı. Aşk gururla giderken şöyle bir baktı dostluğa: “Hayrola, nereye gidiyorsun böyle?” diye sordu.
Bu küçümseyen, tepeden bakan bakışa güldü geçti dostluk:
“İnsanları teselli etmeye, avutmaya gidiyorum” dedi.
Aşk dudak bükerek konuştu:
“Ben hiçbir insanın yanına gitmem. Onlar benim yanıma gelirler. Kendilerine pek yüz vermesem bile muhakkak arar sorarlar, bensiz yapamazlar. Sen de öyle yap, kendini naza çek. O zaman değerin artar, benim gibi el üstünde tutulursun, baş üstünde gezersin.”
“Hayır! Bu dediklerini yapamam” dedi dostluk. “Benim yüzümden acı çekmelerine dayanamam onların. Dert ortağı olurum kendilerine. Yalnızlıklarını gideririm.”
“Enayiliğine doyma o zaman” diye alayla güldü aşk. Dünyada en güzel şey benim. Her zaman ve her yerde rağbet görürüm, şarkılara, şiirlere konu olurum. Sen ne işe yararsın ki?”
“Sen öyle san” diye başını salladı dostluk. Sen gidince ben gelirim insanların yanlarına. Döktürmüş olduğun gözyaşlarını silerim, açtığın yaraları sararım, yalnızlıklarını paylaşırım. Dünyadaki en güzel şey sen olabilirsin ama benim gibi, benim kadar iyi olamazsın. Sen yakarsın yürekleri, ben su serperim. Senin dikenin ve verdiğin acılar, benim diktiğim gül ve ferahlattığım gönül çoktur. İşte farkımız budur.”
Aşk söyleyecek söz bulamadı. Burnu havada çekip gitti.
Dostluk ise erdem ve özveri ile birlikte doğruya iyiye güzele doğru yürüdü, yürüdüğü yolları güllere, lalelere, karanfillere bürüdü.<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyA3RItCMsa9AysPIwFmhquahJLApSUTseW4yGPh3WdEgDg4yPq_IZnanwWTRsgCykVMBs0waeDErOmHA8RoTDWeTuqhTNEFX0EIBF7xjyuPaDVDm4Dq_g2kDsd-UF68Vwrt_V9IVTJ5FqaMkvBMk7eIHjB6eLhvUpdEskOY3Za9tDGs4i5iNvZSOx1Zby/s709/F9CPTPSWoAAR6Jg.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" height="320" data-original-height="709" data-original-width="649" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyA3RItCMsa9AysPIwFmhquahJLApSUTseW4yGPh3WdEgDg4yPq_IZnanwWTRsgCykVMBs0waeDErOmHA8RoTDWeTuqhTNEFX0EIBF7xjyuPaDVDm4Dq_g2kDsd-UF68Vwrt_V9IVTJ5FqaMkvBMk7eIHjB6eLhvUpdEskOY3Za9tDGs4i5iNvZSOx1Zby/s320/F9CPTPSWoAAR6Jg.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-23741118416058411032024-02-26T05:30:00.000-08:002024-02-26T05:30:35.791-08:00Kürdilihicazkâr Saz Semai |Tatyos Efendi|🎚<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/VQAs1fy33Kw?si=Lc4GBJc3hjIhnYUe" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-56486923123775177982024-02-26T05:25:00.000-08:002024-02-26T05:25:50.176-08:00Şiir Matinesi<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/NUzn8RLN_ec?si=s7-CpPvLT-ezcLX5" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-24283788029781670992024-02-15T07:24:00.000-08:002024-02-15T07:24:22.845-08:00Sanatçılar Soyunmalı mı?SANATÇILAR SOYUNMALI MI?
Sanatçılar soyunmalı mı soyunmamalı mı? Film yıldızı öyle ya da böyle soyunmak zorunda kalır, hele genç ve güzel bir kadınsa soyunmaktan kurtulamaz ve soyunduğu kadar gündemdedir, ön plandadır. Onlar da sanat için soyunduklarını söyleyerek günah çıkartırlar ama kimi güzeller var ki ikide birde soyunup duruyorlar. Dizide soyunuyorlar, filmde soyunuyorlar, podyumda soyunuyorlar. Soyunmadıkları bir tek yer kalıyor. Onun da hatırını sormadan yapamıyorlar; gelen tekliflere dayanamayıp, sunuculuğa soyunuyorlar!
Soyguncular, “Ya paranı ya canını” derler ama güzeller ikisini de alırlar, paralı erkekleri soyup soğana döndürürler. Evin papağanı dişisizlikten bunalım geçiriyormuş. Durumunun kötüye gittiğini gören sahipleri çok para vererek bir dişi bulup getirmişler ve ikisini bir kafese koyup baş başa bırakmışlar. Bir süre sonra oraya geldiklerinde papağanın, dişisinin bütün tüylerini yolduğunu görmüşler. Telaşla, “Ne yaptın?” diye bağırmışlar. Papağan hiç istifini bozmamış, “O kadar para verdik. Soymayacaktık mı yani?” demiş.
İşte bunun gibi, kimi seyirciler bir gösterideki güzel oyuncunun soyunmasını seyretmek isterler, umduklarını bulamazlarsa o filmi, tiyatroyu beğenmezler. Bunu bilen yönetmenler güzelleri yerli yersiz muz gibi soyarlar, yapıt konusuyla değil de soyunma sahnesiyle anılır.
Şair ve yazarlarımız öykü, roman ve şiirlerinde, ressamlar nü tablolarında kadının soyunmasını ele alır ya da soyunan kadını dile getirirler. Bakın koskoca Ziya Paşa bile yoldan çıkmış. Sevgilisine şöyle diyor: “Mintanının düğmesini çöz/ Sim tenin görsün bu göz.”
