20 Aralık 2023 Çarşamba

Kitap okumayanların türlü çeşitli halleri

KİTAP OKUMAYANLARIN TÜRLÜ ÇEŞİTLİ HALLERİ Hoca camide vaaz veriyormuş. İçeriye bir adam girmiş. “Hocam, ben eşeğimi kaybettim. Bir soruverin bakalım. Eşeğimi gören var mı?” demiş. Hoca cemaate dönmüş. İçinizde kitap okumayan, sanatla uğraşmayan biri var mı?” diye sormuş. Biri ayağa kalkmış, “Ben varım, ben, demiş. Böyle boş şeylerle vakit geçirmem. Yer, içer, keyfime bakarım.” Hoca eşeğini kaybeden adama dönmüş, “Boşuna başka yerde arama, demiş. İşte eşeğin burada.” Adamın biri ölmüş. Öbür dünyada sorgu meleğinin karşısına çıkarmışlar. Sorgu meleği adama, “Sağlığında hiç sevdin sevildin mi?” diye sormuş. “Hayır” demiş adam. “Peki, kitap okudun mu, bilgi öğrenmek için dergi, ansiklopedi karıştırdın mı?” Adam bunlara da hayır deyince melek oradakilere, “Bir kanat getirin” demiş. Adam sevinçle, “Melek mi oluyorum?” diye ellerini çırpmış. “Hayır, demiş melek. Kaz oluyorsun!” Profesör İ. Hakkı Baltacıoğlu, öğrencilerine Sultanahmet Çeşmesi’nin güzelliğinden söz ediyormuş. Biri ayağa kalkmış,”Efendim, ben o çeşmeyi inceledim ama sizin söylediğiniz güzellikleri göremedim “. Profesör ona kitap okuyup okumadığını, güzelliklere düşkün olup olmadığını sormuş. Hepsine de hayır yanıtını alınca acı acı gülmüş. “Boşuna uğraşmayalım, demiş. Ne ben sana bu çeşmenin güzelliğini anlatabilirim ne de sen anlayabilirsin.” Severek oku, sevdiğini oku. Doğruluğu, iyiliği, güzelliği ilmek ilmek doku. Kitap okumayan hapı yutar. Bilgisizlik bataklığına düşer, çırpındıkça daha da batar. Kitap okursan, olamasan da bir balta sap, doğru yolu araya araya düşmezsin bitap. Rehberin olsun kitap, yerlerde sürünmeyi bırak, okumuşlar arasında kendine bir yer kap. Tapacak bir şey bulamıyorsan, kitaba tap. Maval okuyacağına kitap oku. O zaman, maval okumakla geçirdiğin zamana yanarsın, o günleri pişmanlıkla anarsın. Kimi “İnsan düşündüğü kadar insandır” demiş. Kimi “İnsan güldüğü kadar insandır.” Bilinçsiz, boş boş düşünmek, gülmek neye yarar, öyleyse insan okuduğu kadar insandır. Erhan TIĞLI

17 Aralık 2023 Pazar

Yoldaki Taş

YOLDAKİ TAŞ… Kral güzel bir yol yaptırmış, tam ortasına da kocaman bir taş koydurmuştu. Gelip geçenler taşın etrafında dolaşarak yollarına devam ediyorlar, bu duruma hiç ses çıkarmıyorlardı… Günlerden bir gün, bir sanatçının yolu oraya düştü. Taşın bu yola yakışmadığını, yolculara zorluk çıkardığını düşünerek taşı binbir güçlükle kenara çekti. Gidiyorken taşın bulunduğu eski yerde bir kese altın ve bir not gözüne çarptı. Notta şunlar yazılıydı: “Taşı kaldırıp insanların buradan rahat geçmelerini sağlayan kişi, bu altınlar senindir.” İşte sanatçılar, şair ve yazarlar buradan da anlaşılacağı gibi, kendilerini değil, toplumu düşünürler; güzelliklerin önündeki engelleri kaldırarak bizi mutlu etmek için çalışırlar. ERHAN TIĞLI

8 Aralık 2023 Cuma

İHTİYACIM VAR

İhtiyacım var yıldız yıldız bakan gözlerine ballı gülüşüne yakamozlu gözlerne İhtiyacım var karanlığımı silen ellerine gönlümü güllerle donatan dikensiz sevgine

6 Aralık 2023 Çarşamba

AKILLI DELİ

AKILLI DELİ... Bu kente yeni yerleşmiştim. Sağını solunu bilmiyor, tanımaya çalışıyordum. Bir gün, kasaptan et alırken zengin ve iyi giyimli, altın dişli birinin birkaç kilo pirzola, bonfile aldığını gördüm. Tam bu sırada orta boylu, kır saçlı, şişmanca bir kadın yanaştı zengin kişinin yanına. Adamın et paketini açtı, yarısını aldı, yarısını geri verdi: “Bu kadarı yeter sana!” diye bağırdı. Oradan geçmekte olan yoksul kılıklı birinin eline tutuşturdu etin yarısını. Adam itiraz edecek oldu. Bizimki gözleri açtı, “Dünyayı mı yiyeceksin? Hadi yürü bakayım” diye azarladı onu. Adam gülmeye çalışarak çekti gitti. Eti alan yoksul da güle oynaya oradan uzaklaştı. Dudak bükerek, kim bu dercesine, kasaba baktım. Kasap başını salladı: “Delidir. Böyle her işe karışır. Kimse bir şey diyemez” dedi. “Nasıl olur?” diye sordum. “Arkası kuvvetlidir.” “Sadece bu değil yaptıkları. Geçenlerde, çalışmayan, koca parası yiyen kadınları evine çağırmış. Yedirip içirmiş ama sonra da bulaşıkları yıkatmış onlara. Yediklerinizi ödeyin bakayım. Karşınızda enayi kocanız yok sizin. ‘Bedava yiyip içmek yok!’ diye bağırmış. İtiraz edenlere bıçak çekmiş. Kadınlar korkularından birikmiş bütün bulaşıkları yıkamak zorunda kalmışlar. Bulaşıkları iyi yıkamayanlara da yerleri sildirmiş...” “Bir daha oraya gelmeye tövbe etmişlerdir.” “Ne etseler kurtuluş yok. Evine kimse gelmez olunca bu sefer o gitmiş onların evine. Hanımlara iş yaptırıp hizmetçilerini oturtmuş. Çirkin ama varlıklı ve bir sürü giysisi olanların giysilerini alıp güzel yoksul kadınlara, kızlara dağıtmış. Sende yakışmıyordu. Bak şu kızcağıza nasıl da yakıştı. Zaten bunu giymeyi hak etmiyordun, demiş.” “Kendince sosyal adaleti sağlıyor böyle demek ki. Döven, mahkemeye veren, polise şikâyet eden olmuyor mu hiç? Nasıl böyle serbestçe dolaşıyor?” “Dövmeye kalkanların elinden, yardım ettiği yoksullar kurtarıyor. Hem yanında bıçak taşıdığı için yanına pek yaklaşamıyorlar. Avukat, yargıç akrabaları var. Başı derde girince kurtarıyorlar. Polis de bir şey yapamıyor, idare edin diyor.” Kasaptan çıkıp giderken ilerdeki kahvenin önünde bir gürültü patırtı koptu. Merakla oraya yaklaştım. Bizim deli, erkekleri sıraya dizmiş nutuk çekiyordu. “Demek sıra erkeklere gelmiş” diyerek olup bitenleri anlamaya çalıştım. Delimiz sözünü bitirdikten sonra erkeklere, “Hadi bakalım iş başına. Kahvede bomboş oturup çene çalacağınıza, oyun oynayacağınıza, işe yarayın biraz. İş yok diyorsunuz değil mi? Alın size iş. Toplayın bakayım sokaklardaki çöpü. Sizin canınız can da çöpçünün canı patlıcan mı? Zavallılar hangi işe yetişsin?” diye bağırdı, çöp toplattı. O sırada oradan geçmekte olan biri farkında olmadan yere bir çöp attı. Deli hemen adamın yakasına yapıştı, “Sokak senin çöplüğün mü? Çabuk al şu çöpü de ye bakalım!” diye bağırdı. Adam denileni yapmayınca bıçağını boğazına dayadı. “Ufacık bir kâğıt parçası attığına şükret. Eğer yere tükürseydin tükürüğünü yalatacaktım” diye başını salladı. Adam imdat ister gibi sağına soluna baktı. Kimse aldırmadı. Hatta deliyi alkışladılar: “Bravo abla! Memlekette böyle senin gibi üç beş delimiz daha olsa ortalık sütliman olur! Dinsizin hakkından imansız gelir!” dediler. Adam çaresiz, yere attığı çöpü yemek zorunda kaldı. Delinin gözü sigara içen birine takıldı: “Bunu içmekle hem kendine hem çevrene zarar verdiğini bilmiyor musun ha?” diye bağırdı. “Bu zıkkıma harcadığın parayla çocuklarına yiyecek bir şey al” diye adamın üstüne yürüdü. Adam belki sigarayı yedirmeye kalkar diye kokusundan oradan hızla uzaklaştı, kaçtı. Ben de, “Bakalım daha neler yapacak?” diye deliyi izlemeye başladım. Deli yolda giderken birkaç gencin bir birahanenin önünde bira içtiklerini gördü. Hemen yanların gitti, onları şöyle bir süzdü: “Yazık sizin gençliğinize! Burada gençliğinizi niye ziyan ediyorsunuz, yapacak işiniz yok mu?” diye bağırdı, kollarından tutup ayağa kaldırdı, sıraya dizdi, adlarını soyadlarını, nerede okuduklarını, kimin çocuğu olduklarını sordu. Cebinden bir defter çıkardı, adlarını oraya yazdı. “Hepinize birer sıfır veriyorum. Bir daha buraya geldiğinizi görmeyeceğim. Görürsem sizin için fena olur” dedi. Gençler boyunlarını büküp önlerine baktılar. İçlerinden biri: “Kimimiz üniversite sınavlarını kazanamadı, kimimiz de üniversiteyi bitirdiği halde iş bulamadı. Ne yapalım, nereye gidelim?” diye sordu. “Kitap okuyun!”dedi deli. “Kitap fiyatları pahalı olduğu için alamıyoruz.” “Bira içecek parayı buluyorsunuz ama” dedi deli. Gençler bir şey diyemediler. Deli sözlerin şöyle sürdürdü: “Kütüphaneye gidin be! Orada kitap okumak bedavadır. Biz okuyamadık, bari siz okuyun, kendinizi yetiştirin. Bu günler bir daha geri gelmez. Bu ne biçim iştir böyle? Birahaneler, kahveler dolu, kütüphaneler bomboş.” Deli böyle dedikten sonra gençlerin önüne geçti: “Belki kütüphanenin yerini bilmiyorsunuzdur. Beni izleyin. Size yolu göstereyim” diyerek onları kütüphaneye götürdü. Müdüre, “Bu gençler size teslim. İstedikleri kitapları verin onlara. Akşama kadar burada kalacaklar, kitap okuyacaklar, Okumayanları bana bildirin” dedi. Gençlere döndü, “Şimdi ben gidiyorum. Her gün kontrole geleceğim. Kaytaran olursa canına okurum ha, ona göre!” diye işaret parmağını salladı. Kendi kendime, “Tam yönetici olacak kişi bu; ama ne yazık ki deli. Akıllı olsa, acaba bu yaptıklarının binde birini yapabilir miydi? Yapsa bile söz dinletebilir miydi yoksa başı belaya mı girerdi?” diye söylendim. İnsanlara söz dinletebilmek, onları doğru yola getirmek için akıllı değil, deli olmak gerekiyor görünüşe bakılırsa. O halde haydi deliler iş başına! Akıllıların neler yaptıklarını, daha doğrusu yapamadıklarını gördük. Bir de sizi deneyelim bakalım. Durumumuz bugünkünden daha kötü olmaz herhalde... Erhan Tığlı

2 Aralık 2023 Cumartesi

Stres, kaygı ve depresif koşulları iyileştiren rahatlatıcı müzik, iyileş...

BAKIŞLAR

Bakış... Gönülden gönüle akış Bakış... Güzelliğe alkış Bakış... Eder sözlerle yarış Bakış... Aradaki buzları eritmek için ateş yakış Bakış... Limandan kalkış, enginlere dalış Bakış... Yerine göre bahar ya da kara kış Bakış... Yakaya karanfil, gül takış Bakış... İlişkilere çivi çakış Bakış... Dostlarla barış, düşmanlara taş atış!

