31 Mart 2012 Cumartesi

Gülümseten anılar

Doktorlar kesin olarak içkiyi yasaklarlar Neyzen Tev¬fik'e. O günlerde Peyami Safa ziyaretine gider.
Odanın kö¬şesinde büyük bir fıçı şarap görünce şaşırır tabii. Dayanama¬yıp sorar,
- Bu ne üstad, hani sen artık içmeyecektin? Neyzen Tevfik istifini bozmaz:
- Ne yaparsın oğul, içmezsem kuvvetten düşüyorum.
- Peki içkinin ne faydası oluyor?
- Olmaz olur mu? Mesela bu fıçı buraya geldiğinde yerinden kaldıramıyordum. Ama şimdi tek elimle bile kaldıra¬bilirim!..

Sirkeci Garı'ndaki birahanede oturup demlenen Eşref'e, orada bulunanlardan biri,
- Üstadım, o güzel hicivlerinizin çoğunda isim olmadığı için kime yazıldığını anlayamıyoruz, der.
- Hicivlerim numarasız gözlük gibidir. Her rezile uyabileceği için isim belirtmiyorum!..
************

Macar şair Sandor Petöfi, nehrin karşı kıyısına geçmek zorundaydı ama hiç parası yoktu. Sandalcıya,
- Arkadaş, dedi. Sana verecek param yok, ama istersen
çok güzel bir öğüt verebilirim.
Kayıkçı, kabul eder ve karşıya geçerler. Petöfi, kıyıya adımını atar atmaz verir öğüdünü:
- Bana yaptığını başkalarına yapma, yoksa aç kalırsın...

***********


Cervantes artık ihtiyarlamıştı. Bir gün bir köy meyhane¬sinin önünde durup genç ve güzel meyhaneci kıza aşkını ilan etmeye başladı.
Kız pek yüz vermedi tabii:
- Otuz yıl önce buradan geçmiş olsaydınız belki aşkını¬za karşılık verebilirdim, dedi.
Cervantes gülümsedi önce:
- Otuz yil ônce de geçtim buradan. Ama o zaman anne¬nize rastlamışım ve tıpkı sizin sözlerinizi söylemiştim ben de ona...

*************

Meşhur bir sigara tiryakisi olan Reşat Nuri Güntekin'e
doktor öğüt veriyordu:
- Sigara bir taraftan iyidir, bir taraftan fena...
Güntekin, doktorun sözünü kesti:
- Merak etme doktor, ben sigarayı yalnız bir tarafından içerim.

*************

Bazı büyük adamların doğdukları ya da yaşadıkları evlerin üzerine, onlar öldükten sonra birer yazılı levha koyma adetinden söz ediliyordu.
Florinalı Nazım, Süleyman Nazife sordu:
- Üstad! Ben öldükten sonra kapıma koyacakları levhaya acaba ne yazarlar?
Süleyman Nazif, büyük bir ciddiyetle şu yanıtı verdi:
- Kiralık Ev!..

*************

İkinci Dünya Savaşı'nın ilk günleriydi. Karpiç Lokantası'nda bir politikacı içkinin de etkisiyle coşmuştu:
- Şu Hitler'in, bizim politikacılarırnızdan nesi fazla?
Lokantada bulunan Ercüment Ekrem Talû içkisinden bir yudum alıp yanıt verdi:
- Sadece H'si...

*************

Halit Fahri Ozansoy bir ziyafete davet edilmi§ti. Ertesi gün Ercüment Ekrem Talu'ya rastladı. Talu takıldı arkada§ına,
- Dün gece nerelerdeydin yahu!
- Sorma karde§im, kendimde değildim.
Talû başını salladı:
- Kimbilie ne rahat etmişsindir!

**************

Cağaloğlu'nda bir yazıya verilecek para konusunda çeşitli yöntemler, ölçütler kullanılır.
Çoğunlukla da yazının sayfa sayısı değil de imzası önemlidir yayıncılar için.
Vakit gazetesinde Hakkı Tank ise satır hesabına göre ödermiş parayı.
Bir gün Ortaç bu durumdan yakınınca, Ömer Seyfettin kıkır kıkır gülmeye başlar:
- Ah cancağızım, satırbaşı yapmaktan anam ağlıyor.
*************

Celal Sahir Erozan, bir dost toplantısında;
- Ben bir dulun ikinci kocası olmak istemem, dedi.
Süleyman Nazıf atıldı hemen:
- Peki birinci kocası mı olmak istersiniz?

***************

Ercüment Ekrem Çamlıca'da geniş bahçeli bir evde oturuyordu. Bir cuma günü Yahya Kemal ziyaretine gitti.
Evi kolayca buldu ama kapıdaki "Köpek vardır, dikkat ediniz" yazılı levhayı görünce irkildi birden:
- Eyvah, dedi. İçeriye ihtiyatla girmek lazım.
Önce kapıdaki çıngırağı çaldı kuvvetlice.
Gelen giden olmayınca ne olur, ne olmaz diye eline irice bir taş alıp tedirgin adımlarla bahçeye girdi.
En ufak çıtırtıya kulak kabartarak, eve doğru yürürken bir tane daha gördü aynı levhadan.
Tedirginliği arttı ama yürümeyi sürdürdü. Ama o da ne?
Bir normal "Köpek vardır dikkat ediniz" levhası daha! ..
Artık adım atacak cesareti kalmamıştı.
-Ercüment!.. Ercüment!.. diye bağırmaya başladı.
Ama sesine ses veren olmadı...
Yahya Kemal cesaretini toplayıp eve kadar yürümekten başka çaresi kalmadığını anladı. İhtiyatı elden bırakmayarak yürümeye başladı.
On beş-yirmi adım sonra evin kapısının önünde buldu kendini.
O sırada da Ercüment Ekrem bahçenin diğer köşesinden çıkageldi. Dostunu görünce sevindi.
- Vay, safa geldin Yahya Kemal!..
- Safa bulduk azizim ama ödüm de patladı.
- Ödün mü patladı? Sebep?.
- Daha ne olsun, her yanda levha asılı. Bağlı mı bari?
- Bağlı mı? Aman Yahyacığım nasıl kıyar da bağlarım?
Ercüment Ekrem, tam da o sırada evin arkasından dolaşıp gelen yumruk kadar fino yavrusunu gösterdi:
- Bak!..
Yahya Kemal köpeği görünce şaşırdı:
- Ay! O levhalar bunun için miydi?
- Değil mi ya, iki gözüm? Zavallı yavrucağızı görmeyip üstüne basarlar diye astım o levhaları!..






Gülümseyen Anlar Edebiyat Dünyasindan Fikralar
Derleyen: Enver Ercan





-----

.



--




1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu güzel sabah da yüzümde tebessümler oluştu,
Saygılar dilerim.