30 Ekim 2025 Perşembe

On Öğüt

1. Aslında hayatın çok güzel olduğunu kabul edip onu mahvedenlerin insanlar olduğunu fark etmeli. Bu yüzden hayata karşı değil insanlara karşı önlem almaya çalışmalı. 2. Hiç bir dert bizden büyük ve güçlü değil!!! 3. Karşındaki kim olursa olsun sen kendin olmadıktan sonra NE ÖNEMİ VAR... 4. Üzülmek hiçbir zaman kesin bir çözüm değildir.Sadece oyalar bizi. Çözümden uzaklaştırır.Bu yüzden hiçbir şeye gereğinden fazla üzülmemek gerekir. 5. Hayatta başımıza ne gelirse gelsin önemli olan kendini kaybetmemektir kendini kaybettiğinde geriye bir şey kalmaz çünkü. 6. Hiçbir şey çözümsüz değildir. Her derdin bir dermanı vardır. Bu yüzden bazen olayların fazla üstüne gitmemek gerekir. Oluruna bırakmaktır en iyisi bazen... 7. Çalışmak çok önemli bir silahtır. Çünkü boş kaldıkça kendine sorunlar bulur insan. Hem bizden geriye dünyaya bir şeyler bırakmak hem de hayatı bırakmamak için çok çalışmak gerek. 8. Başkalarının kötülükleriyle uğraşmak sadece kendi güzelliklerini örter... TECRÜBEYLE SABİT!!! 9. Hayat çok önemli bir nimettir ve hala yaşıyorsak mutlaka yapacak bir şeyler vardır. 10)Herşey bitse bile UMUT her zaman vardır.Umutsuz yaşayamazsa insan ara sıra sulamalı umudun çiçeğini. Alıntı

28 Ekim 2025 Salı

Gül Yağmuru

GÜL YAĞMURU Gönlümün dalına Bir kuş kondu Adı aşk Güzellik taşıdı Şiir yüklü kanatlarıyla Duygularımın bahçesine Sırılsıklam oldum Gül yağmuruyla

27 Ekim 2025 Pazartesi

Şair ve Yazarın Tesellisi

YAZARIN TESELLİSİ Bakmayın aşklı meşkli şiirler yazdığıma başımda kavak yelleri esmiyor artık Aynaya bakıyorum da inanamıyorum gördüğüme benim mi bu pamuk tarlası saçlar kar ne zaman yağdı... diyorum Yanıt bulamıyorum sorularıma ama dostlarımın sevgisi ilgisi derman buluyor dertlerime şiir oluyor gönlüme

26 Ekim 2025 Pazar

25 Ekim 2025 Cumartesi

Aşka Sesleniş

AŞKA SESLENİŞ Sensin bizi bencilliğe kul olmaktan toz gibi oradan oraya savrulmaktan kurtaran çöldeki vahamız sensin ağacımız dalımız yaprağımız sen. Hadi gel, gel artık gel de bitsin mutluluk özlemimiz şiirleşsin evrenimiz

23 Ekim 2025 Perşembe

Hüsnü Şenlendirici & Halil Sezai Hüsn-ü Dream Konseri - Aynalar

En Yüce Değer

Boyun eğmeyelim çileye ve kedere direnelim kötüye çirkinliklere ağlamasın sakın boş yere gülmek yakışır sevenlere çünkü erişemez herkes adı AŞK olan o yüce değere.

Sezen Aksu - Candan Ercetin' le Beraber ve Solo Şarkılar (1)

Candan Erçetin - Yalan

20 Ekim 2025 Pazartesi

kitaplı söz

İyi kitap okumak, geçmiş zamanların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir..!!!

16 Ekim 2025 Perşembe

Damat nereli

DAMAT NERELİ Orta yaşlı iki Darendeli kadın yolda karşılaşmışlar, biri ötekine bizim kız nışanlandı demiş.Diğeri hayırlı olsun demiş.Damat nereliymiş ? Vallahi feysbuktanmış ama tam olarak neresi olduğunu bilmiyorum.

15 Ekim 2025 Çarşamba

Güldüren düşündüren anekdotlar

Bir Tibetli der ki: " Uzun yaşamak istiyorsanız, iki kat yürüyün, üç kat gülün ve sınırsız sevin." Zeki insanların aynı zamanda nüktedan bir yapıları vardır. Onların düşünce sporları esnasında bir de kıvrak zekâlarına hayran kalırız. En kritik anlarda verdikleri hazır cevaplarıyla neşeleniriz. Bizi şaşırtan, bu nüktedan kişilikler genelde siyasi arenalarda, sahnede, söz sanatında da oldukça pratik ve rahattırlar. Birkaç örnek vermek gerekirse, Atatürk, Necip Fazıl, Neyzen, Madam Newton, Benjamin Franklin, Abraham Lincoln, Hayyam, vs tarihi değerleri gösterebiliriz. Biraz onların anekdotlarıyla bizim de neşeyle ıslansın gönlümüz. Birgün; Atatürk, İngiltere Kralı 8. Edward ile yemekteymiş. Yemek ve servisten memnun kalan kral teşekkür eder. Masalarına servis eden garson önderimiz ve İngiliz konuğunun karşısında heyecanlanır. Servis esnasında tabağı yere düşürür. Kırılan tabaktan yemekler yere dökülür. Utanan, özür dileyen garsonu farkeder etmez ulu önderimiz İngiliz Kralı ve misafirlerine eğilir. Masadaki konukların duyabileceği bir sesle şöyle der: "Ben bu millete savaşmayı öğrettim, ama bir türlü uşaklığı öğretemedim." ... Necip Fazıl, da hazır yanıtlı şairlerimizdendir. Onun kıvrak zekası günümüzde halen konuşulur. Çok sigara içermiş. Birgün öğrencisi yanına gelmiş: " Hocam dün gece bir rüya gördüm. Bütün bitkiler Allah'a secde ediyordu. Bir tek tütün etmiyordu." Necip Fazıl; " O halde getirin o kafiri yakalım!" ... Madam Newton verdiği seminer sonrasında salondaki konuklarım sorularına cevap vermektedir. Sorular bitmiş ve tam kürsüyü terkedecekken protokoldeki bir gazeteci parmak kaldırıp söz alır: " Biliyor musunuz?" Der. Newton merakla; " Neyi?" " Çok çirkin olduğunuzu!.." der gazeteci. Salondaki tüm konuklar pür dikkat kesilirler. Bakalım ünlü bilim kadını ne diyecektir? Madam Newton bakışlarını kaçırmaz: " Sizde sarhoş olduğunuzu biliyor muydunuz?" Gazeteci gülmüş: " Ama benim sarhoşluğun yarın geçecek!.." ... İngiliz Başbakanı Churchill basına demeç vermektedir.. Bir gazeteci, kurnaz, aklı sıra başkanı utandırmaktır. Ve şu soruyu soruyor: " Efendim sizin için eşcinsel, diyorlar. Bu konu hakkında ne diyorsunuz?" Churchill ayağa kalkıp eliyle önce kıçına vurur, arkadan başını işaret eder. "Ben bu ülkeyi kıçımla değil, beynimle yönetiyorum." Der. ... Ünlü orkestra şefi ve bestekarı konser sonrası müthiş yorgundur. Kuliste onu küçük bir çocuk beklemektedir. Elinde ünlü bestekarın fotoğrafı vardır. Uzatır imzalaması için. Ama yorgun olduğunu ve resmin üzerine çocuğun yazmasını istemiş. Çocuk: " Efendim bende çok yorgunum. yazamam! Der. Ünlü şef hayretle sorar: " Hadi ben saatlerce sahnede ayakta kalıp, koca bir orkestrayı idare ettim. Peki sen ne yaptım çocuk? " der. Ve çocukla dalga geçer gibi kahkaha atar. Çocuk fotoğrafı uzatıp ısrar eder. Amacı ünlü bestekarın kendi eliyle yazdığı bir fotoğrafa sahip olmaktır: " Bende saatlerce sizi alkışladım. Ellerim yoruldu Efendim!" Tabi ünlü besteci gülümser, hoşuna gitmiştir çocuğun yanıtı. İmzalar. ... Abraham Lincoln, oldukça çirkindir ve kendisi de zaten bunun farkındadır. Birgün mecliste kürsüde konuşurken muhaliflerinden Douglas, oturduğu yerden Lincoln için; “Sayın milletvekilleri, A. Lincoln’ın her dediğine sakın inanmayın! O, ikiyüzlüdür…” diye laf dokundurur. A. Lincoln, gayet sakin bir şekilde karşılık verir; “Hanımefendiler ve beyefendiler! İkiyüzlü olmam konusunda sizlerin değerli kanaatlerine müracaat etmek istiyorum. Soruyorum size, eğer benim iki tane yüzüm olsaydı, öbürü dururken hiç bu yüzümü kullanır mıydım?” ... Mizah bir nevi klima gibidir, yeri geldiğinde ortamı serinletir, çoğu zaman havayı ısıtır, sık sık da gergin atmosferi yumuşatır. ... Bir de hiciv ustası Neyzen'in hoş birkaç anısını aktarayım size: Dr. Fahrettin Kerim Gökay, içkinin zararları hakkında bir konferans veriyormuş. " Rakının her kadehi hayatımızı birkaç saat kısaltır," Der. Bu sözleri ön sıralarda duyan Neyzen, birden ayağa fırlar: " Eyvah yandık!" Der. " Ne oldu?" " Hesap ettim, meğer ben öleli tam 40 yıl olmuş." Tabi bu konuşma üzerine salondakiler gülme krizi geçirir. ... Dönemin maliye bakanı hakkındaki yolsuzlukları hakkında dedikodular almış başı gidiyordur. Yine Neyzen'e bir gün sormuşlar: " Çalarken mi, neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mi çalarsın?" Neyzen; " Maliye vekili değilim ki, çalarken zevk alayım!" ... Neyzen'in dini bütün bir arkadaşı sorar: " Beni tanırsın. Cennetin anahtarı sende olsaydı, beni oraya almaz mıydın? Neyzen onu süzer ve gülümser; "Bende cennetin değil, cehennemin anahtarı olsaydı, senin için daha hayırlı olurdu. Belki seni oradan çıkarırdım.!" ... Gelin sizinle 1000 sene öncesinde İran'da yaşamış, rubaileriyle sisteme ve din otoritelerine kafa tutmuş, Ömer Hayyam'ın yaşadığı döneme gidelim. Hayyam'a sık sık şarap içtiği için "Yaş Sapık" diye lakap takan Kara Sakallı Molla Hasan'ın dalkavukları Hayyam'a durumu iletirler: Hayyam dalkavuklara güler: " Söyleyin o kuru softaya! Cehennemde yaş sapık mı daha kolay yanar, yoksa kuru softa mı?" ... Günümüzde hazır yanıtlarıyla tanıdığımız bir güldürü sanatçımız da Cem Yılmaz'dır. Sanatçımızın nükteli yanıtları akıllara yer etmiştir. Bir gün Cem Yılmaz sahnede ki gösterisini salonu tıka basa doldurmuş halk tarafından kahkahalarla izlenmektedir. Sanatçı kendinden emin ön sıralardan izleyen yaşlı adama sorar: " Nasıldım, bey amca?" Yaşlı adam kendince akıl verir: " İyi güzel de bir de o kulağındaki küpeleri çıkartsan. Çok iyi olur. Ne öyle kadınlar gibi!.." Güldürü ustası bozuntuya vermez, anında yaşlı adamı yanıtlar: " Haklısın bey amca. Ama bana öyle bir söz söyle ki, bunları çıkartıp, senin sözlerini kulağıma küpe olarak takayım." ... Nükteli sözler farklı görüşleri çatışmaya girmeden, kırmadan incitmeden anlatma imkanı verir. Yanlış anlamaları silip yüzümüzdeki hüzünleri, hemen siler, gülümsetir. Yüzünüzden gülüşler eksik olmasın. Sevgiyle...