30 Kasım 2023 Perşembe

Yağmur Masalı

YAĞMUR MASALIDIR BU MASAL! Eski zamanlardan birinde, cinspor ile inspor maç yaparlarken çinili hamam içinde, o zamanlar şimdiki gibi değil, her şey başka bir biçimde. Ne televizyon var ne telefon, ne de bilgisayar. Ama her şey yirmi dört ayar! Mesajlaşacaklarına karşı karşıya gelip konuşuyorlar ya da mektup yazıyormuş insanlar. Gözleri televizyon ekranında değil, birbirlerinde oluyormuş anne, baba ile çocuklarının. Eve gelen konuklarla konuşur gülüşürlermiş. Mutluluğu kendilerine saklamaz, bölüşürlermiş. O yörenin tek derdi susuzlukmuş. Yeterli yağmur yağmadığı için iyi yetişmezmiş sebze ve meyveler, dağ gibi yığılırmış bulaşıklar, Sık sık yıkanamadıkları için kirli kirli gezermiş insanlar. Ne yapsalar olmamış, bir türlü yağmur yağmamış. Eşeden köşeden, kuşlar uçtu meşeden. Avcılar av bulamadıkları için ölmüşler üzüntüden. Kuşseverler ise göbek atmışlar sevinçten, neşeden. Kuşların nereye gittiğini merak ettim, koştum arkalarından. Koşarken bir dereye düştüm. Su buldum diye sevindim. Öyle susamışım ki, dereyi bir yudumda içtim. Yosunları ekin sanıp biçtim. Balıklarla dans ettim, kurbağalarla şarkı söyledim. Derken hop diye karşı yakaya geçiverdim. Defteri, kitabı açıverdim. Okuyup yazınca iyiyi, doğruyu seçiverdim, gerçekleri görüverdim. Masal masal matladı, hep balonlar patladı. Susuz yerin insanları su bulmak için kuyular kazdı, yağmur dualarına çıktı ama su kıtlığına bir türlü çare bulunamadı. Yörenin bir dervişi varmış. Çıkmış ortaya: “Dediklerimi yaparsanız yağmur yağdırırım ben” demiş. Herkes kahkahalarla gülmüş. “Hadi be, git işine! Yağmur yağdırmak sana mı kaldı? Nice bilgili kişiler uğraştı da başaramadı. Bizi boşuna oyalama” diye alay etmiş. İçlerinden biri, “Öyle demeyin. Ummadık taş baş yarar. Bir deneyelim bakalım. Denemekten ne çıkar? Denize düşen yılana sarılırmış” diye konuşmuş. “Peki öyle olsun” demişler, dervişin teklifini kabul etmişler. Derviş çocukları toplamış, “Hadi bakalım, iş bize düştü, demiş. Evlerden yağ toplayacaksınız. Yağ toplarken de yağ yağ yağ diye bağıracaksınız.” Çocuklara bu iş oyun gibi gelmiş. Hemen ellerine birer kap alarak yağ toplamaya, bir yandan da yağ yağ yağ diye bağırışmaya başlamışlar. Derviş toplanan yağları kazanlara dökmüş. İçine sebzeler, türlü baharatlar atmış. Yağı, tuzu yerinde güzel bir çorba yaparak çocuklara ve yoksullara yedirmiş. Çorbalarını içerlerken hepsi de “yağ yağ yağ” diye ağızlarını şapırdatıyorlar, gülüyorlarmış. Bir süre sonra yağmur yağmaya başlamış. Öyle bir yağmur yağmış ki, her taraf suyla dolup taşmış. Ortalığı sel almış. Yağmur bir türlü durmak bilmiyormuş... “Dur” demişler durmamış yağmur. Olmuş dere tepe çamur. Çaresiz kalıp dervişin kapısını çalmışlar. “Yağdırdığın gibi durdur şu yağmuru ne olur?” diye yalvarmışlar. Derviş, bıyık altından gülmüş: “Şu işe bak yahu! Siz bana deli der, sözlerime hiç kulak asmazdınız. Ne oldu, hangi dağda kurt öldü?” diye sormuş. “Ocağına düştük. Aman, kusurumuza bakma. Yanılmışız. Affet bizi” demişler. “Kendini akıllı sananlara bak, benim gibi bir deliye muhtaç oluyorlar. Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin. Neyse, isteğinizi bir şartla yerine getiririm. Ne istersem vereceksiniz, yoksa hiçbir şey yapmam” demiş derviş. “Söz veriyoruz. Her isteğinizi yerine getireceğiz. Yeter ki kurtar bizi bu durumdan” diye dervişin ellerine sarılmışlar. Derviş oradakilere dönmüş: “Önce bütün küsler barışacak, birbirine sarılacak, demiş. Sonra da çocuklar her evden ceviz toplayıp bana getirecek.” “Tamam, öyle olsun” demişler. Küsler barışmış, kucaklaşmış, pişmanlık gözyaşları sel sularına karışmış. Herkes kalp kırmamak, birbirinin gönlünü almak için yarışmış. Çocukların topladıkları cevizler küfelere boşaltılmış. Derviş, çocuklara, “Ben ne yaparsam yapın, ne dersem deyin” deyip elini ceviz küfelerinden birine daldırmış, “Yağma!” diye bağırarak havaya savurmuş. Çocuklar da “yağma” diye bağırarak dervişe uymuşlar. Bu sözü diğerleri de duymuşlar. Onlar da “yağma” diye bağırmışlar. “Yağma” sesleri yağmurun da kulağına gitmiş, yağmayı bırakmış. Cevizler yağma edilmiş, tatlılar yapılarak açlara, yoksullara yedirilmiş. Böylece yöre büyük bir felaketten kurtulmuş. Güneş açmış, sel suları çekilmiş ve herkes sevinmiş, düğün bayram etmiş. Ozanımız sazını almış, şu türküyü söylemiş: “Bahçelerde börülce Oynasın herkes gönlünce Dünya cennete döner Sevenler sevilenler Bir araya gelince.” Masalımız işte bu kadar. Zamanında gözümüzü dört açıp gereken önlemleri almazsak dünya olur bize dar, bahar gelmek bilmez, her tarafı kaplar soğuk, çamur ve de kar. Hepinizin gönlüne mutluluk yağmuru yağsın çocuklar. ***Erhan Tığlı***

26 Kasım 2023 Pazar

7 Kasım 2023 Salı

SOYANLA SOYUNANLAR

SOYANLAR SOYUNANLAR... Kimi soyunarak para kazanır bu dünyada Kimi soyarak... Kimi de soyanlara soyunanlara Ağzının suyu aka aka bakarak... **** Soyguncu “Ya paranı ya canını” der tercih hakkı bırakır Kadın her ikisini de alır, hiçbir şey bırakmaz... *** Çok akıllı kadındır sosyete Suzan Peşin paraya soyunur Taksitle giyinir... *** Bir hırsız aynı mağazayı üç kere soyunca niye böyle yaptığını sordular. İçini çekerek şöyle dedi: “Oradan karıma bir elbise getirmiştim. Beğenmedi. Üç kere değiştirmek zorunda kaldım.” *** Genç ve güzel bir kızla yaşlı bir kadın, doktora gitmişlerdi. Doktor, genç kıza soyunmasını söyledi. Kız, “İyi ama hasta olan ben değilim, teyzem” deyince doktor yaşlı kadına döndü, “Ağzınızı açın ve a deyin” dedi. *** Kadın doktora gitmişti. Doktor ona paravananın ardına geçip soyunmasını söyledi. Bir süre sonra da, “Soyundunuz mu? ” diye sordu. Kadın, yakışıklı doktora bakarak fıkırdadı: “Evet doktor bey, ya siz? ” *** Erkek papağanın kafesine çiftleşmesi için bir dişi papağan getirmişlerdi. Sabahleyin bir de baktılar ki, dişi papağanın bütün tüyleri yolunmuş. “Tüyleri sen mi yoldun? ” diye sordular. “Tabii ya” dedi erkek papağan. “O işi soymadan mı yapacaktım yani? ” *** Şuh yıldızımızın medyada çok çıktığı için çıplak fotosu Yaptığı işlerden daha fazla biliniyor göğsü bacağı poposu! *** Anlı şanlı yıldızımız önce mankenliğe soyundu Sonra sunuculuğa soyundu Çevirdiği filmlerde soyundu da soyundu... Soyunmaktan giyinmeye fırsat bulamadı! *** El üstünde tutuluyor soyunanlar ve soyanlar Biz değil onlar bu vatanın en iyisi en hası! Sanatçıların(!) soyunması kadar ses getirmiyor Köylünün alın teri dökerek yetiştirdiği Sebzesi armudu üzümü elması... ERHAN TIĞLI

6 Kasım 2023 Pazartesi

KİRLİ KARANLIK

KİRLİ KARANLIK Öyle bir köye düştü ki yolumuz Uçurumdur sağımız solumuz Her yere beton dökmüşler Bahçeleri bozup karanlığımızı çoğaltan Apart-manlar dikmişler Güllerimizi kurutarak dikenleri yeşertmişler Kalmamış zerre kadar toprak Birkaç ağaç var kıyıda köşede Onlar da körelmiş, yok tek bir yaprak Sevgi kirletilmiş, dostluk sürgüne uğramış! Rant kurbanı güzellik Her şey kaba saba Hiç acımadan ve de zevkle Teslim ediliyor kuzular kasaba… Erhan Tığlı **

4 Kasım 2023 Cumartesi

Kanamalı bir toplum için KAN aranıyor

KANAMALI BİR TOPLUM İÇİN KAN ARANIYOR... Gazetelerden kan sızıyor Ekranlar kanlı Kan gövdeyi götürüyor Yollar kan gölü yollar kan revan Kan denizi dinlemiyor aman Kanlı gözyaşları döküyoruz çaresizliğimize Kan oturmuş gözlerimize... Nereye saklayacağımızı bilemiyoruz kanlı ellerimizi Dinmiyor hiç umduğumuz dağlara yağan kar Bitmiyor sağımızdaki solumuzdaki uçurumlar

Julio Iglesias - Historia de un amor

21 Ekim 2023 Cumartesi

ÇİÇEKLİ SEVGİ

ÇİÇEKLİ SEVGİ En güzel yoldur sevda O güzelliğin yolu Çiçeklerle doludur Bizi yerden kaldıran Dostun güçlü koludur Aşksız meşksiz bir dünya İnsanlığın sonudur

7 Ekim 2023 Cumartesi

İşgaliye Vergisi

İŞGALİYE VERGİSİ... “Sorma soruşturma, gündem oluşturma merkezinden geliyoruz. Size birkaç soru soracağız. Boş vaktiniz var mı?” “Pek boş vaktim yok ama sorun bakalım.” “Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?” “Şarkıda belirtildiği gibi, aşk eski bir yalan, Âdemle Havva’dan kalan.” “Hiç âşık oldunuz mu?” “Çok şükür olmadım.” “Niye şükrediyorsunuz?” “Cinayetler aşk yüzünden işlenir çoğu kez. Gençler anne babalarıyla aşk yüzünden bozuşur, aşk yüzünden intihar ederler. Aşk yuvaları bozar, karı kocayı birbirine düşman eder. Aşk evliliklerinin çoğu ayrılmayla sona erer. Geçenlerde bir iş adamı bir kadına tutuldu, gece gündüz onu düşünmekten işini ihmal etti ve iflas bayrağını çekti...” “Kitap okuyor musunuz?” “Böyle bir kötü alışkanlığım yoktur. Okuyup da ne olacak ki? Okuyanları görüyoruz işte! Çoğu işsiz ya da hapiste çile dolduruyor. Okumanın sürünmektir sonu.” “Müzik, resim gibi güzel sanatlarla ilgilendiniz mi?” “Sanat karın doyurmaz. Benim böyle boş şeylerle ilgilenecek boş vaktim yoktur.” “Hiç ağaç dikip çiçek yetiştirdiniz mi?” “Parayı verdikten sonra istediğin ağacı, çiçeği satın alabilirsin. Böyle şeyler yapacak işi olmayanlar, emekliler, köylüler içindir. Ben köyden kente göçtüm, işim gücüm var.” “Doğayı kirletenlere engel oluyor musunuz?” “Başımı belaya mı sokayım canım.” “Toplumsal ve politik olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz? “Beni düşünce suçu işlemeye mi teşvik ediyorsunuz?” “Böyle bir amacımız yok. Sadece fikrinizi öğrenmek istemiştik.” “Külahıma anlat onu sen! Ne demişler: düşünen kafalara tehlikeli fikirler üşüşür, büyüklerimiz her şeyi bizden daha iyi düşünür. İşte o kadar!” “Gezi...” “Gezi olayları konusunda yorum isteme benden, buz gibi soğurum senden!” “Ben sadece gezip dolaşmayı sever misiniz, nereleri gezdiniz diye soracaktım” “Sana ne bundan?” “Candan bir arkadaşınız, dostunuz var mı?” “Eskiden mahalle, okul, askerlik arkadaşlarım vardı. Şimdi hiçbiriyle görüşmüyorum. Zaten bu dünyada dostluk, arkadaşlık kalmadı artık. Herkes çıkar peşinde, para pul derdinde.” “Sorularınız bitti mi, sonuç ne?” “Sorular bitti. Bu sonuca göre işgaliye vergisi ödeyeceksiniz.” “Niyeymiş o?” “Niye olacak, bu dünyayı boşuna işgal ettiğiniz için!” ERHAN TIĞLI *************

Epic Hooters 40th Birthday Party CHIVE Style

5 Ekim 2023 Perşembe

Komik sözler

Balık baştan kokar. Neden? (Ayakları yoktur da ondan) * Sıcak kahve nasıl içilir? (Fincanla) * Alfabede kaç harf var? (6, A-L-F-A-B-E) * Hangi karnede sıfır olmaz? (Sağlık karnesinde) * İlk Türk bayrağını kim dikmiştir? (Terzi) * Hangi macunla diş fırçalanmaz? (Lahmacunla) * Termometre ile öğretmen arasında ne benzerlik vardır? (İkisi de sıfırı gösterdiği zaman insan titrer) * Hastalara ameliyattan önce ne verilir? (Gün verilir) * Kırıldığı zaman kullanılan şey nedir? (Yumurta) * Nasrettin Hoca eşeğe neden ters biner? (Eşeğin dikiz aynaları olmadığı için) * Mustafa Denizli Denize düşmüş, kim kurtarmış? (Mustafa Sandal) * Hangi tene krem sürülmez? (Antene) * Elmayı yerken kurt bulmaktan daha kötü olan nedir? (Yarım kurt bulmaktır) * Bisiklet ne zaman uçak kadar hızlı gider? (Uçağa bindiğinde) * İyi ki Arnavutlukta doğmamışız neden? (Çünkü Arnavutça bilmiyoruz) * Kaptan gemiyi ne zaman terk eder? (Karaya çıkıp evine giderken) * Kahvaltıda ne yenmez? (Öğlen ve akşam yemeği) * Fatih Sultan Mehmet on sekiz yaşını bitirince ne olmuş? (On dokuz yaşına girmiş) * Adam bilgisayarın başında uyuya kalmış, ertesi gün nezle olmuş. Neden? (Windows açık kalmış) * Bir atın başı kuzeyi gösterirse kuyruğu nereyi gösterir? (Yeri) * Altı adam bir şemsiyenin altında ıslanmadan nasıl durabilir? (Yağmur yağmazsa) * Hangi meslekte çalışanlar çalışırken sigara içemezler? (Dalgıçlar) * Hangi devlet dairesinde ‘işi olmayan giremez’ yazılı tabela yoktur? (İş ve işçi bulma kurumunda)

4 Ekim 2023 Çarşamba

YAKAMOZLU CENNET

Tablo gibidirler şiir yazan duruşları, uçuşlarıyla tavus kuşlarıyla kelebekler Bu tabloya eşlik eder dost arılar, çalışkan karıncalar, kuşlar sevgili çiçekler Kelepçe vuralım kirli ellerine doğa düşmanlarının hayal olmasın yalansız güzellikler yakamozlu cennetimiz

2 Ekim 2023 Pazartesi

Gül Alışverişi

GÜL ALIŞVERİŞİ GÜLLE HABERLEŞİR SÖYLEŞİRİZ O GÜZELLE BİZ GÜL VE GÜLÜŞTÜR YAŞAMA SEVİNCİMİZ MUTLULUK GÜNEŞİMİZ BEN ONA GÜL VERİRİM O BANA GÜLÜVERİR BÖYLECE ÖDEŞİRİZ

1 Ekim 2023 Pazar

Güzel Günler

“Eylül hüzünlendirir... Ekim üşütür. Kasımda "Aşk" başkadır. Hepsi laf işte... Bahar gelmişse yüreğine, Çiçekler açar Aralığın on beşinde... Kalmışsa yüreğin zemheride, Kar yağar Ağustosta. Isınmaz herhangi bir gününde... Her ay, her gün güzeldir. Gerisi sadece bir yapraktır takvimde...”