Gönlü her güzele sevdalı Karacaoğlan da, “Bilmem ay mı doğdu, gün mü doğdu âleme/ Yoksa yârim düğmelerini çözdü mü?” diye sorduktan sonra, “Soyunup koynuna girmeye geldim” deyiveriyor dilbere. Ahmet Refik Altınay’ı kendinden geçiren sevgilisinin billur göğsü, gül tenidir: “Bir soyunsa sine-i billuru mest eyler beni/ Sabaha dek sevsem usanmam gül gibi nazik teni.” Behçet Kemal Çağlar, ruhunun soymak için bir kadın istiyor: “Bir kadın istiyorum, ruhunu soymak için”. Şeytan da diyor ki, “Bırak ruhunu soymayı da kendi soyunsun o güzelin. Soyunsun da gözlerimiz bayram etsin!”
“Saçların çırılçıplak omzundan aksın/ Mermer üzerinden geçen su gibi.” Böyle diyor, sonradan süper mürşit olan Necip Fazıl Kısakürek. Âşık Dertli, ışık yüzlü sevgilinin örtülerinden sıyrılarak gönlünü ışıtmasını diliyor: “Ref et nikabını ey vech-i Enver/ Zulmette olsun gönlümüz münevver.” Nedim bir ham sofuya, düğmelerini göbeğe dek çözmüş bir güzeli görsen sabredebilir misin, diye soruyor: “Çözülmüş düğmeler çak-i giriban nafe dek inmiş/ Buna sabrolunur mu zahida sen âşık-ı zar ol”...
Fuat Hüsnü Demirelli, sevgilisini, “Çiçekler yaşar mı havasız, susuz/ Neden böyle dursun memeler mahpus” diyerek soyunmaya razı etmeye çalışıyor. Ümit Yaşar, soyunan kadını şu dizelerle şiirleştiriyor: “Sıyrıldı bütün örtülerden/ Bir güneş doğdu karşımızda/ Duyduk teninin sıcaklığını/ Hoyrat avuçlarımızda./ Saatler durdu kahrından/ Paramparça oldu aynalar/ Soyunur bütün vücudu/ Taş kesilinceye kadar./ Kamaşan gözlerimizle içtik/ Yudum yudum aydınlığını/ Bir kadın susuz dudaklarımızda/ Sebil etti kadınlığını.”
Genç ve güzel bir kadın, hasta çocuğunu doktora getirir. Doktor bir kadına, bir de çirkin çocuğa baktıktan sonra kadına soyunmasını söyler. Kadın şaşırır, “İyi ama hasta olan ben değilim, çocuğum” diye itiraz eder. Doktor, “Tamam. Biliyorum, der. Bu çocuğu size yakıştıramadım. Birlikte bir yenisini yapacağız.”
Kimi doktorlar genç ve güzel kadın hastaları soymaya çok meraklıdırlar. Bir doktora güzel bir kızla, yaşlı bir kadın gelmiş. Kız daha ağzını açmadan doktor kendisine, “Soyunun” demiş. Kız, “İyi ama hasta olan ben değilim. Yanımdaki ninem” deyince doktor, “Ya öyle mi, diye yüzünü buruşturmuş, kadına dönerek, “Dilininiz çıkarın” diye konuşmuş.
“Odam kireçtir benim/ Yüzüm güleçtir benim/ Soyun da gir koynuma/ Tenim ilaçtır benim.” En iyisi bu türküde söylenmiş. “Soyun güzelim soyun. Soyun da bitsin aşk denilen oyun” diye bitirelim sözümüzü. Güzelliklerle bezeyelim özümüzü. Erhan Tığlı<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhn0N01MPcliu-AUuGhC2ech2kqIAGcBgSCpRbiGzh907uRsMw2vojCOrXVMHGMT7cim245-wYWWrpzBMREf16fj49Ribf0Dw9yxXDmo2lfOk-QSAAghXfnQc4aswUdd6GSM6iULBeRViK3orSctqbz_BqUag6Qc-ccVmLirvfm6kbHvDw4r8OwgSUrcNOQ/s500/1931107_34715028583_6944_n.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" height="320" data-original-height="500" data-original-width="349" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhn0N01MPcliu-AUuGhC2ech2kqIAGcBgSCpRbiGzh907uRsMw2vojCOrXVMHGMT7cim245-wYWWrpzBMREf16fj49Ribf0Dw9yxXDmo2lfOk-QSAAghXfnQc4aswUdd6GSM6iULBeRViK3orSctqbz_BqUag6Qc-ccVmLirvfm6kbHvDw4r8OwgSUrcNOQ/s320/1931107_34715028583_6944_n.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-69395409437149903122024-01-27T06:47:00.000-08:002024-01-27T06:47:28.639-08:00GÜNEŞ DOĞACAKGÜNEŞ DOĞACAK
İçimdeki yıldızları kara bulutlar çalıyor
Çoktandır rengini unuttuğum karanlık
Gök ekinimi biçiyor
Fırtınalar uçuruyor gönlümdeki meltemi
Acının ordusu cebren ve hile
Mutluluğumun kalelerini zaptediyor
Söküyor çiçeklerimi
Dallarımı kırıyor...
***
Özlem ülkesine gitmek istiyorum
Otobüslerde yer bulamıyorum
Uçaklar dolu trenler rötarlı...
Gitsem hüznün hüküm sürmediği
İnsanın insanı söndürmediği bir yere
Ama yollar geçit vermiyor
Dalgalar azmış
Umut kaptan meyhanede sızmış
Tayfalar dört bir yana dağılmış...
Çaresizliğin çivisiyle çakılıyorum
Cellat yalnızlığın hain ellerine...
***
Biliyorum seziyorum duyuyorum
Bir yerlerde sabah oluyor
O sabah buralarda da olacak
Yakın hem de çok yakın
Başlayacak aydınlığa doludizgin bir akın
Ve de yepyeni bir güneş doğacak!