VATAN-TAŞLAR

VATANDAŞ Tarhana bulgurdur baş yemeği rüyasında bile yiyemez bifteği ve de baklava böreği hakkını aramaya kalksa her zaman meşgul çıkar! biraz dirense yer köteği gittiği her yerde taşları bağlamış ama salıvermişlerdir köpeği

Agapi Ensemble & Salih Bademci - İzmir'in Kavakları

Vazgeçtim

İŞGALİYE VERGİSİ

İŞGALİYE VERGİSİ... “Sorma soruşturma, gündem oluşturma merkezinden geliyoruz. Size birkaç soru soracağız. Boş vaktiniz var mı?” “Pek boş vaktim yok ama sorun bakalım.” “Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?” “Şarkıda belirtildiği gibi, aşk eski bir yalan, Âdemle Havva’dan kalan.” “Hiç âşık oldunuz mu?” “Çok şükür olmadım.” “Niye şükrediyorsunuz?” “Cinayetler aşk yüzünden işlenir çoğu kez. Gençler anne babalarıyla aşk yüzünden bozuşur, aşk yüzünden intihar ederler. Aşk yuvaları bozar, karı kocayı birbirine düşman eder. Aşk evliliklerinin çoğu ayrılmayla sona erer. Geçenlerde bir iş adamı bir kadına tutuldu, gece gündüz onu düşünmekten işini ihmal etti ve iflas bayrağını çekti...” “Kitap okuyor musunuz?” “Böyle bir kötü alışkanlığım yoktur. Okuyup da ne olacak ki? Okuyanları görüyoruz işte! Çoğu işsiz ya da hapiste çile dolduruyor. Okumanın sürünmektir sonu.” “Müzik, resim gibi güzel sanatlarla ilgilendiniz mi?” “Sanat karın doyurmaz. Benim böyle boş şeylerle ilgilenecek boş vaktim yoktur.” “Hiç ağaç dikip çiçek yetiştirdiniz mi?” “Parayı verdikten sonra istediğin ağacı, çiçeği satın alabilirsin. Böyle şeyler yapacak işi olmayanlar, emekliler, köylüler içindir. Ben köyden kente göçtüm, işim gücüm var.” “Doğayı kirletenlere engel oluyor musunuz?” “Başımı belaya mı sokayım canım.” “Toplumsal ve politik olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz? “Beni düşünce suçu işlemeye mi teşvik ediyorsunuz?” “Böyle bir amacımız yok. Sadece fikrinizi öğrenmek istemiştik.” “Külahıma anlat onu sen! Ne demişler: düşünen kafalara tehlikeli fikirler üşüşür, büyüklerimiz her şeyi bizden daha iyi düşünür. İşte o kadar!” “Gezi...” “Gezi olayları konusunda yorum isteme benden, buz gibi soğurum senden!” “Ben sadece gezip dolaşmayı sever misiniz, nereleri gezdiniz diye soracaktım” “Sana ne bundan?” “Candan bir arkadaşınız, dostunuz var mı?” “Eskiden mahalle, okul, askerlik arkadaşlarım vardı. Şimdi hiçbiriyle görüşmüyorum. Zaten bu dünyada dostluk, arkadaşlık kalmadı artık. Herkes çıkar peşinde, para pul derdinde.” “Sorularınız bitti mi, sonuç ne?” “Sorular bitti. Bu sonuca göre işgaliye vergisi ödeyeceksiniz.” “Niyeymiş o?” “Niye olacak, bu dünyayı boşuna işgal ettiğiniz için!”.Yazan

13 Ekim 2025 Pazartesi

ZAMLI DİLEK

ZAMLİ DİLEK Her şeye zam var hadi biz de zam yapalım sevgi ve dostluğa Açılsın mutluluğun gonca gülleri ötsün bülbüller Şen olsun gönlümüz

8 Ekim 2025 Çarşamba

Bu ne biçim hayat

Bu ne biçim hayat dostluklar hep bayat nefret sapasağlam kin turp gibi maşallah! sevgi kör aşk sakat... iyinin yolu yokuş kötüler takmış kanat!

Le Vent, Le Cri - Ennio Morricone

2 Ekim 2025 Perşembe

BULUTLARA ÇAĞRI

Aydın Efesi dergisinin 85 ve 86.ncı sayıları geldi. Postacının getirdiği dergide MUSKA ve PEYNİRLİ TEST ARTIK YİYEBİRİZ öykülerim ve şu kısa şiirim var: BULUTLARA ÇAĞRI Ya yağmur olup yağın yeşertin özlemlerimizi ya da umut çiçekleri açtırın gönlümüzde şenlensin ve gülsün yüzü içimizdeki bahçenin bağın

1 Ekim 2025 Çarşamba

DİL: Kullanmayı Bil

DİL: KULLANMAYI BİL Dil bir silahtır, yerine göre, kullananın elinde ya kendisini ya da karşısındakini vuran… Kimi zaman da ilah olur, ah çektirir, egemenliği altına alır, kullanır kişileri. Kendi ana dilini tam öğrenmeden yabancı dil öğrenmeye kalkanlar, kekliğin yürüyüşünü taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü unutan kargalara benzerler. Ya dilini, dilini iyi kullanmayı iyi bil ya da bildiğini güzel bir dille anlat. Ana dilini beğenmeyip konuşmasına, yazmasına ikide birde yabancı söz sokuşturan kişi! Dilini eşek arısı soksun, hiç dinmesin şişi! Güldür sevenin sevilenin dilinde; dikenleşir kin, nefret saçanların elinde. Düşünce ve duygular dille çiçeklenir, güzelliklere güzellikler eklenir. Sanatçılar olmasaydı dil kovanımız arısız, balsız kalırdı. Süsten, gösterişten uzak, sade bir dille oku yaz, doğallıktan sakın uzaklaşma; yoksa öküzlere özenen kurbağadan farkın olmaz. Çıkar dilinin altındaki baklayı, anlat doğruları, gerçekleri; işte budur aydın olmanın gereği. Çirkini, kötüyü belirt, dile getir, eleştir ama bunlarla yetinme; dilinle, eyleminle kötüyü, çirkini sil. Erhan Tığlı *********

30 Eylül 2025 Salı

GÜLDÜREN ÖYKÜCÜKLER

Oldukça kilolu bir kadın otobüse bindi. Bir yolcu alaycı bir şekilde bağırdı: “Bu otobüsün fillere ayrıldığını bilmiyordum!” Kadın ise sakince cevap verdi: “Hayır efendim, bu otobüs Nuh’un Gemisi gibi: hem filler hem eşekler binebiliyor!” Ünlü yazar Bernard Shaw’a kibirli bir yazar şöyle dedi: “Ben senden üstünüm çünkü onur için yazıyorum, sen ise para için.” Bernard Shaw anında cevap verdi: “Doğru söylüyorsunuz, herkes eksik olanın peşindedir.” Kör şair Beşşar bin Burd’a kaba bir adam şöyle dedi: “Tanrı, bir insandan görme yetisini almışsa mutlaka başka bir şeyle telafi eder. Peki sizi neyle telafi etti?” Beşşar cevap verdi: “Beni sizin gibi insanları görmekten kurtararak!” Kör bir adam bir kadınla evlenir. Kadın der ki: “Güzelliğimi ve beyaz tenimi görebilseydin hayran kalırdın!” Adam cevap verir: “Eğer gerçekten anlattığın kadar güzel olsaydın, görenler seni bana bırakmazdı!” Biri el-Mütenebbî’yi küçümsemek ister ve der ki: “Seni uzaktan kadın sandım!” El-Mütenebbî cevaplar: “Ben de seni uzaktan adam sandım!” Çok çirkin bir kadın bir adama şöyle der: “Ben senin karın olsaydım, kahvene zehir koyardım!” Adam cevap verir: “Ben de senin kocan olsaydım, hiç düşünmeden içerdim!” Winston Churchill bir gün Bernard Shaw’a şöyle der: “Seni görünce İngiltere’de kıtlık var sanıyor insan!” Bernard Shaw cevap verir: “Seni görünce de nedenini anlıyor!” Bir adam Nasreddin Hoca’ya şöyle der: “Seni sadece eşeğin sayesinde tanıdım!” Nasreddin Hoca cevap verir: “Eşekler birbirini tanır!” Bir adam bir kadına der ki: “Ne kadar güzelsin!” Kadın cevap verir: “Keşke sen de yakışıklı olsaydın, ben de aynısını söylerdim!” Adam cevap verir: “Sorun değil, sen de benim gibi yalan söyle!”💚

27 Eylül 2025 Cumartesi

Sevgi ve Dostluğu yayalım

Sevgi ve dostluğu öyle yayalım ki Kaplasın her yeri güzelliklerin gülü kelebeği Halkı kandıramasın yalancı ve dolandırıcılar Edemesinler kutsal değerlerimizi talan İşte budur insanlık Gerisi boş, gerisi yalan!