6 Eylül 2023 Çarşamba

DERS VERİCİ BİR KISA ÖYKÜ

GÜZEL BİR HIKÂYEMİZ VAR “Paulo Coelho’nun Simyacı adlı kitabından” Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı… Bulduğu hiçbir yanıt ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş.. Ama aldığı yanıtlar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir yanıtı olmalı diyormuş.. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.. Köy, kasaba, ülke dolaşmış, bu arada zaman da durmuyor tabii ki … Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona: -Şu karşı ki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git belki o sana aradığın yanıtı verebilir, demişler. Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş .. Bilge “sana bunun yanıtını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor” demiş. Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. Şimdi çık ve bahçede bir tur at, tekrar buraya gel … Yalnız dikkat et, kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin.. Adam, gözü çay kaşığında, bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış evet demiş “kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?” Adam şaşkın… Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki … Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun, kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş Bilge… Adam tekrar bahçeye çıkmış, gördüğü güzelliklerle büyülenmiş, muhteşem bir bahçedeymiş çünkü… Geri geldiğinde bilge, adama “bahçe nasıldı” diye sormuş… Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış. Bilge gülümsemiş “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş: – Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Ya sadece bir noktayı görürsün, hayatın akıp gider, sen farkına varmazsın… Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın, akıp giden zamanın anlam kazanır… “Hayatının anlamı senin bakış açında gizlidir.” 🦋

3 Eylül 2023 Pazar

EŞEKLİ KİTAP

EŞEKLİ KİTAP Eşeklerle ve eşeklikle ilgili yazılarımı bir kitapta toplamak istedim ama kapak resminde bir türlü karar kılamadım. Tanıdım kişilerin fikirlerini alayım dedim. Emekli Rıza Enayi, içini çekerek, “Kapağa eşek yerine benim resmimi koy” diye söze başladı. “Niye” der gibi yüzüne baktım. “Emekli paramı nasıl değerlendireceğimi düşündüm. Bir bakkal dükkanı açarak ucuz mal satmaya karar verdim. Açtım ama ucuza mal sattığıma kimse inanmadı, ya yalan söylüyor ya da sattığı mal kusurlu, diye düşündü. Yanında parası olmayana veresiye verdim. Veresiye defteri dolup taştığı halde kimse borcunu vermedi. Battım. Benim gibi eşek var mı şu dünyada” dedi. “Ben senden daha eşeğim” diye söze karıştı Sadi Amca. “Elime biraz para geçmişti. Nasıl değerlendireceğimi düşünürken yanıma günde beş vakit namaz kılan, iki kere hacca giden Ahmet Semiz geldi. Parayı bana ver, işleteyim, sana da yüklü bir pay vereyim dedi. Sevinçle kabul ettim ama aradan tam bir yıl geçtiği halde verdiğim paradan ses seda çıkmadı. Utana sıkıla yanına gidip ne olduğu sordum. Hayretle yüzüme baktı, ne parası? Ben senden para almadım ki, dedi. Şaka mı ediyor diye yüzüne baktım. Ne bakıyorsun? Bana para verdiğine dair şahidin, yazılı belgen var mı, diye alayla güldü. Yok ama ben sana güvenmiştim, o yüzden böyle bir şey istemedim, dedim. Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin, diyerek çekti gitti. Paramın üstüne bir bardak soğuk su içmek zorunda kaldım!” “Ben sizlerden daha eşeğim” diyerek acı acı gülen Şerif Dayı da şöyle konuştu: “Ben eşeklikte yalnız değilim. Benim gibi daha niceleri var. Kitabının kapağına sadece beni değil, binlerce eşeğin resmini koymalısın ki okuyanlar ders alsın, bir da böyle eşeklik yapmasın. Biz kendini Yoksulluğu Kaldırma Partisi diye lanse eden ama aslında Ahaliyi Kandırma Partisi olan bir partiye her seçimde oy verdik. Aklımız bir türlü başımıza gelmedi…” Tam gidiyordum ki Ali Genç yolumu kesti, “Bana bir şey sormayacak mısın?” dedi. “Sadece yaşlılar değil, biz gençler de eşeklik yapıyoruz. Evlenme çağım gelmişti. Çalıştığı dairede beni seven bir kız vardı, sadece nikahla karım olmaya razıydı ama benim eşek kafam uyanmadı, daha güzel diye başka bir kızın peşine düştüm. Çalışmıyordu, ev kızıydı. Bu devirde böyle biriyle nasıl geçineceğimi hiç düşünmedim. Kendini naza çekti, beni bir mühendis istetti. Elini çabuk tut, dedi. Hemen evlenme teklif ettim, evlerine görücü yolladım. Teklifimi kabul ettiler ama her şeyin en iyisini, en güzelini istediler. Kız elimden kaçmasın diye kabul ettim. Hazırdaki param bitti, sağdan soldan borç aldım, sazlı sözlü bir düğünle evlendik. Evlendik ama paralar da suyunu çekti Kız süs biberiydi, Kazandığım para süsüne yetmiyordu. Alacaklılar kapıya dayandı. Taktığım bileziklerden birkaçını sonra tekrar takmak üzere istedim. Vermedi. Kızdım, bağırdım, kolunu sıktım. Bana şiddet uyguladı diye ortalığı ayağa kaldırdı. Şimdi mahkemeye gidiyorum. Başıma gelenleri yaz da gençler ders alsın, benim eşeklik yapmasın” diyerek koştu gitti, arkasından bakakaldım. Yazdığım eşekli yazıları hiçbir yayınevi yayınlamayınca kendim bastırdım ama eş dost ve yazılarımı beğenenler bile kitabımı almadı, bedava vermemi umdular. Kitap yazan yazarlar da oralı olmadılar. Borcum bini aştı, feleğim şaştı. Eşekten düşmüş karpuza döndüm. Bir daha kitap yazarsam hiç sağa sola sormayacağım, kapağa kendi resmimi koyacağım. ERHAN TIĞLI

2 Eylül 2023 Cumartesi

MİZAH HABER: YAPAY ZEKA SOPHİA BU KEZ DE MİZAHHABER'E KONUŞTU!!!

MİZAH HABER: YAPAY ZEKA SOPHİA BU KEZ DE MİZAHHABER'E KONUŞTU!!!: Geçtiğimiz günlerde Babala TV'ye konuk olan ve açıklamalarıyla kısa devre yaratan Yapay Zeka Sophia 'ya Mizahhaber adına arkadaşımız...

21 Temmuz 2023 Cuma

CEP TELEFONU ÇİLGINLİĞİ

CEP TELEFONU ÇILGINLIĞI Herkes cepli oldu artık. Bir değil birkaç tane var hem de. Modeli değişince eskisi atılıyor, yensi alınıyor. İkide bir yeni modeller, markalar çıkıyor. Değiştir babam değiştir, iletişimini geliştir! Melodi yükle, resim, desen yükle, fotoğraf çek. Evdeki telefon pek kullanılmıyor. Beyimiz ya da küçük hanımımız iki adım ötedeki telefonu açmaya üşeniyor, yanında çanta ya da cüzdan gibi taşıdığı cep telefonuna sarılıyor hemen. Anne babaların, çocukların ayrı telefonları var. Konuşuyorlar da konuşuyorlar. Bilmiyorum, o kadar lafı nereden buluyorlar? Kontürleri bozuk para gibi harcıyorlar. Ondan sonra da geçinemiyoruz, iki yakamız bir araya gelmiyor diye dert yanıyorlar, ağlayıp sızlanıyorlar... Sokakta, evde, odada, salonda, hatta tuvalette bile cepleşiyorlar, mesaj çekiyorlar. Kimi otobüslerde cep telefonu yasak olduğu halde aldırmıyorlar, telefonlarını kapatmıyorlar. Geçenlerde bir genç kız yol boyunca hep konuştu, uyarılara aldırmadı. Kim bilir hangi sorunu çözdü, hangi önemli memlekete meselesini laf salatasıyla sonuca bağladı! Cep telefonu yokken böyleleri konuşmadan nasıl duruyorlardı acaba, çok merak ediyorum. Bir bilen varsa söylesin. Çılgınlık, tutsaklık bu, başka bir şey değil. Onsuz yapamıyoruz; sevgilimizi, eşimizi bile onun kadar yanımızda taşımıyoruz, içli dışlı olamıyoruz. Bir statü simgesi haline geldi cep. Kimi pırlanta taktırdı üzerine, kim altın suyuna batırılmış olanını istedi. Avladı bizi, tutsak etti kendine, iyice alıştırdı. O efendi oldu, biz evcil hayvan! Ne isterse yapıyoruz, eskisi demode olunca hemen yenisini alıyoruz, şerefimizi kurtarıyoruz! İnternete gireni, kameralısı da var şimdi. Bluetooth zımbırtılısı, swaravski taşlısı, ahu gözlüsü, hilal kaşlısı çıktı! Gümüş kaplamalısı, şeker renklileri, çiçek desenlileri, hologramlıları bile görülüyor. Telefon o kişinin sınıfını, toplumdaki yerini belirliyor. Cep telefonu olmayanlar adamdan sayılmıyor. Cep telefonunu kapalı tutanlar eşten dosttan fırça yiyor, geyik muhabbeti yapacak dost aranılıyor... Milliyet Cumartesi ekinde(23 Aralık 2006) Melis Alphan’ın yazdığı gibi, “Tam çağdaşlaşıyoruz derken bir aksesuarın tutsağı olduk(...) seçtiği telefon kişinin tarzının ve kişiliğinin göstergesi... Aynen saçı, başı, kıyafeti, makyajı, ayakkabıları, çorabı, tokası gibi... Kıyafetinin rengine göre telefonunun kılıfını, desenini değiştirenler var. İcat olduğu günden bu yana çantadan kemere ve monta kadar çıkmayan ‘cep telefonu dostu’ ürün kalmadı.” Alphan, bu hastalıktan kurtulmak umuduyla yazısını bitirmiş ama ben onun kadar umutlu değilim. Bu hastalık başka hastalıklara davetiye çıkarmasın yeter! En gözde aksesuarımız, fiyaka aracımız, kısa ve kolay haberleşme yolumuz kazandığı mevziyi terk eder mi kolay kolay! Uzun mektuplar yazıp elini yoracağına, postaneye kadar gideceğine, oturduğun yerden çek mesajını, tamam! Bu devirde iyi bir cep telefonu olmayan erkeklere kızlar pas vermiyorlar. Hafızalısı, ajanı, ajandalısı, harmandalı, zeybek oynayanı, chatboardlısı, dual bantlısı olanını mı ararsın, waplısı, melodili olanı mı? Menüsü bile var ama yemek menüsü değil bu, fonksiyonel menü bu menü! Canın sıkılıyorsa bas düğmesine, oyun oyna, yol ve hava durumunu, borsayı öğren. Kültür edinmek, yabancı dil öğrenmek için kitap okumana, hatta okula gitmene bile gerek yok! Cep telefonu ilanlarını izle, Avrupalı oluver. Birinde dahili data transferi ve kızıl ötesi bağlantı özellikleri bulunuyormuş. Diğeri ajans defteriyle senkronize edebilme olanağı veriyormuş, öbürü internette surf yapabiliyormuş. Cihazın zarif hatları ilgi çekiyormuş. (Telefon değil, film yıldızı mübarek!) Ah telefon, vah telefon, sen neymişsin sen! Keçileri kaçıracağız senin yüzünden...

Adem ile Havva...

Bir Fransız, bir Alman ve Temel müzede “Adem ve Havva Cennet Bahçesinde” tablosuna bakıyorlarmış. Alman bir bakışta; “Bedenlerinin kusursuzluğuna bakar mısınız? Adem ile Havva mutlaka Alman olmalı’ demiş. Fransız da tabloya bakar bakmaz Alman’a karşı çıkmış: “Havva ne kadar güzel, Adem ne kadar yakışıklı. Bu denli çekici olduklarına göre, hiç kuşkusuz Fransız olmalılar.” Temel ise tabloyu uzun uzun incelemiş, incelemiş, incelemiş ve sonunda; “ Tabloya paktum da “ demiş “ “ Bunlar kesun Türk’tür. Paksanuza üstte yok, paşta yok, elmadan paşka yiyecek yok, ama hâlâ kendilerinu cennette sanayiler!”

14 Temmuz 2023 Cuma

Aşkla dostluğun farkı

DOSTLUK VE AŞK Dost olgun kişidir, aşk başında kavak yeller esenlerin işidir Dost akıllı uslu, aşk deli doludur Dost kar yağdırmaz umduğumuz dağlara Aşk yağmur olup yağar gönlümüzdeki ovalara bağlara Dost gül diker sevdiğinin bahçesine Aşk koklamak, hatta koparıp vazosuna koymak ister Sevgilinin gülünü karanfilini Aşk ver benim olsun, der Dost al, senin olsun, der Aşkın ateşi yakar, dostun ateşi ısıtır Aşık, sevdiği kişiyi kıskanır, dost sevdiği kişiyi kıskanç kişilerden korur Aşk, sevdiğine kavuştuktan bir süre sonra yerini alışkanlığa terkeder Dost yerini hiçbir zaman terketmez Aşk gücünü duygulardan alır Dostluğun kaynağı akıldır Ne mutlu sevdiğine aşkla sarılan, onu kucaklayan dosta Ne mutlu sevgilisine dostça yaklaşan, dostça davranan aşıklara Erhan Tığlı

29 Haziran 2023 Perşembe

Zam Sözlüğü

ZAM SÖZLÜĞÜ Muazzam; Çok büyük zam muntazam; düzenli yapılan zam Mozambik, Zambiya: zamlı ülkeler zampara; çapkın zam zaman; zam vakti zamir; zam yapan zamk; yapışkan zam zambak; zam çiçeği Zamlı türkü; zamanlıktan kaldıramadım zamları da zühtü/ne zaman bitecek zam yağmuru zühtü!.. Spor; zamspor vatandaş sporu eze eze yendi, zampiyon oldu!

17 Haziran 2023 Cumartesi

ESKİMEYENLER

Akşam olur gün eskir. Aylar geçer yıllar eskir. Yolun yarısından sonra insan eskir. Eskimeyen bir kaç şey varsa hayata dair, Biri yarın, biri umut, biri sevgi, biri güzelliktir.