ERHAN TIĞLI<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg45WWq_-ZjpP0fffd4swiGcKSWZ1ekPLfgASlzUeGEmG3jCngSG8LhmJMNRG70sChvCZz4DAoYMgPD1-eh6kITMf2jEx6NotiBmGlOzUEv9njODIpg-OBY6GcpQJorwMO_uVHm4gfdKoTw6UuJ0nLxXCD8bHnxWe9TabQvyS6ilEHiQF2KQYz_Nqp4UT78/s720/1378769_10151919352698584_719002013_n.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" width="320" data-original-height="540" data-original-width="720" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg45WWq_-ZjpP0fffd4swiGcKSWZ1ekPLfgASlzUeGEmG3jCngSG8LhmJMNRG70sChvCZz4DAoYMgPD1-eh6kITMf2jEx6NotiBmGlOzUEv9njODIpg-OBY6GcpQJorwMO_uVHm4gfdKoTw6UuJ0nLxXCD8bHnxWe9TabQvyS6ilEHiQF2KQYz_Nqp4UT78/s320/1378769_10151919352698584_719002013_n.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-21927490945983553642024-01-26T06:58:00.000-08:002024-01-26T06:58:21.724-08:00Safiye Ayla - Bir İhtimal Daha Var (1974)<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/Z0rBopvzR-c?si=hOqj1NX57B0Kh0VP" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-27532543202371600222024-01-23T06:49:00.000-08:002024-01-23T06:49:36.541-08:00Instrumental Turkish Music | Kanun & Guitar -1 ♫ ᴴᴰ<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/Ov2SmWd_SWg?si=sdcSvuzrtqdp3Dxt" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-23013110844931418112024-01-20T06:48:00.000-08:002024-01-20T06:48:44.887-08:00Nerde Görüldüler!?NERDE GÖRÜLDÜLER?!..
Kimi gazetelerin magazin eklerinde ünlü kişilerin nerede görüldükleri ve ne yaptıkları yazılıyor ama ünsüz vatandaşların nerelerde görüldüğü, kimin defterinin dürüldüğü, kimin başına çorap örüldüğü anlatılmıyor. Belki merak edersiniz diye bu eksikliği gidereyim dedim.
• Memur Şevket borçlu olduğu esnafa yakalanmamak için gece yarısı gizlice eve girerken görüldü
• İki üniversite bitirdiği halde iş bulamayan Melih Keder, ilkokul mezunu bir iş adamına iş için yalvarırken görüldü.
• Evde kalmış Mediha Ah, koca bulmak umuduyla gideceği bir düğün için kuaförde saç yaptırırken görüldü.
• Yufka yürekli, börek kalpli Memduha Canım hanım, sokaktaki yoksul çocukları azarlayıp kedilere, köpeklere mama yedirirken görüldü.
• Transfer kıralı Feridun Penaltı, kanım siyah beyaz akar diye beyanat verdikten sonra sarı lacivertli kulüple görüşürken görüldü…
• Boş vakitlerinde kitap okuduğunu söyleyip kitap okumak için hiç boş vakit bulamayan Sevgi Samur, arkadaşlarıyla çene çalıp mesajlaşırken ve de internette paylaşım yapayım derken yaktığı yemeği çöpe atarken görüldü…<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJLofJRypTiD5XZk_ue6d0Su5Cuadr5_CZKLMNP5HxYrFTHJROaKXmngiRV7oWBPam0g5dPqhzW51pvvvlzxE7P_Temnx_ovTsdmcLoneAIdSYq4NG3SsunAOaLB-uU4RS9rY3jcORD8I82_RQ8BV8hibIya44TqeIpLqyDOpa3hpXXMTO-lxJ7D5POPwS/s594/2179_49391073583_9263_n.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" height="320" data-original-height="594" data-original-width="479" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJLofJRypTiD5XZk_ue6d0Su5Cuadr5_CZKLMNP5HxYrFTHJROaKXmngiRV7oWBPam0g5dPqhzW51pvvvlzxE7P_Temnx_ovTsdmcLoneAIdSYq4NG3SsunAOaLB-uU4RS9rY3jcORD8I82_RQ8BV8hibIya44TqeIpLqyDOpa3hpXXMTO-lxJ7D5POPwS/s320/2179_49391073583_9263_n.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-62049213842978684862024-01-03T06:00:00.000-08:002024-01-03T06:00:48.794-08:00SÖZÜM İKİ AYAKLI KÖPEKLEREİnsanlar köpekleri evcilleştirerek yüzyıllarca köle gibi kullanmışlar, kendilerine hizmet ettirmişlerdir. Ama kimi kişiler köpekleri pek sevmez, adlarını hakaret amacıyla ağızlarına alırlar. Kızdıklarına sadece köpek demez, “köpek oğlu köpek, it” diye iltifat ederler.
Söz gelişi, Namık Kemal dalkavukları “Kimi görsek etekleriz/Ne utanmaz köpekleriz” diye taşlar. Hürriyet Kasidesi’nde zalimlere hizmet edenleri köpek olarak görür:
Kilab-ı zulme kaldı gezdiğin nazende sahralar
Uyan ey yareli şir-i jiyan bu hab-ı gafletten” der.
Şiirde sözü geçen kilap kelp(köpek)in çoğuludur. Buradan inkilap sözü türetilmiştir. İnkılabı(köklü değişme,devrim) benimsemeyenler ya da bilinçsiz kişiler bu sözcüğü inkilap(köpekleşme) diye söyler ya da yazarlar…
Namık Kemal burada halkı inleyen ve yaralı bir aslana benzeterek, onun uyanmasını, memleketin zulüm köpeklerine kaldığını belirtiyor…
Tahir Efendi şair Nef’i’ye kelp(köpek) demiş. Şairimiz bakın bu efendiye nasıl cevap veriyor:
Tahir Efendi bana kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp tahirdir
Tahir’in sözlük anlamı temiz demektir. Nef’i maliki mezhebinden olduğunu, bu mezhebin inanışına göre köpeğin temiz sayıldığını, kendisine iltifat edildiğini söyle gibidir ama aslında köpek Tahir Efendidir diyor, köpekliği ona iade ediyor!