23 Eylül 2025 Salı

Sanatın edebiyatın önemi ve değeri

Sanat edebiyat apayrı bir tat gönlümüze takılan kanattır Sanata edebiyata değer vermeyenler gerçek güzelliklere erişemeden olurlar mat

Toplama Bölme Çıkarma

TOPLAMA Aklını başına topla incelemeden denemeden kimseyle dost olma! BÖLME Mor koyun meler gelir dağları deler gelir hakikatli yar ise uykuyu böler gelir ÇIKARMA Benden seni çıkardım hiç kaldı

22 Eylül 2025 Pazartesi

Çiçekli ileti

Geçmeyecek kış, gelmeyecek bahar yok... Sen yeter ki sisin pusun geçeceğini bilip, açacak çiçeğin güzelliğini beklemeyi bil... Yorulduğunda, tükendiğinde, o çiçeğin bir yerlerde zamanını beklediğini hatırla... ~

16 Eylül 2025 Salı

NERDESİN

Nerdesin? Ahmet Kutsi Tecer Geceleyin bir ses böler uykumu. İçim ürpermeyle dolar:--- NERDESİN?? Arıyorum yıllar var ki ben onu, Aşıkıyım beni çağıran sesin. Gün olur sürüyüp beni derbeder, Bu ses rüzgârlara karışır gider. Gün olur peşimden yürür beraber, Ansızın haykırır bana:--- NERDESİN?? Bütün sevgileri atıp içimden, Varlığımı yalnız ona verdim ben, Elverir ki bir gün bana derinden Ta derinden bir gün bana "GEL" desin.

DESEM Kİ_Cahit Sıtkı Tarancı

8. Cahit Sıtkı Tarancı – Desem Ki Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır, Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor, Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim, Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, Toprakların en bereketlisini sende sürdüm, Sende tattım yemişlerin cümlesini. Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Ekmek kadar mübarek, Su gibi aziz bir şeysin; Nimettensin, nimettensin! Desem ki… İnan bana sevgilim inan, Evimde şenliksin, bahçemde bahar; Ve soframda en eski şarap. Ben sende yaşıyorum, Sen bende hüküm sürmektesin. Bırak ben söyleyeyim güzelliğini, Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber. Günlerden sonra bir gün, Şayet sesimi farkedemezsen, Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden, Bil ki ölmüşüm. Fakat yine üzülme, müsterih ol; Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini, Ve neden sonra Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede, Hatırla ki mahşer günüdür Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

13 Eylül 2025 Cumartesi

Cennetim Cehennemim

Cennetim Cehennemim
sen gidince kopar kıyamet sevdanın kıldan ince kılıçtan keskince sırat köprüsünde başı döner duygularımın tutunacak dal bırakmaz ayrılığının cehennemi Şiirle kurtulurum yalnızlığın yaktığı ateşten yıldız yağar gönlüme Erhan Tığlı

6 Eylül 2025 Cumartesi

EŞEK ARIYORUM!

Eşek çilekeş bir hayvandır; yüzyıllarca insanları sırtında taşımış, yüklerine hamallık etmiş ama gene de yaranamamıştır hiç kimseye. Adı hakaret amacıyla ağza alınmış, çaptan düşünce boşuna yem yiyip de bütçemize yük olmasın diye sokağa atılmış ya da kasaplara satılmış, etinden sucuk yapılmıştır. Oysa davranışlarıyla insanlara ders veren, baş üstünde gezdirilmesi gereken evcil bir hayvandır o. Birkaç eşek fıkrası anlatalım da anlayın değerini, önemini ve de gereğini... İncili Çavuş sağda solda, “Benim eşeğim padişahtan daha akıllı” der dururmuş. Bu padişahın kulağına gitmiş, onu makamına çağırtıp bir güzel haşlamış, öfkeyle; “Eşeğinin benden daha akıllı olduğunu kanıtlayamazsan vurdururum kelleni!” diye bağırmış. İncili Çavuş, “Şimdi anlatacağım padişahım, demiş. Eşeğim geçenlerde taşlı yoldan geçerken az kalsın uçuruma düşüyordu. Bu ona ders oldu. Bir daha o yoldan geçiremedim kendisini. Oysa siz merhum babanızın geçtiği taşlı dikenli yollardan geçmeye devam ediyorsunuz. Onun başına gelenlerden hiç ders almıyorsunuz. Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin bakalım. Bu durumda eşeğim sizden daha akıllı sayılmaz mı?” Padişah söyleyecek söz bulamamış ve çavuşu salıvermiş. Bir başka eşek ırmaktan geçmek üzereyken akrep kendisini de karşıya geçirivermesi için yalvarmış. Eşek, “Geçirmesine geçiriveririm de, ya yolda beni sokarsan?” diye konuşmuş. Akrep böyle bir şey yapmayacağına söz vermiş ve eşeği kandırmış ama karşıya geçerlerken kıyıya varmaya az bir zaman kala eşeği sokmaya hazırlanmış. Eşek onun bu kötü huyunu bildiği için yan gözle onu gözetliyormuş. Akrebe, “hayrola, ne yapıyorsun, sen yapılan iyiliğe böyle mi karşılık verirsin?” diye sormuş. Akrep, “Ne yapayım, huyum bu. Vazgeçemiyorum bir türlü. Kusura bakma” diye boynunu bükmüş. Eşek, “Asıl sen kusura bakma” diyerek birden suyun içine dalıvermiş. Akrep de bir şey yapamadan boğulup gitmiş. Bu tür fıkralar, ders verici öyküler insanlarımızın aklını başına getiremiyor bir türlü. Padişahlıklarını(!) sürdürüyorlar, gittikleri eğri yoldan vazgeçemiyorlar; akrepleri sırtlarında taşıyorlar; o kadar dert yandıkları, yaka silktikleri politikacıları başlarına geçiriyorlar; Rabbena hep bana diyen liderlerden medet umuyorlar. Takım tutar gibi parti tutuyorlar... Bu yüzden onlardan umudumu kestim. İncili Çavuş’un eşeği gibi bir eşek arıyorum. Eşek arıyorum ama sırtına binenlere izin veren, omuzlarındaki yükü gık demeden taşıyan eşeklerle işim yok ha! Onlardan bol ne var ki... Aradığım eşek, fıkralardaki eşek gibi olsun, verilen öğütlere kulak tıkamasın, yorgan döşek yatmasın. Gözlerini kapayıp vazifesini yapacağına, gözlerini açıp gerekeni yapsın. Böyle bir eşek bulursanız bana haber verin.

4 Eylül 2025 Perşembe

MUTLULUĞUN RESMİ

MUTLULUĞUN RESMİ Bir gazetenin şiir köşesinde genç bir ozanın, “Ne zaman mutluluğun resmini yapmak istesem/ Aklıma sen gelirsin” dizelerine rastladım. Bu dize mutluluğun resminin nasıl yapılacağını düşündürdü bana. Genç ozan ne zaman mutluluğun resmini yapmak istese sevgilisi geliyormuş aklına. Şimdi böyle düşünüyor ama aradan yıllar geçtikten sonra gene böyle mi düşünecek acaba? Bu sevgili hakkında bir başkası aynı duyguları taşıyabilir mi, olursa nasıl olur yaptığı resim ya da sevgili gerçekten mutluluğun resmini yaptıracak kadar iyi ve güzel mi? Öyle olsa bile bir başkası bu resme dudak bükerek bakmaz mı? Bir anket yapsak, çeşitli kişilere mutluluğun resmini yaptırmaya kalksak ne yaparlar acaba? Aç bir yemek resmi yapardı herhalde. Şişman zayıflığı mutluluk resmi olarak çizerdi muhakkak. Parasız para, evsiz ev resmini yeğlerdi herhalde. Çevreciler doğayı gösterirlerdi resimlerinde mutluluk simgesi olarak; çiçekler, ağaçlar, mavi deniz ve gökyüzü gülümserdi tuvallerinde. Yapsatçı apartman, site yapardı, bire mal eder, bine satardı... Geçenlerde gazeteciler ünlü yıldızımız Ajda Pekkan’a mutluluk hakkındaki düşüncelerini sormuşlar. “Özel hayatımda bulamadığım sevgiyi, mutluluğu halkta buldum” demiş mega starımız! Bu yanıt bana biraz yapmacık geldi. Halk sözü eden şarkıcılarımıza halka bedava konser vermelerini teklif edeceksin. Bakalım kabul edecekler mi? Bir de şu geliyor aklıma: Yıldızımız aradığı mutluluğu özel hayatında bulsaydı halk umurunda olur muydu acaba? Sanatçı geçinen şarkıcıların söylediği şarkılara bakın. Hangisinde halka mutluluk veren sözler, mesajlar var? Veriyorlarsa nasıl bir mutluluktur bu; boş vermişim dünyaya, aldırma gönül, kader böyleymiş, ne söylesem boş, dertleri zevk edindim, bende neşe ne arar, sevil de sevme, ağlama, ağlat, yoksa zehrolur bu tatlı hayat mutluluğu mu? Mustafa Özbalcı adlı bir ozan da, “Aydınlık bir dünya içindeyim/ Gittikçe güzelleşiyor yaşamak/ benim için akıyor bütün çeşmeler/ Mutluluk avuçlarımda yaprak yaprak” diye başlamış “Mutluluk Şarkısı” şiirine. İyi, güzel de, buradaki mutluluk bencil bir mutluluk değil mi? İnsanları mutlu etmeyi, mutluluğu paylaşmayı düşüneceğine ben diyor hep! Charlotte Brontr, “Çevresindekiler tarafından sevilmekten ve varlığın onları mutlu kıldığını görmekten büyük mutluluk yoktur” diyor. Mutluluk paylaştıkça çoğalır, dert paylaştıkça azalır, sözünü de unutmayalım. Bir atasözümüz de, “Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür” diyor. Oysa biz başkasının gözünde mertek aramaktan kendi gözümüzdeki çöpü göremeyiz Armudun sapı, üzümün çöpü var diyerek mutsuz oluruz. Kendimize iğne batırmayı unuturuz, başkalarına çuvaldız batırmaya kalkarız. Dünyayı kendimize zindan ederiz... Mutluluğun resmini yapmak için önce kendimizi düzeltmeli, mutlu olmaya kendimizi hazırlamalıyız. Geleceğe güvenle bakmalı, umudumuzu, özlemimizi yitirmeliyiz. Sevgi, hoşgörü fırçalarını ve renklerini elimizden eksik etmemeliyiz. Yoksa yaptığımız basit bir karalama, gelişigüzel yapılan bir çalışma olur, boşuna çaba harcarız. Hadi gelin, hep birlikte mutluluğun resmini yapalım. Resmimizi iyimserlik, özveri ve erdem tablosu haline getirelim. Resmimize baktıkça içi açılsın herkesin. ***Erhan Tığlı***

1 Eylül 2025 Pazartesi

ŞİİR NASIL OLMALI

ŞİİR NASIL OLMALI Şiir öz olmalı Laf kalabalığına boğulmamalı Yazana okuyana hem kulak hem göz olmalı Düşünce ve duygularımızı en iyi dile getiren söz olmalı Saman alevi değil köz olmalı Sanat değeri taşımalı, sevgi ve dostluk aşılamalı Gerçekleri apaçık anlatmamalı, sezdirmeli Okuyucuları aylı yıldızlı gecelerde gezdirmeli Sadece ben sen değil biz olmalı

29 Ağustos 2025 Cuma

İNSANLIĞIN SONU

En güzel yoldur sevda O güzelliğin yolu Çiçeklerle doludur Bizi yerden kaldıran Dostun güçlü koludur Aşksız meşksiz bir dünya İnsanlığın sonudur

24 Ağustos 2025 Pazar

AHLAK ZABITASI

Tam sarılıp öpecekken sevdiğimi el koyuyor aşkıma ahlak zabıtası ama göremiyor gözü hiç sevmediği bir zengine güzelliğini satan kadını ya da torunu yaşındakileri seks kölesi yapan yetmişlik azgını

21 Ağustos 2025 Perşembe

AŞK VE SEVGİ

Aşk Ve Sevgi Aşk bir bedende iki ruh dostluk iki bedende bir ruhtur Joseph Roux Aşk inanmanın şiiridir Aşk bir sütlü kahvedir Aşk iki insanın ruhunu bir bütün halinde birbirine bağlar Peyami Safa Sevmek iki defa yaşamaktır George Sand Sevgi birliğe bencillik yalnızlığa götürür Shiller

20 Ağustos 2025 Çarşamba

taraf...tar!