31 Mayıs 2023 Çarşamba

insancıklar

Kimi insan avcıdır avlanmadan duramaz! Kimi insan savcıdır(!) suçlamadan yapamaz Kimisi de gönüllü köpeğidir avcı ile savcının Havlamaya doyamaz!

Karışık Çiftetelli Türkan KANDIRALI Klarnet Taksimleri (Mutlaka DİNLE öt...

28 Mayıs 2023 Pazar

CİNAYET

CİNAYET Ulus Bulvarı’nda biri vurulacak bu gece Önce kalbi kanayacak Yağmur saracak yarasını Kaldırımın kollarına düşecek çaresiz Dostları duymayacaklar hiç Can çekişecek kimsesiz... Çamur öpecek dudaklarından Gözleri izmarite dönecek Tüm ışıkları birer birer sönecek Rüzgâr kimseye haber veremeyecek. *** Ulus Bulvarı’nda biri vurulacak bu gece Sakın çıkma sokağa Senden bilirler işlenen cinayeti Karakollarda sürünürsün boş yere Öyle olmasa bile Kan görmeye dayanamazsın Seni üzmek istemem Belki ölümün gelir aklına Gözyaşı olup damlarsın Mendilim yok, silemem... ***Erhan Tığlı***

26 Mayıs 2023 Cuma

EKMEK

EKMEK… Belli başlı bir gıdamız olan ekmek günlük hayatta çok geçer. “Bir dilim ekmek, biraz da peynir/Aman efendim, ne güzel yenir” deriz. Ekmek paramızı kazanmak için var gücümüzle çalışırız. Mehmet Akif Ersoy, “Kim kazanmazsa bir ekmek parası/Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası” diyor. Halk arasında ekmekli sözler, deyimler pek boldur. Gençlere, “Senin adam alman için kırk fırın ekmek yemen lazım” deriz. Tedbirsiz kişilere, kimseye güvenilmemesi gerektiğini anlatmak için “Güvenme dayına, ekmek al yanına” öğüdünü veririz. Para kazanmanın zorluğunu, “Ekmek aslanın ağzında” diye belirtiriz. Ekmek parası kazanmanın zorluğunu “ekmeği taştan çıkarmak” deyimiyle vurgularız… Bir gazete haberine göre, Türkiye’de yılda ortalama iki milyar 280 milyon ekmek israf ediliyor, bunun ekonomik maliyeti ise yılsa iki milyar lirayı aşıyor. Ekmek israfının bir yıllık maliyetiyle 387 bin öğrenciye 12 ay boyunca aylık 280 TL burs vermek, yüz yataklı 63 hastane, 16 derslikli 394 okul, 3000 öğrenci kapasiteli 217 yurt yapmak mümkün… Yiyeceğinden fazla ekmek alıp çöpe atanlara, ekmek bayatlayınca peksimet, tirit, papara olarak değerlendirmeyerek taze ekmek arayanlara duyurulur. Yoksulların umutlarını kesmemeleri “Ümit fakirin ekmeği/Ye Mehmet ye/Ye Mehmet ye!” dizeleriyle dile getirilmiştir. Yoksul denince aklıma şu dizeler geldi: “Zenginin yolu asfalt Yoksulun yolu çamur Zenginin ekmeği pişkin Yoksulun ekmeği hamur” Adamın biri açlığını şöyle dile getirmiş; “Karnımın açlığı dünden/Bir ekmek olsa yerdim altı okka undan!” Eskiden ev ekmeği ve çarşıdan alınan Pazar ekmeği vardı. Şimdi ekmek çeşitleri çoğaldı: Çavdarlı ekmek, Alman ekmeği, Trabzon ekmeği, tam buğdaylı ekmek, çok tahıllı ekmek, ruşemli ekmek, Kastamonu ekmeği, tost ekmeği… Yoksul çocuklar genellikle ekmekle beslenirler, yemeği ekmekle yerler, yemeğin suyuna ekmek banarlar, çorbanın, sütün içine ekmek doğrarlar, ekmeğin üstüne yoğurt, bal, pekmez, yağ sürüverir anneleri. Bu konuda şöyle bir fıkra var: Annesi tarlada çalışırken çocuğunun önüne sütle ekmek koyuvermiş. Annesi görmeden bir yılan gelip sütü içmeye başlamış. Bir gürültü duyup bakan anne bir de ne görsün! Sütü ekmekle içmeye alışmış çocuk kaşığını yılanın başına vurup “Ekmekle ye! Ekmekle ye!” diye bağırıyormuş! Günümüzde ekmek israfı var; oysa eskiden ekmeğin bir kırığı bile ziyan edilmez, bayat ekmeklerden papara, tirit, peksimet yapılırdı… Bazı kişiler sevgiden, güzelliklerden anlamazlar. Akılları fikirleri para kazanmaktadır. Neyzen Tevfik böyle kişileri bir şiirinde bakın nasıl taşlıyor: Düşeli derdi firakınla sevdaya meye “Müptelayım deliyim sinmişim esrarı neye Feleğin kahpe başında paralansın parası Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye”

23 Mayıs 2023 Salı

Mutluluk nerede?

Mutluluk karlı dağların ardında yolu hem taşlı dikenli hem yokuş bir türlü ulaşamadım kaçtım kötünün çirkinin şerrinden dertlerin çilelerin zulmünden Ama kendimden kaçamadım http://erhantigli.blogspot.co.at/

19 Mayıs 2023 Cuma

AŞKINIZI YEMEYİN

Bir şiirimde şöyle demiştim: Koyunu seviyorsun Kurban ediyorsun Horozu seviyorsun Kesip yiyorsun Kuşu seviyorsun Kafeste hapsediyorsun Sakın böyle sevme beni Aman ne olursun! Sevgimiz, aşkımız budur bizim. Sevdiklerimizi nazla, kaprisle, kıskançlıkla canlarından bezdiririz, sevdiklerine seveceklerine pişman ederiz. Kara zindanlara atarız bencil tutkularımızla, ah of çektirmekten, bunaltmaktan adeta zevk alırız. Sevgimizle öldürürüz sevdiklerimizi ya da yaşayan ölü haline getiririz. Gelin bu duygumuzu da şöyle şiirleştirelim: Balığın Kaderi Seni o kadar severiz ki Ya akvaryumda hapsederiz Ya da avlar yeriz! Kusura bakma İnsanız biz Yamyamdır sevgimiz! Ana baba evladı arasında da görülür bu çeşit bir sevgi(!)… Oysa sevgi, aşk özveri, erdem ve güzellik demektir. Birbirimizin başını yemek, kafa ütülemek, sadece kendini düşünmek değildir. Hoşgörü ve emektir, ben değil biz demektir. Gönül bahçesine çiçek dikmektir. Erhan Tığlı

15 Mayıs 2023 Pazartesi

SORUMA CEVAP ARIYORUM

KAYSERİLİ ve EŞEK Adamın biri Kayserililerin eşeği boyayıp kendi babalarına sattıklarını duyduğunu söyledikten sonra gülerek Kayserili arkadaşına döndü, alayla “Bir eşeği boyamak için kaç kilo boya gerekir?” diye sordu. Kayserili adamı baştan ayağa süzerek, “Senin için iki kilo yeter!” dedi. ** Bu fıkra aklıma şu soruyu getirdi: Politikacılar yandaşlarının ve bilinçsiz vatandaşların gözlerini boyamak için kaç kilo boya kullanıyorlar acaba? Erhan Tığlı

11 Mayıs 2023 Perşembe

DİL KOMEDİSİ

DİL KOMEDİSİ DEDİM DEDİ Dedim: Merhaba, günaydın! Dedi: Hello, hay! Dedim: Vay! Yabancı dilin yıldızlı on, pek iyi! Dedi: Nereden anladın? Dedim: Selamına bile girmiş baksana. Dedi: Herıld yani! Dedim: Hava bugün çok güzel. Yaşasın! Dedi: Çok sevindim buna. Oley! Dedim: Sen böyle mi sevinmeye başladın? Dedi: Dersime çok çalıştım. Böyle laflara alıştım. Dedim: Aferin! Bugün ne yapacaksın? Dedi: Biraz dolaşıp stres atacağım. Dedim. Sakın yere atma o dediğin şeyi, çevreyi kirletirsin. Zaten dilimizi kirletiyorsun. Gençlere kötü örnek oluyorsun. Dedi: Vallahi temizim. Bugün duş aldım. Dedim: Biraz da bilinç alsaydın bari. Dedi: Almak deyince aklıma geldi. Bir plazaya gideceğim. Fiyatlarda damping yapmışlar, süper indirimler var. Bu avantajı kaçırmak istemiyorum. Kendime birkaç tişört, blucin alacağım. Dedim: Saçlarına ne oldu böyle? Dedi: Kuaförümle vizyon değişikliği yaptık. Demin söylemeyi unuttum. Önce bir patiseriye gideceğim. Brunç edeceğim. Peynir, zeytin, margarin, reçel, yumurta, börek yiyeceğim. Yanında da limitsiz çay içeceğim. Dedim: Simitsiz çayı ben de sevmem. Dedi: Simiti de nereden çıkardın? Limitsiz dedim ben. Dedim: Bu dil yozlaşmasından kurtulmak için cankurtaran simidi gerekiyor. Dedi: Ben maçları çok severim. Yakında start veriliyor. Fikstüre bakacağım. Bizim takım deplasmana gidiyor. Skor ne olursa olsun üzülmeyeceğim. Nasıl olsa rakip takımla aramızda dokuz puan var. Dedim: Tazesi varken ne yapacaksın bayatı? Dedi: Onu da nereden çıkardın? Dedim: Demin maçlara kart veriliyor dedin ya. Dedi: Kart değil start dedim. Senin böyle şeylerden haberin yok. Dedim: İyi ki yok. Zıvanadan çıkardım sonra. Dedi: Ben de yanında biraz daha durursam depresyona gireceğim. Mantalitemi, motivasyonumu bozuyorsun. Performansım düşüyor. Dedim: Sadece performansın düşse iyi ya. Daha nelerin düşüyor da görmüyorsun, anlamıyorsun. Senin bozduklarının yanında benimkiler devede kulak kalıyor. Neyse, konuyu değiştirelim biraz. Boynundaki kolye gerçek mi? Dedi: Hayır. İmitasyon. Dedim: Aynen senin gibi. Dedi: Ajitasyon yapma. Dedim: Sen de fabrikasyon konuşmalar yapma. Dedi: Ben gidiyorum. Yanında biraz daha durursam karizmam çizilecek. Başka söyleyeceğin bir şey yoktur herhalde. Okey mi? Dedim: Okey değil, dama, tavla! Dedi: Hadi bay! Dedim: Hay şaşkın hay! Erhan Tığlı

10 Mayıs 2023 Çarşamba

MİZAH HABER: ORHAN ÖNAL... BALONDAN YAZARLARIN CİRİT ATTIĞI BİR...

MİZAH HABER: ORHAN ÖNAL... BALONDAN YAZARLARIN CİRİT ATTIĞI BİR...: MİZAHHABER - Onu bundan 40 yıl önce, 1982 yılında İbrahim Tapa ile çalıştığım dönemde tanımıştım... Dönemin çok büyük kadro ve reklamla çıkm...

MİZAH HABER: CİHAN DEMİRCİ YAZDI: "MİZAH TARİHİMİZİN EN UZUN ÖM...

MİZAH HABER: CİHAN DEMİRCİ YAZDI: "MİZAH TARİHİMİZİN EN UZUN ÖM...: Mizah dergiciliği serüvenimizin 23 Aralık 1869'da yayınlanan Diyojen'le başladığını kabul edersek, 2022'de mizah yayıncılığımızd...

MİZAH HABER: ERCAN AKYOL KARİKATÜRÜ...

MİZAH HABER: ERCAN AKYOL KARİKATÜRÜ...:   KARİKATÜR: ERCAN AKYOL  #ErcanAkyol 

SEVMEK GÜL DİKMEKTİR

“Sevmek gül dikmektir Kendi bahçesine dikercesine Ve oturmaktır sevdiğinin adresinde Kendi evinde oturuyormuş gibi Oturduğu yeri güllerle donatmaktır.” Ne mutlu, böyle bir adreste oturanlara ve oturduğu yeri güllerle donatanlara.

9 Mayıs 2023 Salı

Gülün doyasıya

Bugün dünya gülümseme günüymüş... Gülelim gülüşelim mutluluğu bölüşelim gülerek gülüşerek gül bahçesine dönüşelim

5 Mayıs 2023 Cuma

Göksel Baktagir ''Cemre''

Put taşıyan Eşek

PUT TAŞIYAN EŞEK La Fontaine, “Put Taşıyan Eşek” başlıklı fablinde bakın ne demiş: “Put yüklü bir eşek İnsanlar geçince önünden, eğilerek, ‘Bana bayılıyorlar’ demiş. Tütsüleri, duaları hep kendine sanmış, Dosta düşmana çalım satmış. Şöyle demişler ona: Eşek hazretleri, Kafandan sil bu aptalca düşünceleri. Sana değil bu saygılı davranışlar. Taşıdığın putun önünde eğiliyor insanlar! Bilgisiz bir mevki sahibinin de Kendisine değil giysisine selam verilir.” Bu dizeler, okurken aklıma din tüccarı politikacılar geliyor nedense… Tevfik Fikret, “İnsanoğlu putunu kendi yapar, kendi tapar” demişti. Kişileri putlaştıranları ve onlara puta tapar gibi tapanları da unutmayalım haa!

Ada Sahilleri _ Yürü Dilber Yürü - Fasl-i Beyoglu - KARLLO

30 Nisan 2023 Pazar

TATESAL-İÇİMDEKİLER: YALAN DÜNYA

TATESAL-İÇİMDEKİLER: YALAN DÜNYA: Çok fazla da anlam yüklemeyin dünyaya. Yarısı şükür, yarısı sabır. Yarısı teselli, yarısı kahır. Kimseyi de bilmeden yargılamayın,...