Bu konuda şöyle bir fıkra vardır:
Tahir’le Sadık adındaki arkadaşı yolda giderlerken karşılarına bir köpek çıkar. Sadık bıyık altında gülerek, “Ne dersin, şairin dediği gibi, kelp gerçekten Tahir midir?” diye sorar.
Tahir, arkadaşının ne demek istediğini anlar, onu okkalı bir yanıtla susturur:
“Köpeğin temiz oluşu anlayışa, inanışa göre değişir ama şurası bir gerçektir ki; köpek her zaman sadıktır!”
Köpek türlü oyunlar ederek sahiplerine kendisini sevdirmesini bilir, onları oyalar, dertlerini unutturup yalnızlıklarını giderir.
Bir çiftlikte bir eşek ve sahibinin kucağından inmeyen bir köpek varmış. Eşek bu işe(!) kızmış ve köpeğe, “Ben o kadar efendime hizmet ediyorum ama hiç takdir görmüyorum. Sen hiçbir şey yapmadığın halde çok seviliyorsun. Ne olur bana bunu sırrını anlat” diye yalvarmış.
Köpek, “Gayet basit” diye konuşmuş: “Ben, sahibim içeri girer girmez türlü oyunlar yaparak üstüne atılıyor, kucağına sıçrıyorum. Bu da onun hoşuna gidiyor.”
Eşek sevinmiş, “Tama öyleyse” deyip sahibi kapıdan girince hemen hoplayıp zıplayarak adamın üstüne atılmış. Sahibi onu kudurdu sanmış, korkuyla yanından kaçarak eşeği kasaplara teslim etmiş.
Kudurmak deyince aklıma geldi. Köpek kuduz taşıyıcısıdır. Onların kuduz hastalığına tutulmamaları için aşılatmak gerekir.
Adamın birisini aşılanmamış bir köpek ısırmış ama o aldırmamış, aşı olmayı ihmal edince kudurarak ölmesi kesinleşmiş. Yakınlarından bir kağıt kalem istemiş.
“Vasiyetini mi yazacaksın?” diye sormuşlar.
“Hayır” demiş bizimki, “Isıracağım kişilerin adlarını yazacağım.”
Siz bu durumda olsaydınız kimleri yazardınız?
Sakın, “bizleri müşkül mevkiye düşürenleri yazarım” demeyin.
Öylelerinin öyle kraldan fazla kralcıları vardır ki, daha siz yanlarına yaklaşamadan havlayarak üstünüze saldırırlar, yeri göğü ayağa kaldırırlar…
Demosten, ahaliyi başına toplamış, bağıra çağıra onlara bir şeyler anlatıyormuş.
Onu pek sevmeyen bir politikacı alayla, “Gene ne havlıyorsun?” diye sormuş.
Demosten taşı gediğine oturtmuş; “Bir hırsız gördüm de…!
Mevlana müritleriyle yolda giderken bir köşede koyun koyuna yatan köpekleri görürler. Müritlerden biri, “Şunlara bakın. Dostça, arkadaşça bir arada yatıyorlar” der.
Mevlana gülerek şöyle der; “Ortaya bir kemik atın da görün onları…”
Adamın birinin yolu bir dağ köyüne düşmüş. Yolda köpekler havlayarak üstüne saldırmışlar. Bizimki kendini savunmak için yerden bir taş alıp atmak istemiş ama hangi taşa el atsa bir türlü yerinden kaldıramamış. Ellerini açarak, “Allahım” demiş. “Bu nasıl köy? Taşları bağlamışlar da köpekleri salıvermişler!”
Siz siz olun, köpekli köyde taşsız, değneksiz dolaşmayın.
Erhan Tığlıgülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-4828988895756567872024-01-01T05:52:00.000-08:002024-01-01T05:52:31.110-08:00Müzeyyen Senar - Kapıldım Gidiyorum by_HACI<iframe style="background-image:url(https://i.ytimg.com/vi/ggGbDanbil4/hqdefault.jpg)" width="480" height="360" src="https://youtube.com/embed/ggGbDanbil4?si=WWRFN7ZSRms_mmnm" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-89341289982646735732024-01-01T05:35:00.000-08:002024-01-01T05:35:26.060-08:00müzeyyen senar bir ihtimal daha var<iframe style="background-image:url(https://i.ytimg.com/vi/R_p16pKvgig/hqdefault.jpg)" width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/R_p16pKvgig?si=cfA2e7zfLLL-OGIn" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-21319245879780945022023-12-20T06:36:00.000-08:002023-12-20T06:36:57.924-08:00Kitap okumayanların türlü çeşitli halleriKİTAP OKUMAYANLARIN TÜRLÜ ÇEŞİTLİ HALLERİ
Hoca camide vaaz veriyormuş. İçeriye bir adam girmiş. “Hocam, ben eşeğimi kaybettim. Bir soruverin bakalım. Eşeğimi gören var mı?” demiş. Hoca cemaate dönmüş. İçinizde kitap okumayan, sanatla uğraşmayan biri var mı?” diye sormuş. Biri ayağa kalkmış, “Ben varım, ben, demiş. Böyle boş şeylerle vakit geçirmem. Yer, içer, keyfime bakarım.”
Hoca eşeğini kaybeden adama dönmüş, “Boşuna başka yerde arama, demiş. İşte eşeğin burada.”