TARAF... TAR! Ben bitarafım, yan tutmuyorum demek havanda su dövmektir. İlle de bir tarafa yönelmek, tuttuğu tarafı desteklemek gerek. “Taraf olmayan bertaraf olur” diye boşuna söylememiş Atamız. Herkes tarafını belli etmeli, sen hangi taraftansın diye sordukları zaman korkmadan, çekinmeden söylemelidir. Taraf tutan kendi tarafından olan kişilerle dayanışmaya girer, güç kazanır, yalnız kalmaktan, mutsuzluktan kurtulur... Taraf olalım derken iyice düşünmeli, ölçüp tartmalı; körü körüne taraftar olmaktan kaçınmalıyız. Yoksa fanatikleşir, karşı taraftan olan kişilere düşman kesiliriz. Bir spor kulübünün taraftarı olup karşı takımı tutanları dövmeye, öldürmeye kalkanlar Dimyata pirince giderlerken evdeki bulgurdan olurlar, durduk yerde başlarını belaya sokarlar. Aynı şeyi parti tutanlara, bir mezhebin, ideolojinin yandaşı olanlara da söyleyebiliriz. Kimileri tuttukları takıma ya da partiye, iyice incelemeden, başkalarının etkisi altında kalarak öyle bağlanırlar ki kraldan çok kralcı kesilirler. Bu çok tehlikelidir... Süleyman peygamber padişah olduğu zaman herkes kendisine hediye götürmeye başlar. Karıncanın biri de, bir çekirgenin kopmuş bacağını ağzına almış, saraya doğru gitmeye koyulmuş. Nereye gittiğini sormuşlar.”Süleyman peygambere hediye götürüyorum” demiş. Bıyık altından gülmüşler; “Devlet adamları çok büyük hediyeler götürüyorlar. Senin çekirgenin bacağına mı kaldı bu iş?” diye alay etmişler. “Öyle demeyin” diye konuşmuş karınca, “Kim hediye getirdi diye listeye yazacaklarmış. Benim adım da orada yer alsın ki ondan tarafa olduğum anlaşılsın.” İbrahim peygamber ateşe atılacağı zaman bir karınca ağzıyla su taşıyormuş. “Bu kadar az bir suyla o koca ateş söner mi?” diye sormuşlar. “Sönmeyeceğini ben de biliyorum” demiş karınca içini çekerek, “Ben hangi taraftan olduğumu belli ediyorum. Ateşi söndürenlerin tarafında olduğum bilinsin istiyorum.” İşte bütün mesele bu; Ateş yakanların tarafında mısınız, söndürenleri tarafında mı?” Safını iyi seçeceksin ve de safları sıkıştıracaksın. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, dersen ya da iki cami arasında beynamaz olursan hapı yutarsın! Yılan deyince aklıma geldi. Yılanın bir de ateşi devamlı üflüyormuş. “Sen ne yapıyorsun böyle?” demişler. “İbrahim’i yakacak ateş büyüsün, diye üflüyorum” demiş. “Böyle yaparsan eline ne geçecek sanki?” “Tarafımı belli edeceğim.” Tarafın Türkçe karşılığı “yan”dır. İktidardaki partiye körü körüne bağlı ve ona toz kondurmayan medyaya yandaş medya adı veriliyor. Bir türküde şöyle deniliyor: “Arabaya taş koydum Ben bu yola baş koydum Seni gelecek diye Sol yanımı boş koydum. Yazımı bir fıkrayla bitiriyorum: Temel Reis’e, “Issız bir yolda bir domuzla karşılaşsan ne yaparsın?” diye sormuşlar. “Çeker tabancamı vururum” demiş Temel. Tabancan yoksa?” “Bıçağımı çeker, kendimi savunurum.” “Bıçağın da yoksa?” “Yerde taş alır, domuza atarım.” “Yerde taş yoksa?” “Bir ağaca çıkar, saklanırım.” “Ağaç da yoksa ne yaparsın?” Temel Reis kızmış, karşısındaki adama; “Bana bak, demiş. Sen benden yana mısın, yoksa domuzdan yana mı?”

Nasıl insan olabiliriz

Kimden yana olmamız gerektiğini bilelim, ona göre davranalım. Tarafsızım, ben karışmam, ne olursa olsun, beni ilgilendirmez dersek domuzlara cesaret vermiş oluruz. İyiden doğrudan güzelden yana olalım Kötüyle eğriyle çirkinle savaşalım. Ancak böyle gerçek bir insan olabiliriz.

17 Ağustos 2025 Pazar

Renkli Dostluk

DOSTLUĞUNUZ ve DOSTLUĞUN RENKLERİ Dost, dostluk hakkında çok şey söylenmiştir. Bir görüşe göre, hepimiz tek kanatlı melekleriz ama birbirimizi kucaklamadan uçamayız. Kucaklaşma da dostça olur. En güzel yol dosta giden yoldur. Bu yolu dikenlerinden arındırmalı; güllerle, karanfillerle doldurmalıdır. Dost nedir? Dost alan değil verendir; üzüntülü olsa bile, seni üzmemek için gülen, neşelendirendir. Yanımıza çıkar sağlamak için gelmeyendir. Bu konuda yazdığım dizelerden örnekler vereyim. Gel de bak şu halime Bak en güzel kelime Arkadaşım ol benim Ver elini elime. *** Menekşe buldum derede Sordum güzellik nerede Dedi dostluktadır güzellik Arama başka yerde.” *** Elma attım denize Geliyor yüze yüze Girin dost bahçesine Gece dönsün gündüze. Cüneyt Ülsever, dostu şöyle tanımlıyor: “Dost hiçbir gizemin ardına sığınmadan yanında yüreğinizi açtığınız kişidir. İnsan doktorun yanında fiziki yönden ne hissederse dostunun yanında da duygusal açıdan öyle hisseder. Nasıl doktor sizi yargılamadan, hakkınızda hüküm üretmeden, sadece hasta olan organınıza odaklanır ve sadece onu iyileştirmeyi düşünürse; dost da sıkıntınız, derdiniz, ayıbınız, vukuatınız, kabahatiniz, hatta suçunuz karşısında sadece onunla nasıl baş edebileceğinizi düşünür.” Aristo, “Dostunun kusurlarını ona yalnızken söyle, başkalarının yanında ise öv” diyor. “Bencillik dostluğun zehridir. İyi dostluklar temiz hesaplarla kurulur” Balzac “Düşmanına borç verirsen onu kazanırsın, dostuna borç verirsen onu kaybedersin” diyen Benjamin Franklin sosyal bir gerçeğe değiniyor çünkü para alışverişi yüzünden nice dostluklar bozulmuştur. Alacağını isteyen dosta borçlu düşman kesilmiştir. “Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayan, hizmetçi arıyor demektir” Cenap Şahabettin. Çoğu kişilerin dostluk anlayışı budur; seni hizmetçi gibi kullanmak ister... “Güvenme dostuna, saman doldurur dostuna” sözü de sahte dostlar için söylenmiştir. Sahte dostların gülen yüzlerine sakın aldanmayın/ Düşmanlardan daha çoktur onların yolumuza döşedikleri mayın. Bakın bir manide ne söyleniyor: Bir su içtim testiden Sensin beni mest eden Cennet mekânı olsun Beni sana dost eden. Bence dayak değil dostluk cennetten çıkmadır ve dostluk, dost davranışlar bizi cennete götürmese bile hayatımızı cennete döndürür. En iyi, en güzel dost sanattır, sanat bizi renkli dünyalara uçuran kanattır. Kitap da dostumuzdur. Ne zaman, nerde olursak olalım yardımımıza koşar, derdimizi unutturur. Dostların yakınlığı sınırlıdır; durumu müsait değildir, onun da kendine göre sorunları vardır. Oysa kitap her dakika yanımızda, emrimizde ve hizmetimizdedir. Değerini bilelim. Dostlarımızın renkleri olduğunu biliyor muydunuz? Bilmiyorsunuz öğrenin. Yeşil dost: Her şeye olumlu bakar ve her şeyde umutlanacak bir yön bulur. Mavi dost: Denizin ve gökyüzünün rengi gibi huzur ve dinginlik verir. Sarı dost: Güneşin rengi gibi yüzümüzü güldürür, hüzünlü olduğumuzda bize bir yıldız gösterir. Kırmızı dost: Sıcacık sevgi sözcükleriyle bize yaşamın kurallarını anımsatır ama bizi değişmeye özendirir. Portakal renkli dost: Büyüyebilmemiz için rumuzu yeni bir enerji ve sevgi vitaminleriyle güçlendirir. Gri dost: Bize sessizliği öğretir, kendimizi, başkalarını daha iyi tanıyabilmemiz için yansıtır, içimizi gösterir. Mor renkli dost: Asil ruhluların rengidir. Gerçek yetkeyi ve yüreğimizin bilgeliğini öğrenmemize yardımcı olur. Kahverengi dost: Boş hayallerden vazgeçip ayağımızı yere basmamıza, günlük yaşamın basit gerçeklerini anlamamıza yardım eder. Beyaz dost: Deneyimlerimizin her birinden kazanılacak bilgeliği keşfetmemize yardımcı olur. Tüm bu dostları bir araya getirebilirsek gökkuşağını keşfederiz. Bir bilgeye dostluğun ne olduğunu sordular. Bilge, “ Bir tek dostluk yoktur, dostluk çeşitlidir” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Kimi dost maymun gibidir; tencere kaynarken maymun oynar. Bu dost tencere kaynadığı sürece vardır. Kimi dost ekmek, su gibidir; Gerek duyduğun besini hemen verir. Bazı dostlar da ağaca benzerler. Uzaktadır, bir şey vermesine gerek yoktur ama güçlü bir şekilde durduğunu bilmek insana destek sağlar. Şarap örneği dostlar da bulunur çevremizde. İçtiğinde zevk alırsın onlardan. Bu dostluk sadece zevk üstünedir, sen onu iyi şekilde korursan o zaman keyif verir. İlaç olan dostlar sadece kötü günlerimizde ortaya çıkarlar. Bunlar insana keyif vermezler ama derdine ortak olurlar, derman ararlar. “Sadece kötü günlerimizde ortaya çıkana nasıl dost denilebilir?” diye sordular. “Daha da beteri var, diye başını salladı bilge. Bazı dostlar hastalık gibidirler, ortaya çıktığı anda yalnızca dert, acı getirir.” “Sadece dert getirene dost denilemez” diye itiraz ettiler. Bilge onları şöyle yanıtladı: “Denilebilir tabii, niye denilmesin? O tür dost kendisinin ve ne getirdiğinin asla farkında değildir.” O sırada vezir geliyordu. Bilge, “İsterseniz bu soruyu bir de ona sorun” dedi. Vezir soruyu dinledi, acı bir gülüşle, “Bu sorunuzu şimdi yanıtlayamam, dedi. Şu anda vezirim ve el üstünde tutuluyorum, ancak makamımdan azledildiğim zaman bilebilirim.” Yazımı dostluğun ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini belirten bir şiirimle bitirmek istiyorum: “Dostluktur adım Yoktur yatım katım Doyulmaz tadım Değildir barutum bir atım Mutluluğa doğru Doludizgin koşar atım. Bana ulaşmak, benimle buluşmak istiyorsan At sevgi, özveri dolu erdemli bir adım. Erhan Tığlı