19 Nisan 2023 Çarşamba

EŞEĞİN GÖLGESİ

EŞEĞİN GÖLGESİ Büyük Yunan hatibi Demostenes bir toplantıda konuşmak istedi ama halk onu dinlemeyip gürültü etmeye başladı. Bunun üzerine ünlü konuşmacı: “Sadece birkaç söz söyleyeceğim, dedi. Vaktiyle bir delikanlı Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiraladı. Eşeğini kiraya veren adam da aynı yere işi düştüğü için, birlikte yola çıktılar. Öğle sıcağı basınca biraz dinlenmek ve yemek için bir su kenarına oturdular. Ama ortalıkta gölge edecek bir şey yoktu. Eşeğin sahibi, eşeğin gölgesine sığındı. Eşeği kiralayan genç buna itiraz etti, orada oturmanın kendi hakkı olduğunu söyledi. Tartışmaya başladılar. Eşeğin sahibi, “Ben eşeği kiraya verdim sana, eşeğin gölgesini değil” diye bağırdı. Delikanlı, “Eşeği kiraladığıma göre gölgesi de benimdir” dedi. Derken aralarında bir kavga çıktı, birbirlerine girdiler…” Demostenes sözün burasına gelince kürsüden indi. Halk merakla, “Gerisini söylesene! Ne olduğunu söyle be adam!” bağırıştı. Demostenes tekrar kürsüye çıktı: “Ey ahali,” diye bağırdı. “Sizin iyiliğiniz için konuşmak, sizi aydınlatmak istedim, dinlemediniz de, bir eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Bu ne biçim iştir?” dedi. *** Aradan yüzyıllar geçti ama şimdiki ahalinin ilgisi, merakı gene aynı! Aydın kişilerin uyarılarını değil de, eşeğin gölgesini dinlemek, daha doğrusu izlemek istiyorlar. İşte halimiz, durumumuz bu; sayın seyirciler!

16 Nisan 2023 Pazar

TURİST KAZ MI?

TURİST TAVUK MU KAZ MI? Turist altın yumurta yumurtlayan tavukmuş ama biz sanırız onu kaz, yolmak isteriz biraz. Dinlemeyiz ne itiraz ne ikaz, atarız kazıkları. Kazıklarımız buradan oraya yol olur, yollarımızda trafik canavarı bol olur. Acılı kebaplarımızla karnını, acıklı şarkılarla kafasını şişiririz; halis tereyağlı(!) yemekler pişiririz, zorla yediririz. Üstüne de sunarız ekşimiş ayran, kurtlu kiraz. Çalar teneke orkestra, söyler kurbağa solist; deriz buna caz! Çok severiz biz turistleri, bağrımıza basmak isteriz karısını kızını. Turizm gönüllüsü delikanlı alamaz hızını, biriyle dans ederken öbürünün avuçlar kalçasını. Plajda da yalnız bırakmaz, iyice yanına sokulur, onu kem gözlerden korur! Bu ekstra hizmetlerden asla para almaz, turist memnun oluncaya dek onu başka bir yere salmaz. Tam turist mevsiminde belediye aşka gelir; yollar kazılır, turistik faaliyetlerle gözler boyanır. Tam sekiz ay yatılır, yumurta kapıya gelince ancak o zaman uyanılır... Sen istediğin kadar bağır, istediğin kadar yaz; bizde böyledir turizm. Ne söylesek boş; turizm mevsimi başladı, koş vatandaş koş! Atılan nutuklarla sen de coş, turistlerin gönüllerini ediver hoş. İlginle, sevginle olsunlar sarhoş... Turist tavuk değil kaz. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!

10 Nisan 2023 Pazartesi

AĞLATACAKSIN

AĞLATACAKSIN Bizim milleti güldürmeye gelmez kardeşim. Ağlatacaksın. Ağlatamasan ağlayacaksın. Yoksa tepene çıkarlar. Yerden yere vururlar. Bu yetmemiş gibi üstüne çadır kurarlar. Evet, gülmesini severiz biz. Nasrettin Hoca, Temel, Bektaşi, İncili Çavuş fıkraları yüzümüzde güller açtırır, gönlümüze neşe, sevinç yağmurları yağdırır. Komedi filmleri, palyaçolar, soytarılar çok hoşumuza gider ama bizi güldürenleri ciddiye almayız, küçümser, adam yerine koymayız. Biri gülecek olsa ayıplanır, “Gülecek bir şey mi var, niye pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun, yüzümde maymun mu oynuyor?” diye sorular sorulur, “Ciddi ol. Karı gibi sırıtma!” denilir, azarlanılır. Güldüğüne güleceğine pişman edilir... Batıdaki politikacılar ikide birde espri yaparlar, şakacıdırlar. Bizdekiler ise somurtmayı marifet olarak görürler, ne kadar surat asarlarsa o kadar ciddiye alınacaklarını sanırlar. Ağırbaşlı, oturaklı adam diye takdir edilirler, el üstünde tutulurlar. Öyle olmasaydı, milletin anasını ağlatan politikacılar hâlâ rağbet görürler miydi? İşte bu yüzden gülmeyeceksin kardeşim. Kahkahalarla gülünecek olaylar karşısında bile hafifçe tebessüm edeceksin. Bir zamanlar, Osman Bölükbaşı adındaki bir politikacı anlattığı gülünç fıkralarla milleti başına toplar, seçmenleri kahkahalarla güldürür, herkesin ilgisini çekerdi ama nedense hiçbir zaman yeterli oy alamadı, politika sahnesinden silindi gitti. Onu alkışlayanlar, takdir edenler bile kendisini hayal kırıklığına uğrattılar. Ağlayacak, ağlatacaksın arkadaş, hiç acımayacaksın gözyaşı dökenlere. Bak, o zaman nasıl inmezsin koltuktan, nasıl oturtulursun her zaman, her yerde başköşeye. Korkuyla karışık bir saygı görürsün. Senden çekinirler, “Aman damarı basmayalım. Ne yapacağı belli olmaz. Sulu dereye götürüp susuz getirir bu, adamı” derler, boyun eğer, bel bükerler... Kendimizden pay biçelim. Bize yumuşak davranan, güleç yüzlü anne babamıza, öğretmenimize mi iyi davranırız, yoksa döven söven, tehdit eden anne babaya, öğretmenlere mi? Bize iyilik yaramaz. Hemen şımarırız. Nasıl olsa bir şey yapmaz diye, dediklerine aldırmayız, kendilerini hiç takmayız. Ama ağlatanlar, kaş çatanlar, dayak atanlar karşısında süt dökmüş kediye döneriz, dut yemiş bülbül gibi oluruz. Yaramazlık yapmaktan çekinir, kızacak diye ürker, bir köşede süklüm püklüm otururuz... Acı ama gerçek bu. Yağmasan da gürleyeceksin. Baktın ağlatamadın ya da zorlu birine çattın, hemen toparlayacaksın kendini, bükemediğin eli öpeceksin. Yeri geldiğinde ağlamasını bileceksin. “Erkek adam ağlamaz” safsatasına kanmayacaksın. Ağladın mı en katı kalpleri bile yumuşatırsın, kendine acındırır, karşındakinin merhamet damarlarını kabartırsın. Ağlamayan çocuğa meme vermezler. Ağlamak zora düşenin silahıdır. Kadınlar bu silahı iyi kullandıkları için erkekleri kolayca ağlarına düşürürler. En sert erkekleri bile kuzuya çevirirler. Ama erkekler arasında da bu işi çok iyi bilenler var. Örnek mi istiyorsunuz? İşte bizim kırk yıllık dernek başkanımız Selim Söz. Ağlamasını, ağlatmasını bildiği için her seçimi kazanıyor. Bu gidişle ömrünün sonuna kadar başkan kalacak. Seçimden önce aramızda konuşur, tartışırız. “Artık yeter! Devirelim, eşekten düşmüşe döndürelim. Başımızdan def edelim” diye bağırır çağırır, isyan eder, planlar yapar, kararlar alırız ama başkan bey kürsüye çıkıp ağlamaklı bir nutuk atar. Hem ağlar hem ağlatır. Derken bir de bakarız ki çoğumuz gene ona oy vermişiz, kendisini tekrar başkan seçmişiz... Selim başkan bu işin üstadı, uzmanıdır. Sahneye, pardon, kürsüye çıktığı zaman önce aslan kesilir, sonra kurbanlık koyun postuna bürünür. Sözlerine, “Duydum ki, beni devirecekmişsiniz. Size bunca yıl hizmet ettim. Ne yaptımsa sizin için yaptım. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Değerimi bilmeyenlere yazıklar olsun!” diye başlar. Hainleri haşlar, ayaklarının altına karpuz kabuğu koyanları taşlar. Sonra deminki aslan kedi gibi oluverir. İhanete uğramış bir âşık tavrına bürünür, içini çeker, ah, of der. Oyuncağı zorla elinden alınmış bir çocuk olur, mahzun bir tavırla hepimizi süzer, dudak büker. Dram oynayan bir aktör edasıyla sesini titretir, duygularımızı harekete geçirir: “Zaten bu size son seslenişim. Biliyorum, beni başınızdan atmak istiyorsunuz. Artık benden bıktınız. Yaşlandım. İşinize yaramıyorum. Arsız bir kedi gibi beni kapının önüne koyacaksınız. Ne yapalım? Başa gelen çekilir. Öyle olsun. Siz bilirsiniz” der. Burnunu çevreleyen damarlarla, yanaklarını saran damarlar, ağa düşmüş bir hamsi gibi oynamaya başlar. Yüzü de iyice kızarır, ağlama havasına girer. Gözlerini siler, boynunu büker. Gözyaşları yanaklarından süzülüverir. Bu durumu görenlerin yürekleri ayaklanır, duyguları kanatlanır. Herkes üzülür. Pişmanlıkla önüne bakar, utanır. Başkan artık gözyaşların silmez, saklamaz, özgürce koyuverir ve de bu hüzün havası içinde oylarımızı gene kapıverir. Ne olduğumuzu anlayamayız, suçu birbirimizin üstüne atarız. Birbirimizi, “Dikkat et. Gene numara yapıyor ha! Kanma, aldanma, sakın ağlama” diye uyarırız. Karşımızdaki, “Ben ağlamıyorum. Sen kendine bak” diye güler. “Bu sefer başaramaz. Maymun gözünü açtı artık” derken bir de bakarız ki, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, Ankara’ya dayanmış! Selim balkan bir kere daha muradına ermiş... Gördüğünüz gibi, ağlamak, ağlatmak çok yararlıdır. Dertlerini içine atmazsın. İçin ferahlar. En katı yüreklerin bile merhamet, insaf duygularını ortaya çıkarırsın. Dilenciler ağlanacak hallerini göz önüne koyarak duygu sömürüsü yaparlar, oturdukları yerden para kazanırlar. Komedyenler küçümsenir, ağlayan, ağlatan aktörler, sinema yıldızları el üstünde tutulurlar, büyük sanatçı sayılırlar. Mizah yazarları edebiyatçı sayılmazlar ama yazılarıyla ağlayan, ağlatan yazarlar okuyucular tarafından çok tutulurlar, ödüller alır, antolojilerin demirbaş yazarları olurlar, edebiyat tarihine geçerler. Şiir bir bakıma ağlama, ağlatma sanatıdır Hangi şair daha çok ağlar, ağlatırsa o kadar büyük şair sayılır. Tiyatro ve sinemada ağlayan, ağlatan sahneler alkış toplar. Seyirci ağlamadığı oyunu, filmi beğenmez. Sadece sanatta değil, iş dünyasında da ağlamak, ağlatmak geçer akçedir. İşçinin anasını ağlatan iş adamı daha çok kâr eder, politikacılarla iyi ilişkiler kurar. Kârı biraz azalıverirse hemen ağlamaya başlar, iktidardaki partiden yardım alarak belini doğrultur. Çok zengin kişilere nasılsınız diye sorun bakalım. İyiyim demez, hemen ağlayıp sızlanmaya başlarlar. Vergilerden, artan masraflardan öyle yakınırlar, öyle dert yanarlar ki, cebinizdeki paranın hepsini onlara veresiniz gelir, düştükleri kötü duruma üzülür, halinize şükredersiniz. İşte böyle arkadaş! Ağlamak, ağlatmaktır en iyi, en güzel sanat. Rahat yaşamak, mutlu olmak istiyorsan ya ağla ya ağlat. İşte o zaman dağılır kara bulutlar, çok kolaylaşır hayat.

2 Nisan 2023 Pazar

OKUYANLARA BAK!