Adamın biri ölmüş. Öbür dünyada sorgu meleğinin karşısına çıkarmışlar. Sorgu meleği adama, “Sağlığında hiç sevdin sevildin mi?” diye sormuş. “Hayır” demiş adam. “Peki, kitap okudun mu, bilgi öğrenmek için dergi, ansiklopedi karıştırdın mı?” Adam bunlara da hayır deyince melek oradakilere, “Bir kanat getirin” demiş. Adam sevinçle, “Melek mi oluyorum?” diye ellerini çırpmış. “Hayır, demiş melek. Kaz oluyorsun!”
Profesör İ. Hakkı Baltacıoğlu, öğrencilerine Sultanahmet Çeşmesi’nin güzelliğinden söz ediyormuş. Biri ayağa kalkmış,”Efendim, ben o çeşmeyi inceledim ama sizin söylediğiniz güzellikleri göremedim “. Profesör ona kitap okuyup okumadığını, güzelliklere düşkün olup olmadığını sormuş. Hepsine de hayır yanıtını alınca acı acı gülmüş. “Boşuna uğraşmayalım, demiş. Ne ben sana bu çeşmenin güzelliğini anlatabilirim ne de sen anlayabilirsin.”
Severek oku, sevdiğini oku. Doğruluğu, iyiliği, güzelliği ilmek ilmek doku.
Kitap okumayan hapı yutar. Bilgisizlik bataklığına düşer, çırpındıkça daha da batar.
Kitap okursan, olamasan da bir balta sap, doğru yolu araya araya düşmezsin bitap.
Rehberin olsun kitap, yerlerde sürünmeyi bırak, okumuşlar arasında kendine bir yer kap. Tapacak bir şey bulamıyorsan, kitaba tap. Maval okuyacağına kitap oku. O zaman, maval okumakla geçirdiğin zamana yanarsın, o günleri pişmanlıkla anarsın.
Kimi “İnsan düşündüğü kadar insandır” demiş. Kimi “İnsan güldüğü kadar insandır.”
Bilinçsiz, boş boş düşünmek, gülmek neye yarar, öyleyse insan okuduğu kadar insandır.
Erhan TIĞLI<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5Q-XHpHHp9dRd8ajgnU-WSGe8eR72D5Ir8gslxLLtH44VmvjLT95eFYnJGM3OscjrVJ8CYCDmiZKwdtp_oTCGchFXYE4kXgbkYhwiC-AF-krvJER8Lkqem78DiiH2JSBFXGWkKcmp03FLaPEMqvF5pPtNWhXJplauahrWXbfeQmq1b6iUFCwzqC8z_Hgn/s613/278572826_5250942751628993_7196982692818166281_n.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" width="320" data-original-height="613" data-original-width="613" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5Q-XHpHHp9dRd8ajgnU-WSGe8eR72D5Ir8gslxLLtH44VmvjLT95eFYnJGM3OscjrVJ8CYCDmiZKwdtp_oTCGchFXYE4kXgbkYhwiC-AF-krvJER8Lkqem78DiiH2JSBFXGWkKcmp03FLaPEMqvF5pPtNWhXJplauahrWXbfeQmq1b6iUFCwzqC8z_Hgn/s320/278572826_5250942751628993_7196982692818166281_n.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-90982927611884603572023-12-17T01:30:00.000-08:002023-12-17T01:30:23.722-08:00Yoldaki TaşYOLDAKİ TAŞ…
Kral güzel bir yol yaptırmış, tam ortasına da kocaman bir taş koydurmuştu. Gelip geçenler taşın etrafında dolaşarak yollarına devam ediyorlar, bu duruma hiç ses çıkarmıyorlardı…
Günlerden bir gün, bir sanatçının yolu oraya düştü. Taşın bu yola yakışmadığını, yolculara zorluk çıkardığını düşünerek taşı binbir güçlükle kenara çekti. Gidiyorken taşın bulunduğu eski yerde bir kese altın ve bir not gözüne çarptı. Notta şunlar yazılıydı:
“Taşı kaldırıp insanların buradan rahat geçmelerini sağlayan kişi, bu altınlar senindir.”
İşte sanatçılar, şair ve yazarlar buradan da anlaşılacağı gibi, kendilerini değil, toplumu düşünürler; güzelliklerin önündeki engelleri kaldırarak bizi mutlu etmek için çalışırlar.
ERHAN TIĞLIgülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-80339319094257568782023-12-08T22:47:00.000-08:002023-12-08T22:47:47.983-08:00İHTİYACIM VARİhtiyacım var
yıldız yıldız bakan gözlerine
ballı gülüşüne
yakamozlu gözlerne
İhtiyacım var
karanlığımı silen ellerine
gönlümü güllerle donatan
dikensiz sevginegülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-21604174827038338512023-12-06T00:53:00.000-08:002023-12-06T00:53:08.900-08:00AKILLI DELİAKILLI DELİ...
Bu kente yeni yerleşmiştim. Sağını solunu bilmiyor, tanımaya çalışıyordum. Bir gün, kasaptan et alırken zengin ve iyi giyimli, altın dişli birinin birkaç kilo pirzola, bonfile aldığını gördüm. Tam bu sırada orta boylu, kır saçlı, şişmanca bir kadın yanaştı zengin kişinin yanına. Adamın et paketini açtı, yarısını aldı, yarısını geri verdi:
“Bu kadarı yeter sana!” diye bağırdı. Oradan geçmekte olan yoksul kılıklı birinin eline tutuşturdu etin yarısını. Adam itiraz edecek oldu. Bizimki gözleri açtı,
“Dünyayı mı yiyeceksin? Hadi yürü bakayım” diye azarladı onu.
Adam gülmeye çalışarak çekti gitti. Eti alan yoksul da güle oynaya oradan uzaklaştı.
Dudak bükerek, kim bu dercesine, kasaba baktım. Kasap başını salladı:
“Delidir. Böyle her işe karışır. Kimse bir şey diyemez” dedi.