14 Ağustos 2025 Perşembe

YAĞ YAĞMUR YAĞ

YAĞ YAĞMUR YAĞ Yağ yağmur yağ da söndür yangınları kurtar vahasız çöllerden insanları yağ yağmur yağ da şenlensin ova bayır dağ yeşersin sevgi ve dostluk yüzü gülsün güzelliklerin gönüldeşlerle kurulsun bağ

10 Ağustos 2025 Pazar

Gerçek Aşk işte bu

Aşk sadece sevdiğini gece gündüz düşünmek kucaklayıp öpmek isteğiyle yanıp tutuşmak her yerde her şeyde onu görmek yolunu gözlemek değildir onunla her bakımdan yekvücut olmaktır

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Dünya Sahnesi...

Şu dünya sahnesindeki kişiler Çeşit çeşit boy boy Kimine soyun demiş kader Kimine de soy... Kimi ustadır çalıp çırpmakta Kimi toy... Ustalar el üstüne tutulur Acemiler gözaltında... Kimi seçimde oy der Kimi geçimde... Pisboğazlar yer dururlar boyuna Ne kadar desen de artık doy! Fazla konuşma, yeter Yoksa olursun eşekten düşmüşten beter

10 Temmuz 2025 Perşembe

ANLAMAK

ANLAMAK Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum. Cahit Sıtkı Tarancı

Nihavend Fasıl ve Popüler Şarkılar | Çamlıca TSM Topluluğu

06 - YAĞMUR YAĞIP YER YÜZÜNE DÜŞERKEN - NECDET ÇALIŞ

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Kalbimizin Çiçeği

Çiçek doğanın kalbi sevgi kalbin çiçeğidir çiçekle sevgi özdeş güzelliğin gülüşü renk cümbüşüdür onunla olur gönlümüz uçan kuşlara eş Hadi çiçekle benliğini Sevgiyle bütünleş

25 Haziran 2025 Çarşamba

MUTLULUK DİLEKLERİ

✿⊱╮Mutluluğunuz gökyüzünden dökülen ✿⊱╮Yağmurlar kadar bol olsun ✿⊱╮O kadar mutlu olun ki ✿⊱╮Gözlerinizdeki mutluluk ✿⊱╮Mutluluğu arayan mutsuzların umudu olsun. ✿⊱╮Geceyi takip eden güneşin aydınlığı kadar aydınlık ✿⊱╮Bir dünyanız olsun...HAYIRLI SABAHLAR....MUTLU GÜNLER DİLERİM...💕☕💕✍0

23 Haziran 2025 Pazartesi

AŞKIN GURBETİ

AŞKININ GURBETİ Gözlerinin gurbetindeyim Bakışlarının sılasını özlüyorum Ettiğin nazların bile Yollarını gözlüyorum. *** Aşkının gurbetindeyim Seni kazanmak için Gece gündüz çalışıyorum Ama boşa gidiyor canımı dişime takmam Akıntıya kürek çekiyorum. *** Elimde demir asa, ayağımda demir çarık Yayan yapıldak yürüsem de Serapsız çile çöllerinde Kavuşmak dağlarını aşamıyorum. *** Doğsun diye beklerken Mutluluk güneşim Ayrılığının yağmurunda İliklerime dek ıslanıyorum. ERHAN TIĞLI

20 Haziran 2025 Cuma

ÇÖLDEKİ SERAP

ÇÖLDEKİ SERAP… Artık bir şey anlatmıyor Sevgililere mehtap Viski, şampanya eşlik ediyor çiftlere Atıldığı köşede boynu bükük duruyor Âşıkların en eski içkisi şarap Samanlık seyran olmuyor İki gönül bir olunca Evlenmek isteyen gençlere Tektaş yüzük, beyaz eşya, mobilya Anlı şanlı düğün derken Çıkıyor karşılarına yüklü bir hesap! Herkes para pul derdine düşmüş Aşk çöldeki serap… Erhan Tığlı