OKUYANLARA BAK Babam lisede okurken edebiyat öğretmenleri okumak yazmak konusunda bir soruşturma yapmalarını istemiş. Babam da güldürücü düşündürücü bir yazı yazmış. Bana onu gösterdi. Çok hoşuma gitti. Sana da ileteyim. Hoşuna gideceğine eminim. Yazı şu: “Öğretmenimiz okumak yazmak konusunda bir soruşturma yapmamızı istedi. Arkadaşlarımın çoğu öğrencilerle konuşmuşlar. Ben büyüklerle konuşayım, gerçekten okur- yazar olup olmadıklarını ortaya çıkarayım dedim. Öyle ya. Okur- yazar geçinenlerin çoğu okumaz yazmaz, sözde okur -yazarlardır. Televizyon, video, bilgisayar, cep telefonu okuyup yazanları azalttı. Okumak yerine televizyon, video seyrediyorlar, mektup yazmak yerine telefonla konuşuyorlar, mesaj çekiyorlar. Eskiden ne güzel bayram, yılbaşı kartları gönderiyordu herkes birbirine, mektuplar yazıyordu sevgi dolu, özlem dolu. Bu güzel alışkanlıklar birer birer kayboldu. Böyle zahmetlere katlanamıyor kimse. Neyse, ben okuyup yazanlar hâlâ var mı, okuyup yazıyorlarsa ne okuyorlar, ne yazıyorlar diye aramak, araştırmak için çıktım yola, selam verdim sağa sola. Az gittim, uz gittim. Derken sosyetik Neriman hanımla karşı karşıya geldim. Yani bağa girdim ay çıktı, karşıma “sosyetik” adıyla “neri” hanım çıktı. Sorduğum sorulara verdiği yanıtları duyunca aklım başımdan çıktı. “Kitap okuyor musunuz?” diye sorunca çıngıraklı bir kahkaha attı: “Ay vallahi, ben okumayı çok severim. Her gün magazin gazetelerini, dergilerini okumadan içim rahat etmez. Artistlerle ilgili haberleri, dedikoduları satır satır ezberlerim. Anladın mı şekerim?” diye zilli bir yanıt patlattı. “Kitap okuyor musunuz, kitaplarla aranız nasıl?” “Magazin haberlerini okumaktan düşüyorum bitap, onun için okuyamıyorum kitap mitap! Kitap sayfaları beni korkutuyor. Kitap yerine yutmalı bir hap” diye fıkırdadı. “Sen onu benim kuyruğuma anlat” diye miyavladı sarman kedi. Neriman hanım yüzünü buruşturdu, saatine baktı: “İşim acele. Berberimle, terzimle randevum var. Arkadaşlar da konkene bekliyorlar. Hadi çav, bay bay! Bunu saymam, gene beklerim. Tamam mı şekerim” deyip gitti. Böylece sormak istediğim sorular başlamadan bitti. Politikacı Dursun Gürel’i gördüm. Hemen yanına gittim. “Son günlerde neler okuyup yazıyorsunuz?” diye sordum. “Ben çok okurum, diye başını salladı. Maval okurum, masal okurum seçmenlerime. Meydan okurum rakiplerime. Canına okurum düşmanlarımın. Hariçten gazel okurum.” “Bu kadar çok okumayın. Gözleriniz bozulur sonra! Neler yazıyorsunuz?” “Söylev yazıyorum. Başa geçince neler yapacağımı, rakiplerime nasıl çamur atacağımı, pardon, onlarla neler tartışacağımı yazıyorum, yazdırıyorum.” Baktım nutuk atacak, hemen yanından uzaklaştım. Kendisine iyi okuyup yazmalar dileyerek türkücü İsmail Acılıses’in yanına yanaştım. Okumaktan söz edince sayın Acılıses bülbül gibi şakımaya başladı: “Türkü okurum, uzun hava okurum, arabesk okurum.” “Gazete, dergi, kitap okumaz mısınız?” “Kadı kitap gibidir, çevir çevir oku demiş atalarımız. Espri yaptım. Film, klip, kaset çalışmalarımdan okumaya fırsat mı var canım. Adamlarım önemli yazıları okuyuverirler, özetini anlatırlar, böylece rakiplerim hakkımda neler demiş, eserlerim tutuluyor mu, hepsini öğrenirim. Bu dünyada olup bitenden haberim olur böylece.” Dedi. Ne diyeceğimi bilemedim, yutkundum. Zaten o da kaset provası olduğunu söyleyerek son model arabasına bindi, gitti. Kadir Mutlu yaptığım soruşturmayı duyunca sağına soluna baktı, kulağıma: “Okuyan insanın başı derde girer. Yıllarca okul sıralarında dirsek çürütürsün, okulları birincilikle bitirirsin. Ondan sonra da iş bulamazsın, bulsan bile asgari ücrete talim edersin. Benim gibi çekirdekten yetişir, bir an önce iş, meslek sahibi olursan köşeyi dönersin. Vaktini kitap okumak gibi fuzuli şeylerle harcayacağına, çok para kazanmanın yollarını araştır oğlum. Bak ben okumadım ama emrimde bir sürü okur-yazar çalıştırıyorum. Devir okuma yazma değil, bakma, görme, işini bilme devri” diye fısıldadı. Veli Dayı her gün okuduğunu söyleyince merakla neler okuduğunu sordum. “Yatmadan önce iki kulhuvallahi, bir Elham okurum. Nazar değmemesi için nazar duası okurum. Hastalanırsam kendimi hocaya okuturum” dedi. Ben okuduğu kitapları sorunca kızdı: “Hepimizin okuması gereken bir tek kitap vardır. Her şey onun içindedir. O varken başka kitaplara gerek yoktur. Kutsal kitabımızı herkes okumalıdır” diye bağırdı. Baktım, karşıdan ünlü yazar Orhan Çokyazar geliyor. Hemen onun yanına koştum. “Sizin okuduğunuz kitap çoktur değil mi?” diye sordum. “Ben yazarım oğlum, okur değil, dedi. Yazdıklarımı bile doğrudürüst okuyamıyorum. Bana böyle sorular sormayın, kızıyorum. Yazmaktan okumaya fırsat bulamıyorum ki. Şu anda yayınevinin ısmarladığı kitabı yetiştirmeye çalışıyorum. Ödül alma sıram geldi. Bu kitap bitince yeni bir kitaba başlayacağım. Su akarken küpünü dolduracaksın, şey , okuyucu bolken yazacaksın, ilgisini canlı tutacaksın. Modan geçince ne kadar güzel yazarsan yaz, yazdıklarını kimse okumaz. Yeri gelmişken söyleyeyim. Genç yazarlar boşuna kitap yollamasınlar bana.. Hiçbirini okuyamıyorum. Okumak bir yana, kapaklarını bile açmıyorum. Çabalarına acıyorum. Kitaplarını okuyacak olanlara yollasınlar. Başka sorun yoktur herhalde. Yazma zamanım geldi, hemen masamın başına geçmeliyim”. Baktım, ünlü yazarımız bir “hoşça kal” bile demeden uçup gitmiş. Arkasından iyi uçmalar diledim kendisine. Gide gide Cemil Kenar beyin yanına geldim. Cemil bey omzumu okşadı: “Kitap okumak iyi bir şeydir. Okumalı okumalı gene okumalı, diye elini salladı. Çocuklarım okusun diye bol bol resimli kitaplar, ansiklopediler alıverdim. Test kitaplarını eve yığdım. Güzel bir kitaplık yaptırdım, içine ciltli kitapları sıraladım. Ama okumuyor keratalar!” “Ne yapıyorlar?” “Televizyonun, videonun, bilgisayarın başından kalkmıyorlar.” “Siz de bunları sokmasaydınız evinize.” “Olur mu canım, ben ne yapacağım sonra?” “Yani hiç mi okumuyorsunuz, aldığınız güzel kitaplar, yaptırdığız kitaplık boşuna mı?” “Boşuna olur mu canım? Dekor oluyor hiç olmazsa. Küçükken bana okuma alışkanlığı vermediler ne yazık ki. Ağaç yaş iken eğilirmiş. İşte bunun için çocuklara, gençlere haftada bir kitap okumayı mecbur etmeli. Okuyup okuduğunu yazmaz, anlatmazsa harçlığını kesmeli, yazana, anlatana hediye, ödül vermeli. Bence memleketimiz böyle kalkınır. Her şeyin başı kültürdür. Bit kütüphane açan bin hapishane kapatır.” “Bu dediklerinizi çocuklarınıza uyguluyor musunuz?” “Söz dinlemiyorlar ki. Anaları şımarttı bunları.” “Âleme verir talkını, kendi yutar salkımı” diye bir atasözümüz var. Sizin durumunuz ona benziyor biraz.” Cemil bey başını önüne eğdi, yavaşça yanımdan uzaklaştı. Derken ünlü şarkıcımız Seda Okuyan’a rastlamayayım mı! Sorumu duymuş olmalı ki, dudaklarını büzdü, konuşmaya başladı: “Daha çok fantezi eserler okurum efem. Nota okumasını pek bilmem ama kulağım iyidir. Kitap okumak mı? Çok şakacısınız ayol. Televole proğramından mı geliyorsunuz yoksa? Anladım! Gizli kamera şakası yapıyorsunuz. Nereye televole diyeceğim, el sallayacağım taraf neresi? Ne dediniz? Ciddi misiniz! Geçenlerde bir kitap okuyayım dedim. Oliver Tivist adlı bir kitap geçti elime. Tivist dansından söz ediyor sandım ama kitabın içinde bir satır bile danslı bir sahne bulamadım. Böylece boş bir zamanım ziyan oldu.” “Hiç mi okumuyorsunuz?” “Gençliğimde, şey yani, daha gençken beyaz dizileri, pembe dizileri okurdum. Televizyon dizileri çıkınca onları okumayı bıraktım. Diziden diziye atlıyorum. Böylece kitap okumuş gibi oluyorum. Bir zamanlar deli gibi aşk romanları kurdum. Çok şükür o hastalığım geçti, iyileştim. Sorduğuna göre senin hastalığın devam ediyor galiba.” “Hasta ettin sen beni hasta Senin yüzünden gençler yasta!” diye mırıldandım. Bir araba geldi, Seda hanımı yanımdan aldı, gazinoya götürdü. Arkasından bakakaldım. Derken kendime gelip yürümeye başladım. Emekli memur İsmet bey beni durdurdu. İçini çekerek hüzünle yüzüme baktı: “Çocukken derslerine engel olur diye kitap okutmadılar. Gençliğimde yasak kitap okur, başı derde girer dediler kitap okumamı istemediler. İş bulma, çalışma, ev geçindirme, çoluk çocuğa bakma, para kazanma derken gene kitap okuyamadım. Zaten borç içinde yüzüyordum, kitaba ayıracak para bulamıyordum. Emekli olunca vakit bulur okurum diye düşündüm. Bu sefer de gözlerim bozuldu, okuyamaz oldum. Benden sana tavsiye. Kitap okumayı erteleme. Zamanında oku. Kimseyi dinleme. Oku oku, budur sonu diyenlere aldırma. Kendi sonlarına baksınlar onlar. Okumanın sonu yoktur. Onu mu okuyayım, bunu mu okuyayım diye oyalanma. Eline ne geçerse oku. En kötü kitapta bile yararlı bir şey vardır. Tabii okumasını, ders almasını bilirsen” dedi Erhan Tığlı