“Nasıl olur?” diye sordum.
“Arkası kuvvetlidir.”
“Sadece bu değil yaptıkları. Geçenlerde, çalışmayan, koca parası yiyen kadınları evine çağırmış. Yedirip içirmiş ama sonra da bulaşıkları yıkatmış onlara. Yediklerinizi ödeyin bakayım. Karşınızda enayi kocanız yok sizin. ‘Bedava yiyip içmek yok!’ diye bağırmış. İtiraz edenlere bıçak çekmiş. Kadınlar korkularından birikmiş bütün bulaşıkları yıkamak zorunda kalmışlar. Bulaşıkları iyi yıkamayanlara da yerleri sildirmiş...”
“Bir daha oraya gelmeye tövbe etmişlerdir.”
“Ne etseler kurtuluş yok. Evine kimse gelmez olunca bu sefer o gitmiş onların evine. Hanımlara iş yaptırıp hizmetçilerini oturtmuş. Çirkin ama varlıklı ve bir sürü giysisi olanların giysilerini alıp güzel yoksul kadınlara, kızlara dağıtmış. Sende yakışmıyordu. Bak şu kızcağıza nasıl da yakıştı. Zaten bunu giymeyi hak etmiyordun, demiş.”
“Kendince sosyal adaleti sağlıyor böyle demek ki. Döven, mahkemeye veren, polise şikâyet eden olmuyor mu hiç? Nasıl böyle serbestçe dolaşıyor?”
“Dövmeye kalkanların elinden, yardım ettiği yoksullar kurtarıyor. Hem yanında bıçak taşıdığı için yanına pek yaklaşamıyorlar. Avukat, yargıç akrabaları var. Başı derde girince kurtarıyorlar. Polis de bir şey yapamıyor, idare edin diyor.”
Kasaptan çıkıp giderken ilerdeki kahvenin önünde bir gürültü patırtı koptu. Merakla oraya yaklaştım. Bizim deli, erkekleri sıraya dizmiş nutuk çekiyordu. “Demek sıra erkeklere gelmiş” diyerek olup bitenleri anlamaya çalıştım. Delimiz sözünü bitirdikten sonra erkeklere, “Hadi bakalım iş başına. Kahvede bomboş oturup çene çalacağınıza, oyun oynayacağınıza, işe yarayın biraz. İş yok diyorsunuz değil mi? Alın size iş. Toplayın bakayım sokaklardaki çöpü. Sizin canınız can da çöpçünün canı patlıcan mı? Zavallılar hangi işe yetişsin?” diye bağırdı, çöp toplattı.
O sırada oradan geçmekte olan biri farkında olmadan yere bir çöp attı. Deli hemen adamın yakasına yapıştı, “Sokak senin çöplüğün mü? Çabuk al şu çöpü de ye bakalım!” diye bağırdı. Adam denileni yapmayınca bıçağını boğazına dayadı. “Ufacık bir kâğıt parçası attığına şükret. Eğer yere tükürseydin tükürüğünü yalatacaktım” diye başını salladı.
Adam imdat ister gibi sağına soluna baktı. Kimse aldırmadı. Hatta deliyi alkışladılar:
“Bravo abla! Memlekette böyle senin gibi üç beş delimiz daha olsa ortalık sütliman olur! Dinsizin hakkından imansız gelir!” dediler.
Adam çaresiz, yere attığı çöpü yemek zorunda kaldı.
Delinin gözü sigara içen birine takıldı:
“Bunu içmekle hem kendine hem çevrene zarar verdiğini bilmiyor musun ha?” diye bağırdı. “Bu zıkkıma harcadığın parayla çocuklarına yiyecek bir şey al” diye adamın üstüne yürüdü. Adam belki sigarayı yedirmeye kalkar diye kokusundan oradan hızla uzaklaştı, kaçtı.
Ben de, “Bakalım daha neler yapacak?” diye deliyi izlemeye başladım.
Deli yolda giderken birkaç gencin bir birahanenin önünde bira içtiklerini gördü. Hemen yanların gitti, onları şöyle bir süzdü:
“Yazık sizin gençliğinize! Burada gençliğinizi niye ziyan ediyorsunuz, yapacak işiniz yok mu?” diye bağırdı, kollarından tutup ayağa kaldırdı, sıraya dizdi, adlarını soyadlarını, nerede okuduklarını, kimin çocuğu olduklarını sordu.
Cebinden bir defter çıkardı, adlarını oraya yazdı. “Hepinize birer sıfır veriyorum. Bir daha buraya geldiğinizi görmeyeceğim. Görürsem sizin için fena olur” dedi.
Gençler boyunlarını büküp önlerine baktılar. İçlerinden biri:
“Kimimiz üniversite sınavlarını kazanamadı, kimimiz de üniversiteyi bitirdiği halde iş bulamadı. Ne yapalım, nereye gidelim?” diye sordu.
“Kitap okuyun!”dedi deli.
“Kitap fiyatları pahalı olduğu için alamıyoruz.”
“Bira içecek parayı buluyorsunuz ama” dedi deli.
Gençler bir şey diyemediler. Deli sözlerin şöyle sürdürdü:
“Kütüphaneye gidin be! Orada kitap okumak bedavadır. Biz okuyamadık, bari siz okuyun, kendinizi yetiştirin. Bu günler bir daha geri gelmez. Bu ne biçim iştir böyle? Birahaneler, kahveler dolu, kütüphaneler bomboş.”
Deli böyle dedikten sonra gençlerin önüne geçti:
“Belki kütüphanenin yerini bilmiyorsunuzdur. Beni izleyin. Size yolu göstereyim” diyerek onları kütüphaneye götürdü. Müdüre, “Bu gençler size teslim. İstedikleri kitapları verin onlara. Akşama kadar burada kalacaklar, kitap okuyacaklar, Okumayanları bana bildirin” dedi. Gençlere döndü, “Şimdi ben gidiyorum. Her gün kontrole geleceğim. Kaytaran olursa canına okurum ha, ona göre!” diye işaret parmağını salladı.