16 Haziran 2025 Pazartesi

ŞENYUVADA OLUP BİTENLER

ŞENYUVA’DA OLUP BİTENLER... Eskiden bağlık bahçelikli Şen Yuva apartmanının olduğu yer. Her taraf apartmanlarla dolunca bu bağların bahçelerin sahipleri de kapılarını aşındıran yapsatçılara evet demek zorunda kaldılar. Birkaç apartman dairesine tamah ettiler; o güzelim ağaçlarının kıyılmasına, çiçeklerin sökülmesine ses çıkarmadılar. Burayı alan yapsatçı diğerlerine göre insaflı çıktı. Her tarafı altüst etmedi, biraz bahçe bıraktı. Bahçenin köşesine de müştemilat yaptırdı. Oraya üniversitede okuyan bir hemşerisini bahçeye baksın, apartmandakilerin getir götür işleriyle ilgilensin diye yerleştirdi. Yanına da memleketinden bir kız almıştı. Onu hizmetçi gibi kullanıyordu. Kendisi apartmanın üçüncü katında oturuyordu. Yaptığı dairelerin kimisini kiraya vermiş, kimisini de satmıştı. Zaten karısı da memleketlisiydi. Yanına kalfa olarak girdiği yapsatçının kızıydı. İkisi de köyden gelmişlerdi ama şaşırmamışlardı birdenbire. Aksine tez zamanda köşeyi dönerek herkesi şaşırtmışlardı. Bire mal ettikleri daireleri ona satıyorlar, yani işlerini biliyorlardı... Karısının babası yaşlanıp bir köşeye çekilince meydan büsbütün bizimkine kaldı, istediği gibi at oynatmaya başladı. İşim var deyip eve geç geliyor, çapkınlık yapıyordu. Zaten müştemilatı da onun için yaptırmıştı. Orayı garsoniyer gibi kullanıyordu fırsat buldukça. Bir anahtar da kendisinde vardı. Delikanlı okula gidince içeri giriyor, depo olarak kullanacağım dediği odada zevkine bakıyordu. İşler tıkırında giderken bir olay oldu ve şen yuvanın huzuru bozuldu. Bunun nedeni yere bakan yürek takımından olduğu ortaya çıkan delikanlıydı. İşte olay, işte bu olayın kişileri ve de olup bitenler, söylenenler: OLAY: Müştemilatta kalan genç yapsatçının hizmetçi kızıyla basıldı. Yapsatçı Selim Yapar: Koynumuzda yılan beslemişiz kardeşim. Adama acıdık, müştemilatımızda yatıp kalkmasına izin verdik. Teşekkür edeceğine kızımız yerine koyduğumuz, köyde sürünmesin diye yanımıza aldığımız kızı baştan çıkardı beyefendi. En ağır ceza verilmeli kendisine. Kızı kandırdı, tecavüz etti, saflığından yararlandı, emanete hıyanet etti. Sanki yaptığı şey çok iyi bir şeymiş gibi gülüyor bir de utanmadan, şuna bakın. Sen daha ekmeğini eline almamışsın. Hadi evlendirelim de suçlu duruma düşmekten kurtul desek hangi parayla evlenecek, aile geçindireceksin ha? Hem ben senin gibi çulsuza kızımı verir miyim bakalım? Öz kızım değil ama kızım gibiydi. Ona da kızıyorum. İnsan ilişki kuracağı kişiyi iyi seçer. Hadi seçemedin diyelim, işi bu kadar ileri götürmez, kendine bilmem ne ettirmez. Demek ki soyunda sütü bozukluk varmış onun da. Kendisini köyden kurtardığımız için teşekkür edip dizimizin dibinden ayrılmayacağına elin çulsuzuyla aşna fişne etmeye kalktı domuz! Derdini bize söylesen biz seni helal süt emmiş, hali vakti yerinde biriyle evlendirirdik. Hadi şimdi ayıkla pirincin taşını bakalım... Yapsatçının karısı: Ben de kocamla aynı fikirdeyim efendim. Kız nankörmüş. Elini sıcak sudan soğuk suya değdirmedik hiçbir zaman. Kızımız gibi baktık. Yedirdik içirdik. Fazla iş yaptırmadık. Sadece bana yardım etti. Uslu dursaydı onu elimle evlendirecektim. Şimdi ne yaparsa yapsın, karışmam. Madem böyle bir niyetin var, gel bana açıl, akıl danış değil mi ya! Ben senin annen yerindeyim. Uzaktan akrabam olur sizinkiler. Anne yarısıyım. Besle kargayı, oysun gözünü diye boşuna söylememişler. Utanıp önüne bakacağına, ben ettim, siz etmeyin diyeceğine şu kızın gülümsemesine, yılışıklığına bakın. Sevindi tabii oğlanın üstüne kaldığına. O delikanlıya da çok kızıyorum. Yakında üniversiteyi bitireceksin. Meslek sahibi olacaksın. İş bulunca kültürlü, sana uygun biriyle evlenirdin. Acelen neydi? Şeyin mi kudurdu? Ne yapacaksın pasaklı köylü kızını? Aldın mı başına püsküllü belayı şimdi. Bir anlık zevk bak sana nelere mal olacak. Kızla evlenmek zorunda kalacaksın. Zaten paran pulun yok, bir de ona bakmak zorunda kalacaksın. Kız sana göre değil. İlkokulu zor bitirdi. Biz yanımıza almasaydık köy yerinde ezilecek, kadir kıymet bilmeyen bir köylüyle evlendirecekti anası babası. Tarla bahçe işleri imanını gevretecekti. Sen onun için bulunmaz Hint kumaşısın ama o senin için nedir? Hiç! Evlenmek istemezsen hapse gireceksin boş yere. Okulun yarım kalacak. Yazık ettin kendine yazık! ... Komşu Huriye Şenlik: Akıl fikir yok bu gençlerde. Ne zaman adam oldunuz da şey yapmaya kalkıyorsunuz canım. Kaç kere söyledim. Bu kız büyüdü, bir an önce evlendiriverin de kurtulun, yoksa başınıza işler açacak dedim. Dinletemedim ki... Kadın, kız giderse bedava hizmetçi bulamam diye işi ağırdan aldı. Adam desen havalandı. Gözü başka yerlere kaydı. Kıza bir şey olmaz. Olan erkeğe olur. Okulu yarım kalır, evlense bir türlü, evlenmese bir türlü. İki cami arasında beynamaz olacak. Zavallı pek de yakışıklıydı. Kızım olsa verirdim vallahi. Biraz daha beklese, sabretse zengin bir aileye damat olabilirdi. Köylü çocuğuydu, gözü daha pek açılmamıştı. Çalışkandı, becerikliydi. Böyle damat arıyor zenginler. Şehir züppeleri korkutmuştu milletin gözünü. Bari yaptın bir şey, yakalanma, al önlemini. Bizim çapkınlar bu türlü olaylardan tereyağından kıl çeker gibi kurtulurlar çabucak. Bu köylü gençler ise namuslu olurlar, kızın namusunu temizlemek isterler, kendilerini ateşe atarlar. Komşu Sermet Serin: Ben bunu bilir, bunu söylerim efendim. Dişi köpek kuyruk sallamazsa erkek köpek yanaşmaz. O kızın gözlerinde hayır yoktu zaten. Kalça, göğüs gelişmişti, her şeyi göz alıyordu. Gel beni ye diyordu. Zamanında bize düşmedi böylesi. Delikanlı şundan biraz faydalanayım dedi kanaatimce ama bu konularda tecrübesi olmadığı için yüzüne gözüne bulaştırdı. Benim elime geçecekti de gösterecektim o yosmaya Konya’yı Hanya’yı. Şey yani gençliğimde, bekârken demek istedim. Artık unumuzu eledik, eleğimizi duvara astık. Ne diyordum? Delikanlıya yazık oldu. Önceden haber verseydi de biraz kurs verseydim kendisine. Yol yordam öğretseydim. Ama yanımıza yanaşmazdı kerata! Kendi bildiğini okumaya kalktı ve de ayvayı yedi. Okumaktan karı kız işlerine vakit ayıramadı, başına ne geleceğini bilemedi, göremedi. Artık anlamıştır dünyanın kaç bucak olduğunu ama ne fayda. İş işten geçti artık. Bundan sonra akıllı olsun, bu işten az zararla kurtulmaya kalksın. Kız on sekiz yaşını geçmiştir herhalde. Delikanlının kaldığı müştemilata gece yarısı kendi ayağıyla gittiği için cebir, şiddet uyguladı, beni kandırdı, kirli emellerine alet etti, zorla tecavüz etti de diyemez. Ne demişler: Alan razı satan razı, sana ne oluyor şoför Niyazi? Kız bu beceriklilikle kendini bir enayiye kız oğlan kız diye yutturur ya da şeye düşer ileride. Bakın nasıl da memnun başına böyle bir iş geldiğine. Meramına erdi tabii. Ne yapalım? Kendi düşen ağlamaz. Ne ağlaması? Bakarsın senden benden zengin olur şeyinin şeysiyle. Bu işler böyledir kardeşim. İş bilenin, kılıç kuşananındır. Komşu Abdullah Kara: Ahlak kalmadı ahlak! Bizim zamanımızda ar namus vardı. Şimdi hepsi kalktı. Gençler yollarda bellerde uluorta öpüşüp koklaşıyorlar. Neredeyse şey de edecekler. Hiç utanmak arlanmak yok. Yolları yatak odasına çevirdiler. Bunları namuslu terbiyeli sanıyordum ben. Meğerse saman altından su yürütüyorlarmış. Kız yollarda hep önüne bakarak yürürdü Kız diyorum ama belki de çoktan kadın olmuştur. Delikanlı da karıya kıza edepsizlik yapmazdı. İşin içinde iş varmış. Madem kızda gözün vardı. Efendice gider istersin ana babasından. Önce bir nişan yaparsınız. Okulunu bitirince de evlenirsiniz. Biz böyle duyduk, böyle gördük atalarımızdan. Gençliğimde ben de yakışıklıydım. Ne kızlar karılar askıntı oldular da hiçbirine yüz vermedim. Harama uçkur çözmedim. Evlenme çağım gelince, elim iş tutunca ve de askerliğimi yapıp gelince helal süt emmiş bir aile kızıyla evlendim. Sen daha askerliğini yapmamışsın, iş meslek sahibi olmamışsın be oğlum. Yazık değil mi ananın babanın bunca emeklerine. Ya hapse düşersen ne olacak? Böyle fıkırdaklara güven olmaz. Üstünde kalmak için seni seviyor görünür ya da kendi isteğiyle teslim olur da sonra cayıverir. Oradan geçiyordum. Beni zorla içeri çekti, ırzıma geçti der. Senden para koparmak, yüklü bir başlık parası almak için ne numaralar, ne oyunlar yapılır da şaşar kalırsın. Toysun, acemisin. Bir anlık gaflet hayatına mal olur. Ömrün ah vah ile geçer. Dedim ya; ar namus ayağa düştü. Bu işlere ilkokuldan başlıyor şimdiki zamaneler. Kız: Delikanlıyı boşuna suçlamayın. Ben kendi isteğimle teslim oldum. Ortada zor kullanmak falan yok. Beni zavallı bir köylü kızı diye küçümsüyordu buradaki herkes. Cahil sanıyordu. Oysa ben elime geçen her kitabı okudum. İnsanlık neymiş, nasıl olurmuş, kadın hakları nedir hep öğrendim, belledim. Her şeyden önce şunu söylemeliyim: Bana insanca davranan tek kişi bu delikanlıdır. Diğerleri, başta hanımım olmak üzere beni köle, hatta eşya gibi gördü, yararlanmaya çalıştı. Hele yapsatçı beyefendi fırsat buldukça beni sıkıştırır, öpüp okşamaya çalışırdı. Olay gecesi de evde hanımının olmamasından ve benim gidecek, sığınacak yerim olmamasından cesaret buldu, üstüme saldırdı. Elinden zor kurtuldum, kapıyı açıp dışarı kaçtım. Kaçtım ama gidecek bir yerim yoktu. Üstelik yağmur yağıyordu. Deli gibi oradan oraya koştum. Polis çağırsam bana kim inanırdı? Yapsatçı beni iftira etmekten hapse attırır ya da kovar, kapının önüne koyardı. Cebimde beş kuruş olmadığı gibi bu koca kentte sığınacağım, yanında kalacağım kimse yoktu. Farkında olmadan bu delikanlının kapısının önüne geldim. Saçağın altında yağmurdan korunmaya çalıştım. Kapıyı çalacak cesaret bulamadım kendimde. Ya gece yarısı ne işin var burada diye beni azarlarsa, götürüp yapsatçıya teslim ederse diye düşünüyor, heyecandan, korkudan titriyordum. Üşümüştüm de. Derken kapı açıldı. Delikanlı beni içeriye aldı. Ne olduğunu sordu. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Kırık dökük cümlelerle başıma gelenleri anlatmaya çalıştım. Hasta olacaksın diye beni sobanın başına getirdi. Üstümdekileri çıkarmamı söyledi. Tecavüz etmeye mi kalkacak diye korkuyla yüzüne baktım. Güldü. Yan odadan giyecek bir şeyler getirdi. Bunları giy. Ben yan odada bekleyeceğim. Giyindiğin zaman haber ver dedi. Dediklerini yaptım. Saatlerce konuştuk, dertleştik. Sonra o yan odaya giderken üstümü örttü. Bir şey istersem seslenmemi söyledi. İyi uykular dileyip yanımdan ayrıldı. Bir süre uyumaya çalıştım ama uyuyamadım. Burada kalamazdım. Yapsatçının evinde de duramazdım. Ne yapmalı, nereye gitmeli diye düşünürken dalmışım. Korkunç rüyalar gördüm. Bir tıkırtı oldu. Yapsatçı geliyor diye korkuyla delikanlının odasına koştum. Beni teselli etti, sırtımı okşadı, yüzüme masum bir öpücük kondurdu. Ben de onu öptüm. Derken sarılıp yattık. Ne yaparsa yapsın, kollarında mutluydum. O iş olacaksa sevdiğim bu delikanlıyla olmalıydı. Üstümdekileri çıkardım, koynuna girdim. Yani beni zorlamadı hiç, aksine ben onu zorladım, sımsıkı sarıldım kurtarıcıma, onu çoktan beri sevdiğimi, kendisiyle sevişmek istediğimi söyledim. İster evlensin benimle ister evlenmesin, umurumda değil. Bekle derse beklerim yıllarca. Eğitim öğretimini engellemek, ayak bağı olmak istemem. Evlenemeyeceğini söylerse boynumu büker otururum. Yani kendisinden şikâyetçi değilim. Seviyorum onu, ne yaparsa yapsın gene seveceğim. Eğer bir suç varsa ortada, onda değil bende o suç, kabahat. Delikanlı: Bu kızı her gördüğümde içimde bir şeyler kıpırdanırdı ama sadece karşıdan bakmakla yetinir, ona bir şey söylemeye çekinirdim. Arada sırada konuştuk, birkaç laf ettik, daha ileriye gitmedik. Selamlaşmakla, birbirimize gülümsemekle idare ettik. Biraz yakışıklı olduğum için çevredeki kadınlar, kızlar gözümün içine bakıyorlardı ama hiçbirine yüz vermiyordum. Yapsatçının hanımı bile birkaç defa oturduğum yere geldi. Yaptığı pastalardan, böreklerden getirdi, oturup benimle konuştu, ağzımı aradı. Başka bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Teşekkür ettim, hayır dedim. Gözlerimin içine bakarak, erkeksin, yani o tür şeylerden de isteyebilir canın diye fıkırdadı. Anlamazlıktan geldim. Bir gün de komşu dul kadın ansızın içeri girdi. Kendisine niye yüz vermediğimi sordu. Yoksa güzel değil miyim, hoşuna gitmiyor muyum diye ağladı. Erkeklerin kendisi gibi dul kadınlarla ilişki kurmak, sevişmek için can attıklarını, isterse kaç tane sevgili bulabileceğini ama beni tercih ettiğini söyledi. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırdım. Soyundu, oramı tuttu. Pek de küçükmüş. Anladım şimdi niye kadınlara, kızlara yüz vermediğini. Sen şeysin ayol diye kahkahalarla güldü, çekip gitti. Bam telime dokunmuştu. Kadınlarla, kızlarla yakınlık kuramamamın bir nedeni de buydu. Şey değildim. Güzel kadınları görünce heyecanlanıyordum, oram kıpırdanıyordu ama eyleme geçemiyordum bir türlü. Şeyimin küçüklüğünü görüp alay edecekler diye çekiniyordum. Hele gittiğim genelevde başarılı olamayınca büsbütün içime kapandım, kuşkulandım kendimden. Yoksa ben gizli şey miydim, kadınlara, kızlara hep karşıdan mı bakacak ya da kendi cinsimden kişilerle ilişki kurmak zorunda mı kalacaktım. Bir arkadaşım duymuş ya da görmüş olacaktı ki, benimle alay ediyor, sünnetçi seninkini biraz fazla kesmiş galiba. Git eklet onu yoksa sapık olursun diyordu. Alaylarına dayanamadım, üstüne yürüdüm. Madem öyle değilsin, kanıtla diye bağırdı. Birlikte geneleve gidelim. Başarılı olursan ben sözümü geri alacağım, olamazsan seninle dalga geçmeme kızmayacaksın. Olmaz dedim, itiraz ettim ama dinlemedi. Paran yoksa ben vereceğim diye kolumdan tuttu, zorla oraya götürdü. Tanıdığı bir kadın varmış. Ona götürecekmiş, anlayışlı davranır, torpil geçermiş. Böyle deyince heveslendim. Kadının yanına gittik. Kulağına bir şey söyledi. Kadın odasının numarasını söyledi, orada beklememi söyledi. Kendisi arkadaşımla cilveleşmeye başladı. Gidip soyundum ama kadın gelmek bilmedi. Acaba başaracak mıyım yoksa rezil mi olacağım diye düşünüyor, şu iş bir an önce hayırlısıyla olup bitsin diye dua ediyordum. Neyse hanımefendi on beş dakika sonra geldi, sadece altını çıkararak yatağa yattı, hadi gel dedi. Üstüne atıldım, öpüp okşamaya başladım. Şeyim de hareketlenmişti ama kadın dudaklarını kaçırıyor, memelerini tutup okşamama izin vermiyor, acıtıyorsun diye ellerime vuruyordu. Derken beni üstünden attı. Beni karın mı sandın diye bağırdı. Öpüp okşamadan hayvan gibi şey yapılır mı dedim, kıyameti kopardı. Kendisini hayvanlıkla suçladığımı iddia etti, yüzümü gözümü tırmaladı. Daha sonra da beni orada bıraktı, çekip gitti. İşin tuhafı, arkadaşım bana hak vereceğine kadını haklı buldu... Bu kız benim erkeklik kuşkularımı giderdi. Onun için çok mutluyum, mutluluktan uçuyorum, seviniyorum. Başına gelmeyen bilmez bunu. Bir erkek için erkek olmamakla suçlanmak kadar kötü bir şey yoktur. Çoğu cinayetler kadının erkeğe, sen erkek misin, erkeksen hadi yap ta görelim demesinden, erkeği suçlamasından, onu küçük görmesinden çıkmıştır bence. Ne ceza verilirse verilsin umurumda değil. Demek ki bu işte küçüklük, büyüklük önemli değilmiş. Önemli olan karşılıklı sevgi, ilgiymiş. Her cinsel ilişkiye sevişmek adını veriyorlar ama asıl sevişmek işte bu. Her şeyinle bütünleşeceksin onunla, ikilikten sıyrılıp bir olacaksın. Nefesin nefesine karışacak, kaynaşacaksın. Bana bu zevki tattırdığı, korku ve kuşkularımı giderdiği için çok teşekkür ediyorum sevgilime. Canım o benim. İsterse hemen evlenirim, namusunu temizlerim. Onun için her şeyi yaparım. Artık dağları delen Ferhat gibi güçlü hissediyorum kendimi. Hakkımda dedikodu yapanlar utansın. Beni görünce alayla gülen arkadaşlarım, dul kadın, yapsatçının karısı artık kendileriyle alay etsinler. Sevmek, sevilmek, sevişmek nedir bilmediklerine, böyle bir zevke erişemediklerine yansınlar ve de basit bir cinsel birleşmeyi sevişmek sandıkları için üzülsünler. Başka bir söyleyeceğim yoktur. İçimden şarkı söylemek geliyor. Beni hem suçlu hem güçlü diye ayıplayanlara gülüyorum. Asıl suçlu sizlersiniz diye haykırmak istiyorum. Sevmek sevilmek, sevişmek nedir bilmedikleri için acıyorum onlara. Ne olursa olsun, her şey vız gelir bundan sonra. Erkeğim ya, seviyor seviliyorum ya, yeter de artar bile bu bana.