29 Mart 2023 Çarşamba

EDEBİYATIMIZDA GÜLÜŞ

EDEBİYATIMIZDA GÜLÜŞ Gaziantep Tıp Fakültesi öğretim üyesi Profesör Doktor Yavuz Coşkun, “Çocuklarınıza sistemli olarak gülmeyi öğretin. Gülmeyi öğrenen çocuklar hayata daha olumlu bakar ve iyimser olarak büyür” diyor. Sadece çocukların değil, büyüklerin de gülmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bu işi en iyi sanatçılar yapar. Bu yazımda şair yazarların gülmekle ilgili sözlerine, dizelerine yer vererek gülmenin önemini ve değerini vurgulamaya çalışacağım. Molla Demirel, sevgilisine “Deli olurum sesini duymadığım/Gülüşünü görmediğim gün” diye sesleniyor. Replier, “Birlikte gülmediğimiz birini gerçekten sevemeyiz” diyor. Piercy, “Paylaşılan kahkaha erotiktir” diyerek bize dudak büktürüyor. Gardonyi, “Ben, adamı gülmesiyle ölçerim; kunduracı kahkaha atar. Bilgin sadece gülümser” deyip kahkaha atmaya karşı çıkıyor! “Şen adam güneşe benzer, girdiği yeri aydınlatır” diye Cenap Şahabettin, delilikle budalalığın farkını bakın nasıl belirtiyor: “Her şeye gülmek deliliktir; hiçbir şeye gülmemek de kuşkusuz budalalıktır.” Molier, “İnsan güldüğü kadar insandır”, Graville, “İnsan gülmesini bilen hayvandır” diyorlar. Chamfort’a göre, “gülmediğimiz günler kaybolmuş sayılır.” E.W.Wilcox çok önemli bir gerçeğe değiniyor: “Gülerseniz dünya da güler; ağlarsanız yalnız ağlarsınız.” Maksut Koto, Beşparmak dergisinde çıkan “Sana Bulaşan En Güzel Şey, Gülmek” adlı şiirinde bakın gülmeyi nelere benzetiyor: “gülmek, köz bir uykudan yalınayak uyanmaktır/ gülmek, mevsimi mavimsi bir düş olan martının yüreğidir/gülmek, ah ile başlayan zindanın sorgusuz güneşidir/gülmek, sana bulaşan en güzel şey... (...) gülmek, sebebsizce yeşeren bir bahar/ sanki, on üçüncü ayından başını uzatan/kasımpatı/hüznün aynasıdır gülmek” “Yüzünüzdeki gülümseme kalbinizin evde olduğunu bildiren, ışık yanan bir pencereye benzer” diyerek gülmeyi pencereye benzetiyor Francis Benson. Gülmek bakın daha nelere benzetiliyor: “Gülmek kalbin kendi kendini tedavi için yaptığı bir ilaçtır.” J. Holland, “Gülmek, fırtınalı gökte doğan bir gökkuşağına benzer.” A. Grün, “Güleryüz altın anahtardır.” T. B. Macavlav, “Gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder.” Victor Hugo... Radi Fiş’e göre “Ağlamak köleliğin, gülmek özgürlüğün ifadesidir.” M. Emin Değer, güneşin doğuşunu sevdalı kızların gülüşüne benzetiyor; “Güneşin doğuşu orda her sabah/ Sevdalı kızların gülüşü gibi” Ziya Paşa, nazik gülüşlere aldanmak gerektiğini belirtiyor: “Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm Şirin dahi kastetmesi cana gülerektir” Edip Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde gülmeyi toplumsal yönden şiirleştirmiş: “Gülmek/ bir halk gülüyorsa gülmektir.” Şair Nedim, sevgilinin şeker gülüşüyle öyle kendinden geçmiş, sarhoş olmuş ki, kendisini zevk meclisine kadeh yapan sevgilisinin içki kadehini yarım sunmasını istiyor: “Bir şeker handeyle bezm-i şevke cam ettin beni/ Nim sun peymaneyi saki tamam ettin beni” Yusuf Ziya Ortaç, “Gülüşü o kadar hoştu ki hele/Lebinden goncalar düresim geldi” diyor sevgilisi için. Fuzuli, sevgilisinin gülüşünü görünce ne yapacağını şaşırıyor; “Nutkum tutulur gonca-i handanını görünce” demekte kendini alamıyor. Cahit Sıtkı Tarancı, yanında sevgilisi gülünce şu dizeleri yazıyor: “İlktir hem sarhoş hem ayık olduğum/Bir gerçek içindeyim düşten güzel/ Sevdiğim gülüyor yanıbaşımda” Ümit Yaşar, sevgilinin en çok gülüşünü seviyor: “Ben senin en çok gülüşünü sevdim Sevindiren, ,içinde umut çiçekleri açtıran Unutturur bana birden acıları, güçlükleri Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman” Salah Birsel, “Kikirikname” adını taşıyan alaycı şiirinde, “Sizinki de gülmek mi a teresler/Gülünce şöyle bir sunturlu gülmeli/Bir iki üç dişleri göstermeli/Sırıtmalı değil zangır zangır gülmeli/ Yakaları kolalatmalı bir iki üç/Bir iki üç başları doğrultmalı/Boşuna değil bu öğütler inanın/Gülünce sabah akşam gülmeli/Ceketleri kavuşturmalı bir iki üç/Köşelerde değil ortalarda gülmeli//Düğmeleri parlatmalı zamanında/ Gülünce şapkalarla gülmeli/Bir iki üç sayıyla bükülmeli/Sırayla değil hep birden gülmeli/İşin bütün inceliği burada a teresler/Gülünce dişleri göstermeli” demiş, gülmenin yolunu yordamını göstermiş! Melek Sabah Şardağ, Gül” adlı şiirinde şöyle diyor: Gül yavrum, Gül ki, Unutulmuş eski bir öyküyü, Şarkıyı anımsar gibi olsun insanlar. Kandır doğayı gülüşünle. Yarılıp zamansız çatlasın tomurcuklar. Gül ki, Başka ülkelere göç etsin Bu kara, bu hain bulutlar. Gökyüzü boz, sokaklar dar Yitirilmiş ak sabahlarda Gülüşünden başka bağlanacak ne var? Kan, sevgileri götürüyor Evrenin dört bucağında Gül meleğim, Gülüşün armağan olsun Gülemeyen tüm çocuklara.” Halk ozanı Hüdai, gülmekle teselli buluyor: Varsın sormasınlar dar günlerimde Bol günde kapımı çalıyorlar ya! Ağlarken merhaba etmezlerse de Gülersem selamımı alıyorlar ya!” Ruhsati, “El yanında yıkar gider kaşını/Tenhalarda gülüşünü sevdiğim” diyor... Manilerde de gülmek ele alınmış, bu konuda çeşitli örnekler verilmiştir. İşte birkaçı: “Gül düğümü Karşıda gül düğümü Yârim buradan gideli Kim görmüş güldüğümü *** Bülbülüm güle karşı Gözyaşım sele karşı İçin için ağlarım Gülerim ele karşı *** Arpa buğday geç olur Güzeller güleç olur Güzellerin güleci Her derde ilaç olur” *** Gök gürlüyor derinden Gökler oynar yerinden Bir kerecik gülersen Kalbim oynar yerinden” Ben de maniye benzeterek şu dörtlüğü yazmıştım: “Ne mutlu gül dikene Gülene güldürene Gülenler güle benzer Gülmeyenler dikene” Ethel Barrymore çok önemli bir gerçeği dile getiriyor: “Kendi hatalarımıza gülmeyi başardığınız gün büyümüşsünüz demektir.” William Stakel, gülmekle cennet arasında bir bağıntı kuruyor: “Gülmeyen, gülemeyen insanlar cenneti kaybetmişlerdir.” İhsan Oktay Anar da öyle: “Gülümseyen herkes cennete bakıyor demektir.” Cemil Sena Ongun’a göre büyük adam kime denir bakalım: “Denetlendiği zaman sevinen, eleştirildiği zaman gülenler büyük adam denir.” Gülmekle ilgili atasözlerimiz de vardır: “Kişinin avradı gezegen olursa kızı da gülegen olur.” “Çok gülen çok ağlar.” “Ağlayanın malı gülene hayır getirmez.” “Her yüze gülen dost değildir.” “Ağlaya ağlaya cennete gidinceye kadar güle güle cennete git.” “Ödünç güle güle gider, ağlaya ağlaya gelir.” “Son gülen iyi güler.” “Güleriz ağlanacak halimize.” Şarkı ve türkülerimizin çoğu ağlamaklıdır ama gülüşlü olanları da vardır: “Gülünce gözlerinin içi gülüyor/ Kendimi senden alamıyorum.” “Gül sen gülün olayım/ Dile kulun olayım/Çiğne yolun olayım...” “Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir...” “Tatlı dile güler yüze doyulur mu?” “Sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde/ Bir taze emel var şu kızın handelerinde...” Ahmet Haşim gülmeyi, gülen kişileri pek sevmiyor: “Gülüş istediği kadar insanın bir üstün vasfı mahiyetinde olsun, halk nazarında gülüş hiçbir zaman gözyaşının vakar ve asaletine sahip değildir.(...) İtiraf etmeli ki gülüş ruhun asil bir faaliyeti eseri değildir. Hiç kimse kendine gülmez; güldüren diğerinin aczi, kusuru ve dalgınlığıdır ve gülen, kendinden fazla memnun olan gururumuzdur.(...)Gülmeyen bir insan ve bilhassa gülmeyen bir kadın çehresi, ilahi bir çehre olmaya yakındır.” Ziya Gökalp ise “Gülümseme” başlıklı yazısında Ahmet Haşim’i yalanlıyor: “Gülümseme, insana mahsustur. Hiçbir hayvan gülmez. Ben hasta ruhları ve sinirli insanları daima, yüzlerinin gülümser olup olmamasıyla tanırım. Sinirli insanların yüzleri gülmez. Gülümseme, ruhun sağlamlığı kadar, saadetin de müjdecisidir. Beşikteki çocuğun gülmeye başladığı gün, aile saadetinin tamamlandığı gündür. Çocuğun ilk mürebbisi, annesinin gülümsemesidir. Dostlar arasındaki samimiliği gösteren de gülümsemedir. Ben, milletlerin hayat kabiliyetlerini de fertlerindeki gülme ile ölçerim. Yazık ki bizde babalar, mürebbiler gülmeyi yasak ettiklerinden, münevver Türkler en az gülen insanlardır. Eski Türkler güler yüzlüydüler. Bence yapacağımız inkılâpların birisi de ‘güler yüz inkılâbı’ olmalıdır. Evet, milletimiz daima şen ve şetaretli olmalıdır. Her işte muvaffak olmak için başlıca şart, müteşebbislerin güler yüzlü olmasıdır. Yüzü gülmeyen insanlar hiçbir işte muvaffak olamazlar. Mesela yüzü gülmeyen bir avukat en haklı davayı kaybeder. Yüzünde gülümseme bulunmayan bir aktrist, şöhret kazanamaz. Yüzü gülmeyen bir doktor, hastalarını tedavi edemez. Bir balcı, dükkânını en iyi ballarla doldurduğu halde, gelen müşterilere hiç bal satamazmış. Bir gün, tecrübeli bir insana şikâyet etmiş: “En iyi ballar bende olduğu halde, gelen müşteriler ballarımı beğenmeyerek gidiyorlar. Halbuki komşularımın balları iyi değildir, fakat müşterileri hiçbir zaman eksik olmuyor. Bunun sebebi nedir?” Adam şu cevabı vermiş: “Sen bal satıyorsun ama yüzün sirke satıyor!” - Clarissa P. Este’s, “Kurtlarla koşan Kadınlar” kitabında diyor ki: “Gülme, kadın cinselliğinin gizli tarafıdır; fizikseldir, temeldir, tutkuludur, hayat vericidir ve bu yüzden uyarıcıdır. Jenital uyarılma gibi bir hedefi olmayan bir cinsellik türüdür. Sadece o an için, bir sevincin cinselliğidir; özgürce uçan, yaşayıp ölen ve kendi enerjisiyle yeniden yaşayan hakiki ve şehevi bir sevgidir. Kutsaldır, çünkü fazlasıyla iyileştiricidir. Şehevidir, çünkü bedeni ve onun duygularını uyandırır. Cinseldir, çünkü heyecan vericidir ve haz dalgalarına neden olur. Tek boyutlu değildir, çünkü gülme, insanın kendisi kadar başkalarıyla da paylaştığı bir şeydir. Bir kadının en vahşi cinselliğidir.” Sevgi Soysal, “Yenişehirde Bir Öğle Vakti” romanında gülme konusunu şöyle ele almış: “Gülen adam, bir kez eli açık olur. Bu asık suratlılar, aslında cimriler soyudur. Ve çoğunluktadırlar. İşte bir gülmeyi bile esirgeyen adam, parayı haydi haydi esirger. Bu sokaktan geçen şehirli kısmının çoğu hiçbir şeyi karşılıksız yapmaz. Gülmeyi de. Ya kendisini alsın diye yavuklusuna güler, ya iyi et versin diye kasaba güler, ya terfi ettirsin diye müdürüne güler, ya oy versin diye halka güler. Böyle, karşılıksız gülmeyi bilmez. Durup dururken gülenden de kuşkulanır. Suratını asıverir, benden bir şey isteyecek diye...” Bu konuda bir de Atilla Dorsay’a kulak verelim: “Gülmek... Zekâmıza seslenen, aklımızı işleten, insanla doğa arasına belli bir mesafe koyan, insana kendi dışındaki her şeye karşı bir eleştiri boyutuyla bakma olanağını hediye eden... Kısaca insanı insan yapan şeylerin arasında belki de başında gelen gülme eylemidir.” Robin Sharma, “Ferrarisini Satan Bilge” eserinde güzel öğütler veriyor: “Gülmek ruhun ilacıdır. İçinden gelmiyorsa bile bir aynaya bak ve birkaç dakika gül. Kendini harika hissetmekten alıkoyamayacaksın. William James, ‘mutlu olduğumuz için gülmeyiz. Güldüğümüz için mutluyuzdur’ demiş. Bu nedenle güne keyifli bir adımla başla. Gül, neşelen ve tüm sahip oldukların için şükret. Göreceksin, her gün güzel armağanlar getirecek. Gülmenin gücünü hep hatırla. Müzik gibi o da yaşamın stres ve sıkıntılarına karşı mucizevi bir toniktir. Kahkaha kalbinizi açar ve ruhunuzu yatıştırır... İnsanlar yaşamı asla kendilerini gülmeyi unutturacak kadar ciddiye almamalıdırlar.” Gülelim gülüşelim- mutluluğu paylaşalım-neşeyle zevkle coşarak güllere dönüşelim. Gülmeyen insanın karnı tok olsa bile ruhu açtır Gülmek, ekmek su hava gibi önemli bir ihtiyaçtır. Erhan TIĞLI

17 Mart 2023 Cuma

Sevgi ve Dostluk şiirdir

Tanrının armağanıdır sevgi ve dostluk kırar bencilliğimizin zincirlerini öpüşür çiçeklerimizle kuşu arısı kelebeği şiirleştirir benliğimizi güzelliğinin alı sarısı yeşiliyle

8 Mart 2023 Çarşamba

HELVA

Konuya girmeden önce sorayım. Helvayı sever misiniz? Ben pek severim. Taze ekmekle helva çok iyi olur. El gücüyle çalışanlar helva ekmek yiyince enerji toplarlar, yorgunluklarını unuturlar. Çeşit çeşit helva vardır: Koz helvası, tahin helvası, irmik helvası, yaz helvası, cevizli helva, çikolatalı helva, kar helvası, keten helva…(Yandı gülüm keten helva diye de bir deyim var.) Nasrettin Hoca yağan karı alıp içine pekmez koyuyor, kar helvası yaptığını söylüyor. Tadanlar beğenmiyorlar. Hoca onlara hak veriyor, “Yaptım ama ben de beğenmedim” diyor! Dedemin anlattığı bir fıkra var. Bir Fransız turist Konya’ya geliyor. Bir helvacı dükkânının önünden geçerken vitrindeki helvalar dikkatini çekiyor. Onlarda böyle bir şey olmadığı için bunların ne olduğunu merak ederek içeri giriyor. Dükkân sahibine,” Kes köse?” (Bu nedir) diye soruyor. Adam onun “Kes bir parça” dediğini sanıyor ve helvadan kesip veriyor. Turist helvayı yedikten sonra bir daha “Kes köse?” diyor. Adam kesip veriyor. Turist bir daha “Kes köse?” deyince bizimki kızıyor: “Kese kese helva kalmayacak be! Sen buraya alışveriş etmeye mi geldin, bedava helva yemeye mi?” diyerek turisti kovuyor. Dostlarımız helvamızı yemek isterler. Hastalanan arkadaşlarına, “Helvanı ne zaman yiyeceğiz?” derler. Neden böyle diyorlar biliyor musun? Biri ölünce hayır olsun diye arkasından helva dağıtırlar da ondan. (Ne kötü şaka değil mi bu!) Her ortama uyduklarını belirtmek isteyenler, “Ben helva demesini de bilirim, halva demesini de” derler. (Anadolu’nun kimi yerlerinde helvaya halva, elmaya alma derlermiş.) Gerçi konuyu çok dağıtmış olacağım ama yeri gelmişken, bu konuda bir şey anlatmak istiyorum. Satıcının biri elma satıyormuş, öbürü de yoğurt. Yoğurtçu, “Tatlı yoğurt!” diye bağırırken elmacı da kendi ağız biçimiyle, “Ekşidir alma” diye ekşi elma sattığını belirtmek istiyormuş ama yoğurtçu bunu yanlış anlamış, onun yoğurduna ekşi dediğini sanmış ve kavgaya tutuşmuşlar. Zor ayrılmışlar. Gelelim helvamıza. Helvacı türküsünü biliyor musunuz? Bilmiyorsanız söyleyivereyim. “Kara koyun etli olur Kavurması tatlı olur Buralarda yâr seven Ölmez ama dertli olur. Helvacı helva! Keten tohumlu helva Şeker lokumlu helva!” Helvadan niye bu kadar söz ediyorum da asıl konuya hemen girmiyorum? Helvayı çok sevdiğim için, sözünü ederken yemiş gibi oluyorum da ondan. Bizimkilerin kilo, kolesterol sorunu olduğu için evimize helva girmiyor uzun zamandır. Bu kadar giriş yeter. Şimdi öyküme geliyorum. Almanya’ya giden bir işçimiz orada Helga adında bir Alman kızıyla evleniyor. Bir süre sonra Türkiye’ye dönüyorlar, bir ev alıp temelli kalmaya başlıyorlar. Alman kızı Türkçe öğreniyor ama tam değil. Daha birçok eksiği oluyor. Konuşma biçimi de Türklere uymuyor. Çevredeki kadınlarla tanıştırırlarken Ayşe Teyze ona adını soruyor. Helga helva der gibi,”Helga” diyor. Teyzemiz, “Helva mı? Benim adım da baklava!” diye espri yapıyor. Bu olaydan sonra Helga’nın adı Helva olarak kalıyor. Eski adı unutuluyor. Helva hanım kocasının gözüne girmek için Türk yemekleri yapmak istiyor. Bir yemek kitabı satın alıp oradaki tariflere bakarak yemek yapmaya başlıyor. Kitapta yemek için gereken malzemeler sayılırken bazı adların yanına “arzuya göre” yazılmıştır. Bunu da bir yemek malzemesi sanan Helva hanım çarşıdaki bütün dükkânları dolaşıp “arzuya göre” yi arıyor, tabii bir türlü bulamıyor. Çaresiz, “arzuya göre” olmadan yemek yapmak zorunda kalıyor. Merakla kocasını bekliyor. Kocası geliyor, yemek yerken beğendi mi acaba diye sürekli kocasının yüzüne bakıyor Helva hanım. Bir şey anlayamayınca daha fazla bekleyemiyor, kocasına yemeği nasıl bulduğunu soruyor. “Çok güzel olmuş. Eline sağlık” diyor erkek. Bu sözlere inanamıyor Helva hanım. “Gerçekten beğendin mi, yoksa beni üzmemek için böyle mi söylüyorsun?” diye soruyor kocasına. “Beğendim tabii. Sana niye yalan söyleyeyim?” diyor erkek. “Aslında bu yemeğin bir eksiği var” diyor Helva hanım. Erkek dudak bükerek: “Ben bir eksik bulamadım. Neymiş o?” diye soruyor. “Kitapta arzuya göre de var ama aradım, bir türlü bulamadım” diye önüne bakıyor kadın. “Arzuya göre diye bir yemek malzemesi duymadım ben. Getir şu kitabı da bakalım içine” diyor adam. Kadın yemek kitabını getirip gösteriyor. Erkek gülmeye başlıyor. Kadın bozuluyor, onun alay ettiğini sanıyor. Erkek gerçeği açıklamak zorunda kalıyor: “Arzuya göre demek; isteğe bağlı, isteyen koyar, istemeyen koymaz demektir” diyor. Türkçeyi iyi bilmediği için boşu boşuna arzuya göre aradığını anlayan Helva hanım da gülmeye başlıyor. Birlikte öyle gülüyorlar ki bu gülüş tatlı yerine geçiyor, yemeğin üstüne tatlı yemiyorlar artık.