Kendi kendime, “Tam yönetici olacak kişi bu; ama ne yazık ki deli. Akıllı olsa, acaba bu yaptıklarının binde birini yapabilir miydi? Yapsa bile söz dinletebilir miydi yoksa başı belaya mı girerdi?” diye söylendim. İnsanlara söz dinletebilmek, onları doğru yola getirmek için akıllı değil, deli olmak gerekiyor görünüşe bakılırsa. O halde haydi deliler iş başına! Akıllıların neler yaptıklarını, daha doğrusu yapamadıklarını gördük. Bir de sizi deneyelim bakalım. Durumumuz bugünkünden daha kötü olmaz herhalde...
Erhan Tığlı
gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-68818400852493285492023-12-02T23:37:00.000-08:002023-12-02T23:37:58.987-08:00Stres, kaygı ve depresif koşulları iyileştiren rahatlatıcı müzik, iyileş...<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/hZWrIqxALd8?si=R9Rsht5WV4yXW1XZ" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-23759693875319912892023-12-02T05:38:00.000-08:002023-12-02T05:38:05.324-08:00BAKIŞLARBakış...
Gönülden gönüle akış
Bakış...
Güzelliğe alkış
Bakış...
Eder sözlerle yarış
Bakış...
Aradaki buzları eritmek için ateş yakış
Bakış...
Limandan kalkış, enginlere dalış
Bakış...
Yerine göre bahar ya da kara kış
Bakış...
Yakaya karanfil, gül takış
Bakış...
İlişkilere çivi çakış
Bakış...
Dostlarla barış, düşmanlara taş atış!
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvJ74SJ-dp6zwDLCO0bcKx8nMfQTVc17pnE-3XVAy3OHYAMJ73COYQpAiC4Jy-bldxhgG630XhnVDx760GhBf7cxCsw7AqrtLwxyL5KWBciFLrlEOndvb7UFb1gfh-eWpAFWGiuZnaO7oSbLtNoBDsv8P1244vU-hvJD1kDLJPnamZMvjoV8DcAEiNIQ9G/s866/99dd7b544b512974f06458ff53731960.webp" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" height="320" data-original-height="866" data-original-width="650" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvJ74SJ-dp6zwDLCO0bcKx8nMfQTVc17pnE-3XVAy3OHYAMJ73COYQpAiC4Jy-bldxhgG630XhnVDx760GhBf7cxCsw7AqrtLwxyL5KWBciFLrlEOndvb7UFb1gfh-eWpAFWGiuZnaO7oSbLtNoBDsv8P1244vU-hvJD1kDLJPnamZMvjoV8DcAEiNIQ9G/s320/99dd7b544b512974f06458ff53731960.webp"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-80882980424320602012023-11-30T00:53:00.000-08:002023-11-30T00:53:14.317-08:00Yağmur Masalı
YAĞMUR MASALIDIR BU MASAL!
Eski zamanlardan birinde, cinspor ile inspor maç yaparlarken çinili hamam içinde, o zamanlar şimdiki gibi değil, her şey başka bir biçimde. Ne televizyon var ne telefon, ne de bilgisayar. Ama her şey yirmi dört ayar! Mesajlaşacaklarına karşı karşıya gelip konuşuyorlar ya da mektup yazıyormuş insanlar. Gözleri televizyon ekranında değil, birbirlerinde oluyormuş anne, baba ile çocuklarının. Eve gelen konuklarla konuşur gülüşürlermiş. Mutluluğu kendilerine saklamaz, bölüşürlermiş.
O yörenin tek derdi susuzlukmuş. Yeterli yağmur yağmadığı için iyi yetişmezmiş sebze ve meyveler, dağ gibi yığılırmış bulaşıklar, Sık sık yıkanamadıkları için kirli kirli gezermiş insanlar. Ne yapsalar olmamış, bir türlü yağmur yağmamış.
Eşeden köşeden, kuşlar uçtu meşeden. Avcılar av bulamadıkları için ölmüşler üzüntüden. Kuşseverler ise göbek atmışlar sevinçten, neşeden. Kuşların nereye gittiğini merak ettim, koştum arkalarından. Koşarken bir dereye düştüm. Su buldum diye sevindim. Öyle susamışım ki, dereyi bir yudumda içtim. Yosunları ekin sanıp biçtim. Balıklarla dans ettim, kurbağalarla şarkı söyledim. Derken hop diye karşı yakaya geçiverdim. Defteri, kitabı açıverdim. Okuyup yazınca iyiyi, doğruyu seçiverdim, gerçekleri görüverdim.
Masal masal matladı, hep balonlar patladı. Susuz yerin insanları su bulmak için kuyular kazdı, yağmur dualarına çıktı ama su kıtlığına bir türlü çare bulunamadı.
Yörenin bir dervişi varmış. Çıkmış ortaya: “Dediklerimi yaparsanız yağmur yağdırırım ben” demiş. Herkes kahkahalarla gülmüş. “Hadi be, git işine! Yağmur yağdırmak sana mı kaldı? Nice bilgili kişiler uğraştı da başaramadı. Bizi boşuna oyalama” diye alay etmiş.
İçlerinden biri, “Öyle demeyin. Ummadık taş baş yarar. Bir deneyelim bakalım. Denemekten ne çıkar? Denize düşen yılana sarılırmış” diye konuşmuş.
“Peki öyle olsun” demişler, dervişin teklifini kabul etmişler.
Derviş çocukları toplamış, “Hadi bakalım, iş bize düştü, demiş. Evlerden yağ toplayacaksınız. Yağ toplarken de yağ yağ yağ diye bağıracaksınız.”