MUTLULUĞUN RESMİ

MUTLULUĞUN RESMİ Bir gazetenin şiir köşesinde genç bir ozanın, “Ne zaman mutluluğun resmini yapmak istesem/ Aklıma sen gelirsin” dizelerine rastladım. Bu dize mutluluğun resminin nasıl yapılacağını düşündürdü bana. Genç ozan ne zaman mutluluğun resmini yapmak istese sevgilisi geliyormuş aklına. Şimdi böyle düşünüyor ama aradan yıllar geçtikten sonra gene böyle mi düşünecek acaba? Bu sevgili hakkında bir başkası aynı duyguları taşıyabilir mi, olursa nasıl olur yaptığı resim ya da sevgili gerçekten mutluluğun resmini yaptıracak kadar iyi ve güzel mi? Öyle olsa bile bir başkası bu resme dudak bükerek bakmaz mı? Bir anket yapsak, çeşitli kişilere mutluluğun resmini yaptırmaya kalksak ne yaparlar acaba? Aç bir yemek resmi yapardı herhalde. Şişman zayıflığı mutluluk resmi olarak çizerdi muhakkak. Parasız para, evsiz ev resmini yeğlerdi herhalde. Çevreciler doğayı gösterirlerdi resimlerinde mutluluk simgesi olarak; çiçekler, ağaçlar, mavi deniz ve gökyüzü gülümserdi tuvallerinde. Yapsatçı apartman, site yapardı, bire mal eder, bine satardı... Geçenlerde gazeteciler ünlü yıldızımız Ajda Pekkan’a mutluluk hakkındaki düşüncelerini sormuşlar. “Özel hayatımda bulamadığım sevgiyi, mutluluğu halkta buldum” demiş mega starımız! Bu yanıt bana biraz yapmacık geldi. Halk sözü eden şarkıcılarımıza halka bedava konser vermelerini teklif edeceksin. Bakalım kabul edecekler mi? Bir de şu geliyor aklıma: Yıldızımız aradığı mutluluğu özel hayatında bulsaydı halk umurunda olur muydu acaba? Sanatçı geçinen şarkıcıların söylediği şarkılara bakın. Hangisinde halka mutluluk veren sözler, mesajlar var? Veriyorlarsa nasıl bir mutluluktur bu; boş vermişim dünyaya, aldırma gönül, kader böyleymiş, ne söylesem boş, dertleri zevk edindim, bende neşe ne arar, sevil de sevme, ağlama, ağlat, yoksa zehrolur bu tatlı hayat mutluluğu mu? Mustafa Özbalcı adlı bir ozan da, “Aydınlık bir dünya içindeyim/ Gittikçe güzelleşiyor yaşamak/ benim için akıyor bütün çeşmeler/ Mutluluk avuçlarımda yaprak yaprak” diye başlamış “Mutluluk Şarkısı” şiirine. İyi, güzel de, buradaki mutluluk bencil bir mutluluk değil mi? İnsanları mutlu etmeyi, mutluluğu paylaşmayı düşüneceğine ben diyor hep! Charlotte Brontr, “Çevresindekiler tarafından sevilmekten ve varlığın onları mutlu kıldığını görmekten büyük mutluluk yoktur” diyor. Mutluluk paylaştıkça çoğalır, dert paylaştıkça azalır, sözünü de unutmayalım. Bir atasözümüz de, “Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür” diyor. Oysa biz başkasının gözünde mertek aramaktan kendi gözümüzdeki çöpü göremeyiz Armudun sapı, üzümün çöpü var diyerek mutsuz oluruz. Kendimize iğne batırmayı unuturuz, başkalarına çuvaldız batırmaya kalkarız. Dünyayı kendimize zindan ederiz... Mutluluğun resmini yapmak için önce kendimizi düzeltmeli, mutlu olmaya kendimizi hazırlamalıyız. Geleceğe güvenle bakmalı, umudumuzu, özlemimizi yitirmeliyiz. Sevgi, hoşgörü fırçalarını ve renklerini elimizden eksik etmemeliyiz. Yoksa yaptığımız basit bir karalama, gelişigüzel yapılan bir çalışma olur, boşuna çaba harcarız. Hadi gelin, hep birlikte mutluluğun resmini yapalım. Resmimizi iyimserlik, özveri ve erdem tablosu haline getirelim. Resmimize baktıkça içi açılsın herkesin. ***Erhan Tığlı***

5 Haziran 2025 Perşembe

UMUT LİMANI

Yarin karanfil dokulu sözleri nakışladı gönlümü tutundum mutluluk kuşunun kanadına uçtum özgür maviliklere baskıların, korkuların inadına özlemlerle el ele tutuşup çıktım sevgi yolculuğuna demir attı gemim umut limanına