6 Mart 2023 Pazartesi

umut Güneşi

GÜNEŞ DOĞACAK İçimdeki yıldızları kara bulutlar çalıyor Çoktandır rengini unuttuğum karanlık Gök ekinimi biçiyor Gönlümdeki meltemi fırtınalar içiyor Acının ordusu cebren ve hile ile Mutluluğumun kalelerini zaptediyor Söküyor çiçeklerimi Dallarımı kırıyor... *** Özlem ülkesine gitmek istiyorum Otobüslerde yer bulamıyorum Uçaklar dolu trenler rötarlı... Gitsem hüznün hüküm sürmediği İnsanın insanı söndürmediği bir yere Ama yollar geçit vermiyor Dalgalar azmış Umut kaptan yakamoz meyhanesinde sızmış Tayfalar dört bir yana dağılmış... Çaresizliğin çivisiyle çakılıyorum Cellat yalnızlığın hain ellerine... *** Biliyorum seziyorum duyuyorum Bir yerlerde sabah oluyor O sabah buralarda da olacak Yakın hem de çok yakın Başlayacak aydınlığa doludizgin bir akın Ve de yepyeni bir güneş doğacak! **************************

3 Mart 2023 Cuma

Gönül Sazı

GÖNÜL SAZI Güzelliklerin yediveren gülü benliğimizde kök salmazsa kişilerde sevgi ve saygıya yer kalmazsa tadı olmaz ne baharın ne de yazın akordu bozulur gönüllerdeki sazın

25 Şubat 2023 Cumartesi

Dostla Sevgilinin Farkı

Dost akıl verir bize sevgili alır aklımızı başımızdan Dost düşünerek attırır adımlarımızı sevgili uçurur gökyüzünde kuş cennetine çevirir kalbimizi

23 Şubat 2023 Perşembe

MUTLULUĞA GİDİŞ

Mutlu olmak istersen Başına bir iş gelince Hemen bürünme yasa Güneşini karartmasın Karamsarlık ve tasa Umudunu yitirme Güzelliği benimse Neşeli ol gülümse İyilerle dostluk kur Kötülerle savaş Elinden tut düşkünün Döktürme gözünden yaş Gönülleri çiçekle Sevgiye sevgi ekle Boşuna bekleme hiç Mutluluk sana gelmez Sen ona gideceksin Hissetmekle emekle

19 Şubat 2023 Pazar

TÜKÜRÜYORUM

TÜKÜRÜ-YORUM “Göründü memleketin içyüzü, çöktüyse temel. Şimdilik harice karşı yüzümüz olsa dahi Yüzümüz yok bakacak kabrine ecdadımızın Tükürür zannederim çehremize, vatanın tarihi” Neyzen Tevfik Parası çok diye, bilim adamlarından, sanatçılardan daha çok sevip sayıyoruz dağdan inme haydutu. Açlardan, yoksullardan daha çok ilgilendiriyor bizi, mankenlerin eti budu. Hiç sesleri çıkmıyor medya bülbüllerinin, demek ki çoktan yemişler dutu... Sanki hiç sorunumuz yokmuş gibi Vur patlasın, çal oynasın, çok güzel eğleniyorsunuz doğrusu! Oysa ne kanlar döküyor Anadolu’da kan davası, trafik canavarı, maganda ordusu... Orada, uzakta değil, yakında Bir aylık hovardalığınla bir yıl geçinmeye çalışıyor hemşerin - Zayıflamak için değil, cep delik cepken delik olduğundan- Yarı aç yarı tok dolaşıyor... Gözünün önünde ama görmüyorsun Tüm umudu sende, bilmiyorsun Yerlerde sürünse bile aldırmıyorsun. Bu adam sendecilik, boş vercilik bitmeli Çıkarcılık, bencillik gitmeli Sona ermeli bu gaflet uykusu Hep, biri yesin, biri baksın, olur mu? Yeter artık havanda dövdüğün su! İnsanlık vatandaşlık değil bu. Bir de aydın geçinirsin ha? Tuuu! Erhan Tığlı

18 Şubat 2023 Cumartesi

GÜNEŞ DOĞACAK

İçimdeki yıldızları kara bulutlar çalıyor Çoktandır rengini unuttuğum karanlık Gök ekinimi biçiyor Fırtınalar uçuruyor gönlümdeki meltemi Acının ordusu cebren ve hile Mutluluğumun kalelerini zaptediyor Söküyor çiçeklerimi Dallarımı kırıyor… *** Özlem ülkesine gitmek istiyorum Otobüslerde yer bulamıyorum Uçaklar dolu trenler rötarlı… Gitsem hüznün hüküm sürmediği İnsanın insanı söndürmediği bir yere Ama yollar geçit vermiyor Dalgalar azmış Umut kaptan meyhanede sızmış Tayfalar dört bir yana dağılmış… Çaresizliğin çivisiyle çakılıyorum Cellat yalnızlığın hain ellerine… *** Biliyorum seziyorum duyuyorum Bir yerlerde sabah oluyor O sabah buralarda da olacak Yakın hem de çok yakın Başlayacak aydınlığa doludizgin bir akın Ve de yepyeni bir güneş doğacak!

16 Şubat 2023 Perşembe

KIYAMET

Biri yedi biri baktı kopmadı kıyamet/aldatıldı halk, çalındı hak; kopmadı kıyamet/kirletildi çevre, talan edildi doğa/kopmadı kıyamet/ırzına geçildi kadının, çocukların/cezasız kaldı cinayet, çiğnendi adalet/kopmadı kıyamet/Tuttukları takım yenildi/KOPTU KIYAMET!

SANATLI VE KANATLI SÖZLER

SANATLI ve KANATLI SÖZLER Sanat: Doğruya, iyiye, güzele koşan at. Sanat: Monotonluktan kurtarır insanı, duygu ve düşüncelerimize takar kanat. Sanat: Gözümüze gönlümüze heyecan ve can verir, ruhumuza da tat... Sanat: Sevenler onunla eder rahat, sevgisizleri eder mat. Sanat: Yüzyıllar öncesinde yapılmış olsa bile asla olamaz bayat. Sanat: Bencilliğe, çıkarcılığa meydan okur; erdem ve özveriyle büyür iki kat. Sanat: Eğer edilirse sanatta inat ve sebat, götürür bizi mutluluğa son sürat. Sanat: Resim, müzik, mimarlık, tiyatro, edebiyat... Değildir yan gel yat ya da uydur uydur da at; böyle düşünenlerin ya kendileri ya da düşünceleri sakat. Sanat: Sımsıkı sarıl boynuna, tut elini iyice; ondan aldığın güçle kötülüğü, çirkinliği kaldır, at!

SANAT AYNAMI TUTMALI IŞIK MI?

SANAT AYNA MI TUTMALI, IŞIK MI? Memduh Şevket Esendal, sanatçıları ikiye ayırıyor: “Toplumun önünde gidenler, ardından gidenler”. Birincilerin topluma ışık, ikincilerinse ayna tuttuklarını belirtiyor. Topluma ışık tutanlar ona mesaj verir, ileriye gitme umudu aşılar, çözüm yolları gösterirler. Bu eylemi ya doğrudan doğruya ya da dolaylı yoldan yaparlar. Ama her sanatçının tuttuğu ışık bir mi? Kimininki elektriktir, kimininki kandil ya da mumdur. Kimi ışık tutuyorum diye nutuk atar, öğüt verir, slogan atar, böylece yaptığı şey sanat olmaktan çıkar. Topluma bir heyecan verir, onu coşturur ama bu kibrit ya da saman alevi gibi çabucak sönüverir. Sanatçının da düz politikacıdan farkı kalmaz, etkisi pek olmaz. Ayna tutanlar gerçekleri göstermekle yetinirler, ötesine karışmazlar. Ayna dev aynası, tozlu, kirli bir sanal ayna olduğu gibi, sanatçının kendine, kendi gibilerine yönelik bir ayna olabilir. Aynacı işine gelen yerlere ayna tutarak diğerlerini gözden, gönülden ırak tutabilir. Bir de böyle bir derdi olmayan sanatçılar görüyoruz. Toplum umurlarında değildir, onun önünde ya da arkasında gitmezler; kendilerine göre bir yol tutturmuşlardır, o yolda yürümeyi sürdürürler. Amaçları kendilerini göstermek, kendilerinden söz ettirmektir. Bu amaçlarını gerçekleştirmek isterler sadece; söz sanatlarına, süse, gösterişe başvururlar, marifetlerini sergilemek için toplumu yadırgatan oyunlar oynarlar, kişisel becerilerini sunarlar. Gölge oyunundaki Hacivat gibidirler... Ahmet Haşim, “Münekkit” adlı yazısında eleştirmecileri toplumun önünden giden, ona yol gösteren, umut veren kişiler olarak niteliyor; “... Gelecek şafaklara doğru yürüyen kafilenin önünde ümit bayraklarını dalgalandıran onun koludur” diyor. Eleştirmeci denilince sadece eleştirme yazısı yazanları düşünmeyelim. Toplumdan kopmayan, onun aksak, eksik yönlerini, yanlarını dile getiren, toplumu ileriye götürmeye çalışan her sanatçı bir çeşit eleştirmecidir bence. Kimi şiirle yapar bu eleştiriyi, kimi romanla, öyküyle ya da deneme, makale yazısıyla, kim de besteyle, filmle, tiyatroyla... Mizahçılar güldürürken düşündürerek toplumu güzelliklere hazırlarlar; kötüyü, çirkini göstererek, iğneleyerek, zalimlerin gülünçlüklerini sergileyip toplumun nasıl olması gerektiğini vurgularlar. Nasıl olduğunu göstermekle yetinmezler eğriliklerin, yanlışlıkların; doğruya yönelme duygusu verirler kişilere, onları düzeltme isteği uyandırırlar kafalarda. Oysa kimi kişiler, gerçeklerin hep kötü, çirkin yanlarını gösteriyorlar diye gerçekçi sanatçılara kızarlar, bizim hiç iyi, güzel yanımız yok mu, onları niye ele almıyorlar diye ayıplarlar, hain gibi görürler onları. Bence sanatçının ne yazdığı değil, nasıl yazdığı önemlidir. Sanatın, sanatçının gücü buradadır. Bir sanatçı dünyanın en güzel şeyinden söz edebilir ama onu iyi, güzel anlatamazsa biz o güzelliğin farkına varamayız, zevkine eremeyiz. Kötü, çirkin konulardan, olaylardan söz eden sanatçılar, okuyucuda, izleyicide bu kötülükleri, çirkinlikleri düzeltmek, aksaklıkları gidermek isteği uyandırmalı, yoksa felaket tellalı olur, bizi karamsarlığa, kötümserliğe iter, canımızı sıkar. Goethe, “İnsan dünyadan kaçmak için sanattan daha iyi bir sığınak, dünyaya bağlanmak için gene sanattan daha güçlü bir bağ bulamaz” diyor. Sanat; dünyanın çilesinden, derdinden kaçmak isteyenlere çöl ortasındaki bir vaha gibi gelir. Orada tozda, kirden arınır, susuzluğunu giderir, ferahlar. Sanatın bir de bizi dünyaya, yaşamaya bağlayan bir gücü var. Onunla yaşamayı sever, yaşamaktan zevk alırız, güzelliklerin farkına varır, doğanın, doğallığın verdiği nimetlerle coşar, çiçek açarız, karanlıktan, korkudan kurtuluruz. Sanat olmazsa ya da toplumda sanata gereken önem verilmez, sanatçıların değeri bilinmezse, insanların karınları taka basa dolu olsa bile, kafaları boş kalır, ruhları da aç... Sanattır kurak kalplere en iyi ilaç. Odur bizi doğruya, iyiye, güzele götüren araç. Sanattan değil sanatsızlardan, sanatı sevmeyen, onu gereksiz bulan kişilerden kaç. Hadi ne duruyorsun daha? Bir an önce güzelliğin kapısını aç; erdemle özveriyle tanış, sanat aşkıyla ırmak ol; taş, sevginin gücüyle karı dağları aş. Erhan Tığlı

kader nedir?

Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, "Ne yapmalıyım kaderimiz böyle" deyip, boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader, yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.

3 Şubat 2023 Cuma

Uçun Kuşlar Uçun!

UÇUN KUŞLAR Uçun kuşlar uçun Şiir şiir dize dize Dağıtın kara bulutları Karanlığı getirin dize Barış güneşi getirin Işıl ışıl bize. Uçun kuşlar uçun Katar katar dizi dizi Unutalım şiir gibi süzülüşünüzle Dertlerimizi, hüzünlerimizi Serpin gözümüze gönlümüze Yakamoz renkli güzelliğinizi... Erhan Tığlı &&&&&&

2 Şubat 2023 Perşembe

Kim Utanmalı?!

Köylü doktora muayene olur. Doktor ilaç yazar, "Bunlar süpozituardır, makattan kullanacaksın" der. Köyülü anlamaz ama sormaya çekinir, köyde sorar soruşturur, kimse bilemeyince muhtara danışır, o da bilemez ve doktora telefon eder. "Anüsten alınacakmış" der. Köylü gene anlamaz, doktora bu sefer kendisi telefon eder. Doktor öfkeyle "Kıçına sok kıçına!" diye bağırır. Köylü mahcup olur, "Tuh be! Doktor beyi kızdırdım. Yazıklar olsun bana" diye söylenir. O öyle demiş ama yabancı dille konuşmayı, yazmayı marifet sananlar utanmalı değil mi?

1 Şubat 2023 Çarşamba

AN GELİR...

An gelir güzellik padişahından o sevgili bana kurban olsun diye ferman gelir Alınca nazlı yarden haber açar içimde güller sararan benzime kan dizlerime derman gelir ona kavuşma umuduyla içime tatlı bir heyecan vücuduma yeni bir can gelir özlemle çiçeklenir tüm benliğim bakalım yanıma canan çiçeklerime konmaya bal yapmaya ne zaman gelir?