Çocuklara bu iş oyun gibi gelmiş. Hemen ellerine birer kap alarak yağ toplamaya, bir yandan da yağ yağ yağ diye bağırışmaya başlamışlar.
Derviş toplanan yağları kazanlara dökmüş. İçine sebzeler, türlü baharatlar atmış. Yağı, tuzu yerinde güzel bir çorba yaparak çocuklara ve yoksullara yedirmiş. Çorbalarını içerlerken hepsi de “yağ yağ yağ” diye ağızlarını şapırdatıyorlar, gülüyorlarmış.
Bir süre sonra yağmur yağmaya başlamış. Öyle bir yağmur yağmış ki, her taraf suyla dolup taşmış. Ortalığı sel almış. Yağmur bir türlü durmak bilmiyormuş...
“Dur” demişler durmamış yağmur. Olmuş dere tepe çamur. Çaresiz kalıp dervişin kapısını çalmışlar. “Yağdırdığın gibi durdur şu yağmuru ne olur?” diye yalvarmışlar.
Derviş, bıyık altından gülmüş:
“Şu işe bak yahu! Siz bana deli der, sözlerime hiç kulak asmazdınız. Ne oldu, hangi dağda kurt öldü?” diye sormuş.
“Ocağına düştük. Aman, kusurumuza bakma. Yanılmışız. Affet bizi” demişler.
“Kendini akıllı sananlara bak, benim gibi bir deliye muhtaç oluyorlar. Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin. Neyse, isteğinizi bir şartla yerine getiririm. Ne istersem vereceksiniz, yoksa hiçbir şey yapmam” demiş derviş.
“Söz veriyoruz. Her isteğinizi yerine getireceğiz. Yeter ki kurtar bizi bu durumdan” diye dervişin ellerine sarılmışlar.
Derviş oradakilere dönmüş:
“Önce bütün küsler barışacak, birbirine sarılacak, demiş. Sonra da çocuklar her evden ceviz toplayıp bana getirecek.”
“Tamam, öyle olsun” demişler. Küsler barışmış, kucaklaşmış, pişmanlık gözyaşları sel sularına karışmış. Herkes kalp kırmamak, birbirinin gönlünü almak için yarışmış. Çocukların topladıkları cevizler küfelere boşaltılmış. Derviş, çocuklara, “Ben ne yaparsam yapın, ne dersem deyin” deyip elini ceviz küfelerinden birine daldırmış, “Yağma!” diye bağırarak havaya savurmuş. Çocuklar da “yağma” diye bağırarak dervişe uymuşlar. Bu sözü diğerleri de duymuşlar. Onlar da “yağma” diye bağırmışlar. “Yağma” sesleri yağmurun da kulağına gitmiş, yağmayı bırakmış. Cevizler yağma edilmiş, tatlılar yapılarak açlara, yoksullara yedirilmiş. Böylece yöre büyük bir felaketten kurtulmuş. Güneş açmış, sel suları çekilmiş ve herkes sevinmiş, düğün bayram etmiş. Ozanımız sazını almış, şu türküyü söylemiş:
“Bahçelerde börülce
Oynasın herkes gönlünce
Dünya cennete döner
Sevenler sevilenler
Bir araya gelince.”
Masalımız işte bu kadar.
Zamanında gözümüzü dört açıp gereken önlemleri almazsak dünya olur bize dar, bahar gelmek bilmez, her tarafı kaplar soğuk, çamur ve de kar.
Hepinizin gönlüne mutluluk yağmuru yağsın çocuklar.
***Erhan Tığlı***
gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-60999712771442190362023-11-26T23:24:00.000-08:002023-11-26T23:24:33.859-08:00Mutluluk GüneşiMutluluk güneş olsa
her yanı aydınlatsa
dünya cennete döner
sevenler çoğalırsa<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxrwJp2BsbKctNY_wpy0l5uYug-bHpElE6I_rmgFDOJZ8L7KOq7gO494BYeSHkQ27RYfqVK7UlOjmLmGQMwoUaMIPs6xSl3X9iJ3SH6t3SxkXbq03K8loMCwDsOYs8vKD3qfVJLOMNA9qcLTBcl3eCxlFm9QfQTmZZUaoAY-o1Grrj_yktTAoJJOm7Izdm/s936/7644968f9e692dd291330a7af42a838a.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" height="320" data-original-height="936" data-original-width="720" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxrwJp2BsbKctNY_wpy0l5uYug-bHpElE6I_rmgFDOJZ8L7KOq7gO494BYeSHkQ27RYfqVK7UlOjmLmGQMwoUaMIPs6xSl3X9iJ3SH6t3SxkXbq03K8loMCwDsOYs8vKD3qfVJLOMNA9qcLTBcl3eCxlFm9QfQTmZZUaoAY-o1Grrj_yktTAoJJOm7Izdm/s320/7644968f9e692dd291330a7af42a838a.jpg"/></a></div>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-91356110130471813712023-11-26T23:23:00.000-08:002023-11-26T23:23:05.629-08:00Akordiyon, Piyano, Türk Halk Müziği, anadoludan güzellemeler naz müzik<iframe style="background-image:url(https://i.ytimg.com/vi/EUdDwsEEKRs/hqdefault.jpg)" width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/EUdDwsEEKRs?si=wr4eHsPypDDGLcTq" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1814287729572057745.post-88139904019791590922023-11-16T00:50:00.000-08:002023-11-16T00:50:19.292-08:00muammer ketencoglu, fatmam, turkey and greece, turkish,greek<iframe style="background-image:url(https://i.ytimg.com/vi/p0sUHYS7kCs/hqdefault.jpg)" width="480" height="360" src="https://youtube.com/embed/p0sUHYS7kCs?si=I7883qY63dpMBpqa" frameborder="0"></iframe>gülelim gülüşelimhttp://www.blogger.com/profile/13196224867933532981noreply@blogger.com0