30 Mayıs 2025 Cuma

Kedi mırnav dedi Çocuk sınav

KEDİ MİYAV DEDİ ÇOCUK SINAV... Kedi miyav diyor, çocuk sınav. Kedi av arıyor, çocuğun kendi av! Kedinin karnını doyurmak gerek, çocuk moral istiyor. Sokakta oynayan çocuklara özlemle bakıyor, yutkunuyor. Yanıma çağırıyorum. Korkarak bakıyor yüzüme, “Niye çağırıyorsunuz beni, yoksa siz de mi sınav yapacaksınız?” diye soruyor. “Yok canım, onu da nereden çıkardın?” diye soruyorum. “Annem büyüklere beni sınava çektirir de ondan” diye başını sallıyor. Saatine bakıyor, “Çabuk sorun sorularınızı, diyor. Üç dakika, yirmi saniye, otuz salise sonra test kitaplarımın başında olmalıyım.” “Bravo! Bu ne dakiklik?” diye takdirlerimi belirtiyorum. Bana kendini tanıtmasını söylüyorum. Kurulmuş saat gibi, “Adım İsmet Yetenek, diyor. Genel yeteneğe Ali İtenek beyle çalışıyoruz. Matematik öğretmenim Hediye Pergel. Sözel bölüm hocam Hami Özel. Ayrıca annem, babam, amcam, dayım, tüm akrabalarım yardımcı olmaya çalışıyorlar.” “Tam bir seferberlik ilan edilmiş desene. Başka yardım eden yok mu?” “Olmaz olur mu? Annem her şeyi düşündü, garantiye aldı. Psikolog ve kondüsyoner tuttu. Cami hocası bile var.” “Hadi psikologu anladık da, kondüsyoner ne yapıveriyor?” “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur diye bana teneffüs aralarında kültürfizik yaptırıyor. Bu maçı alacağız, başka yolu yok diye bağırtıyor. Vur, kır, parçala, bu maçı kazan diyerek beni motive ediyor. Sınavlara maça hazırlanan bir futbolcu gibi hazırlanıyorum. Sınavsporu yeneceğime and içiyorum.” “Ya cami hocasının ne gibi bir yararı dokunuyor?” “Akşam yatarken birlikte dua ediyoruz. Ayrıca namazlardan sonra dua ediveriyor. Boş zamanlarımızda camileri, türbeleri ziyaret ediyoruz. Bak, muskam bile var.” Tam bu sırada bir kadın koşarak geldi. Öfkeyle çocuğa bağırdı, çıkıştı: “Bomboş ne yapıyorsun burada?” diye bağırdı. “Şu anda dersinin başında olmalıydın. Biliyorsun, kaybedecek bir saniyen bile yok.” Çocuk saatine baktı: “Daha iki dakika, yirmi saniyem var anne. Merak etme. Zamanı gelince dersimin başına geçeceğim” dedi. Kadına, “Siz bu çocuğun annesi misiniz?” diye sordum. Kadın üzüntüyle başını salladı: “Evet, annesiyim, dedi. Ah keşke olmaz olsaydım! Bu çocuk beni öldürecek. Sanki o değil de ben gireceğim sınava. Sitires sitires! Sınav sonuçlana kadar bana bir şey olmasa bari. Eğer öyle bir şey olursa gözüm açık giderim vallahi!” “Kendinize yazık etmeyin. Kazanamazsa kıyamet kopmaz ya? Sağlık olsun!” “Ne sağlığıymış bu? Emeklerimiz boşa giderse kimsenin yüzüne bakamam. Hele benimki kazanamaz da, lafçı ayselin çocuğu kazanırsa ölürüm.” “Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Gençliğinize yazık!” “Bu çocuk yüzünden bende gençlik falan kalmadı.” “Çok iddialısınız galiba.” “Yok canım! Aslında hiç iddialı değilim. Ele güne mahçup olmayalım, yapılan masraflar boşa gitmesin, çocuk sınav heyecanını tatsın. Tek isteğim bu.” “Bu kadar çok çalıştırdığınıza göre çocuğunuz kaç sınava girecek acaba?” “Ne kadar sınav varsa sokacağım. Anadolu Lisesi, özel okul, vakıf, askeri okul, parasız yatılı sınavları...” “İyi ama pasız yatılı sınavları yoksul çocuklar için değil mi?” “Olsun varsın. Sınav tecrübesi kazanmasını, yabancılık çekmemesini istiyorum.” Çocuğa döndüm, “Annen çok iddialı, sen de iddialı mısın?” diye sordum. Çocuk hazırol durumuna geçti. Robot gibi konuşmaya başladı: “İddia Arapça bir sözcük olup daha çok hukukta, sosyal hayatta geçer. Sav, öne sürmek anlamlarına gelir. İddialıyım, iddialısın, iddialı...” Çocuğu dürttüm: “Kendine gel çocuğum. Sınavda değilsin” dedim. Annesi beni engelledi: “Dokunmayın çocuğa, dedi. Havaya girdi. Havası bozulmadan derslerinin başına geçsin. Siz de kafasını karıştıracak şeyler söylemeyi bırakın.” “İzin verin de biraz nefes alsın, teneffüs yapsın” dedim. “Olmaz, diye itiraz etti. “Gevşer sonra. Sınava konsantre olmalı bir an önce.” “Bu gidişle konserve olacak ama...” “Ne konservesiymiş bu?” “Bunalım soslu beyin konservesi.” “Konserve yemeyiz biz. Ailecek rejimdeyiz.” “Sıkıyönetim rejimi mi?” “Çocuk çok yerse şişmanlar, sınavlarda terler, sıkılır, başarılı olamaz.” “Çocuğunuz başarılı olursa e yapacaksınız?” Annenin gözleri parladı: “Göbek atacağım” diye bağırdı. Sonra mahçup bir sesle, “Kendime hakim olamadım, kusura bakmayın, dedi. Düşmanlarımı çatır çatır çatlatacağım. Adadığım adağı kestireceğim.” “Peki çocuğuna bir şey almayacak mısınız?” “Almaz olur muyum hiç? Üniversiteye hazırlık kitaplarından alıvereceğim.” “Durun bakalım, acelenin ne? Çocuk liseye gitsin önce.” “Ne diyorsunuz siz? Geç bile kaldım. Herkes çocuğunu sınavlara hazırlamaya anaokulundan başlıyor.” Anneyi yatıştırmak için lafı değiştirdim: “Sınavlara hazırlanırken ilginç bir olay oldu mu?” diye sordum. “Olmaz olur mu? Diye güldü. Çocuk test sorularını kaybetmiş. Telaşla testim nerede, testimi bulun bana diye aramaya başladı. O sırada babaannesi bizdeydi. Çocuğun testi aradığını sandı, gidip çarşıdan testi alıverip geldi.” Çocuğa döndüm: “Son sorumu sana soracağım, dedim. Sınavlar bitince ne yapmayı düşünüyorsun?” Çocuğun yüzü aydınlandı: “A- Anneme güzel bir oyuncak aldıracağım. B- Sokağa çıkıp doya doya oynayacağım. C-Bütün test kitaplarımı yakacağım.” Annesi bu sözleri duyunca çileden çıktı: “Böyle şeyleri nasıl düşünürsün? Seni haylaz seni! Çabuk dersinin başına geç bakayım, yoksa kırarım kemiklerini!” diyerek çocuğu kovaladı. “Anne katı, baba katı, çocuk olmuş yarış atı” diye söylendim. Erhan TIĞLI

28 Mayıs 2025 Çarşamba

EŞEKLİ ATIŞMA

Eski zamanların birinde üst düzey yöneticilerden biri memleketine gidecekti. Kendisini uğurlamaya gelenlere dönüşte bir hediye getirmek istediğini ve ne istediklerini söylemelerini belirtti. Densizlerden biri, "Sizin oranın eşekleri ünlüymüş" diyerek ondan eşek istedi. Yönetici kızdı ama bozuntuya vermedi, "Tamam. Getiririm" dedi. Bir süre sonra yönetici geriye döndü.Karşılama töreninde bizim densiz, "Hani bizim eşek, niye getirmediniz?" diye sordu. Yönetici elini alnına vurdu, "Unutmuşum. Seni görünce hatırladım" diye konuştu. Bizimki altta kalmadı, "Zararı yok efendim. Siz geldiniz ya, yeter!" diyerek taşı gediğine yapıştırdı.

Hamiyet TURAN-Bu Kış Hanım İstanbula Taşında (KARCİĞAR)R.G.

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Hayat Bilgisi ya da bilgin dedenin hayreti

Bir bilgin dede varmış. Gece gündüz okuduğu için bilmediği şey yokmuş. Bir gün komşunun kızı kapıyı çalmış, dededen mangalındaki közlerden verip vermeyeceğini sormuş. Dede, “Veririm ama kızım, elinde közleri koyacak kap falan yok. Nasıl götüreceksin?” diye sormuş. Kız gülümseyerek ellerini açmış, “Avucuma mangaldaki küllerden biraz koyun, üstüne de birkaç köz yerleştirin” demiş. Dede denilenleri yapmış. Kız da eli yanmadan közleri alıp gitmiş. Bilgin kendi kendine, “Şu işe bak be, demiş. O kadar okudum ama şu kızın düşündüğü şeyi düşünemedim. Demek ki her şey okumakla olmuyor. Hayat bilgisi de gerek.”

15 Mayıs 2025 Perşembe

Umut Güneşi

GÜNEŞ DOĞACAK İçimdeki yıldızları kara bulutlar çalıyor Çoktandır rengini unuttuğum karanlık Gök ekinimi biçiyor Fırtınalar uçuruyor gönlümdeki meltemi Acının ordusu cebren ve hile Mutluluğumun kalelerini zaptediyor Söküyor çiçeklerimi Dallarımı kırıyor... *** Özlem ülkesine gitmek istiyorum Otobüslerde yer bulamıyorum Uçaklar dolu trenler rötarlı... Gitsem hüznün hüküm sürmediği İnsanın insanı söndürmediği bir yere Ama yollar geçit vermiyor Dalgalar azmış Umut kaptan meyhanede sızmış Tayfalar dört bir yana dağılmış... Çaresizliğin çivisiyle çakılıyorum Cellat yalnızlığın hain ellerine... *** Biliyorum seziyorum duyuyorum Bir yerlerde sabah oluyor O sabah buralarda da olacak Yakın hem de çok yakın Başlayacak aydınlığa doludizgin bir akın Ve de yepyeni bir güneş doğacak! ERHAN TIĞLI