Doktorlar kesin
olarak içkiyi yasaklarlar Neyzen Tevfik'e. O günlerde Peyami Safa
ziyaretine gider.
Odanın köşesinde
büyük bir fıçı şarap görünce şaşırır tabii. Dayanamayıp sorar,
- Bu ne üstad, hani sen artık içmeyecektin? Neyzen Tevfik istifini bozmaz:
- Ne yaparsın oğul, içmezsem kuvvetten düşüyorum.
- Peki içkinin ne faydası oluyor?
- Olmaz olur mu? Mesela bu fıçı buraya geldiğinde yerinden kaldıramıyordum.
Ama şimdi tek elimle bile kaldırabilirim!..
Sirkeci
Garı'ndaki birahanede oturup demlenen Eşref'e, orada bulunanlardan biri,
- Üstadım, o güzel hicivlerinizin çoğunda isim olmadığı için kime
yazıldığını anlayamıyoruz, der.
- Hicivlerim numarasız gözlük gibidir. Her rezile uyabileceği için isim
belirtmiyorum!..
************
Macar şair Sandor
Petöfi, nehrin karşı kıyısına geçmek zorundaydı ama hiç parası yoktu.
Sandalcıya,
- Arkadaş, dedi.
Sana verecek param yok, ama istersen
çok güzel bir öğüt verebilirim.
Kayıkçı, kabul eder ve karşıya geçerler. Petöfi, kıyıya adımını atar atmaz
verir öğüdünü:
- Bana yaptığını başkalarına yapma, yoksa aç kalırsın...
***********
Cervantes artık
ihtiyarlamıştı. Bir gün bir köy meyhanesinin önünde durup genç ve güzel
meyhaneci kıza aşkını ilan etmeye başladı.
Kız pek yüz vermedi tabii:
- Otuz yıl önce buradan geçmiş olsaydınız belki aşkınıza karşılık
verebilirdim, dedi.
Cervantes gülümsedi önce:
- Otuz yil ônce de geçtim buradan. Ama o zaman annenize rastlamışım ve
tıpkı sizin sözlerinizi söylemiştim ben de ona...
*************
Meşhur bir sigara
tiryakisi olan Reşat Nuri Güntekin'e
doktor öğüt veriyordu:
- Sigara bir taraftan iyidir, bir taraftan fena...
Güntekin, doktorun sözünü kesti:
- Merak etme doktor, ben sigarayı yalnız bir tarafından içerim.
*************
Bazı büyük adamların
doğdukları ya da yaşadıkları evlerin üzerine, onlar öldükten sonra birer
yazılı levha koyma adetinden söz ediliyordu.
Florinalı Nazım, Süleyman Nazife sordu:
- Üstad! Ben öldükten sonra kapıma koyacakları levhaya acaba ne yazarlar?
Süleyman Nazif, büyük bir ciddiyetle şu yanıtı verdi:
- Kiralık Ev!..
*************
İkinci Dünya
Savaşı'nın ilk günleriydi. Karpiç Lokantası'nda bir politikacı içkinin de
etkisiyle coşmuştu:
- Şu Hitler'in, bizim politikacılarımızdan nesi fazla?
Lokantada bulunan Ercüment Ekrem Talû içkisinden bir yudum alıp yanıt
verdi:
- Sadece H'si...
*************
Halit Fahri
Ozansoy bir ziyafete davet edilmi§ti. Ertesi gün Ercüment Ekrem Talu'ya
rastladı. Talu takıldı arkada§ına,
- Dün gece nerelerdeydin yahu!
- Sorma karde§im, kendimde değildim.
Talû başını salladı:
- Kimbilie ne rahat etmişsindir!
**************
Cağaloğlu'nda bir
yazıya verilecek para konusunda çeşitli yöntemler, ölçütler kullanılır.
Çoğunlukla da
yazının sayfa sayısı değil de imzası önemlidir yayıncılar için.
Vakit gazetesinde
Hakkı Tank ise satır hesabına göre ödermiş parayı.
Bir gün Ortaç bu durumdan yakınınca, Ömer Seyfettin kıkır kıkır gülmeye
başlar:
- Ah cancağızım, satırbaşı yapmaktan anam ağlıyor.
*************
Celal Sahir
Erozan, bir dost toplantısında;
- Ben bir dulun ikinci kocası olmak istemem, dedi.
Süleyman Nazıf atıldı hemen:
- Peki birinci kocası mı olmak istersiniz?
***************
Ercüment Ekrem
Çamlıca'da geniş bahçeli bir evde oturuyordu. Bir cuma günü Yahya Kemal
ziyaretine gitti.
Evi kolayca buldu
ama kapıdaki "Köpek vardır, dikkat ediniz" yazılı levhayı görünce
irkildi birden:
- Eyvah, dedi.
İçeriye ihtiyatla girmek lazım.
Önce kapıdaki çıngırağı çaldı kuvvetlice.
Gelen giden
olmayınca ne olur, ne olmaz diye eline irice bir taş alıp tedirgin
adımlarla bahçeye girdi.
En ufak çıtırtıya
kulak kabartarak, eve doğru yürürken bir tane daha gördü aynı levhadan.
Tedirginliği
arttı ama yürümeyi sürdürdü. Ama o da ne?
Bir normal
"Köpek vardır dikkat ediniz" levhası daha! ..
Artık adım atacak
cesareti kalmamıştı.
-Ercüment!.. Ercüment!.. diye bağırmaya başladı.
Ama sesine ses veren olmadı...
Yahya Kemal cesaretini toplayıp eve kadar yürümekten başka çaresi
kalmadığını anladı. İhtiyatı elden bırakmayarak yürümeye başladı.
On beş-yirmi adım
sonra evin kapısının önünde buldu kendini.
O sırada da Ercüment Ekrem bahçenin diğer köşesinden çıkageldi. Dostunu
görünce sevindi.
- Vay, safa geldin Yahya Kemal!..
- Safa bulduk azizim ama ödüm de patladı.
- Ödün mü patladı? Sebep?.
- Daha ne olsun, her yanda levha asılı. Bağlı mı bari?
- Bağlı mı? Aman Yahyacığım nasıl kıyar da bağlarım?
Ercüment Ekrem, tam da o sırada evin arkasından dolaşıp gelen yumruk kadar
fino yavrusunu gösterdi:
- Bak!..
Yahya Kemal köpeği görünce şaşırdı:
- Ay! O levhalar bunun için miydi?
- Değil mi ya, iki gözüm? Zavallı yavrucağızı görmeyip üstüne basarlar diye
astım o levhaları!..
|
2 yorum:
Çok güzeller, sabahın bu erken saatinde gülümsettiler.
ilginize teşekkürler, dost selamlar.
Yorum Gönder