1 Şubat 2020 Cumartesi

DİLİMİZ TİKLENDİ-TÜRKÇEMİZ KİLİTLENDİ


DİLİMİZ TİKLENDİ- TÜRKÇEMİZ KİLİTLENDİ

            Eskiden dilimiz bu kadar tikli değildi. Bebeklere giydirilen patikte vardı tik. Çok “asortik” giyinen kişilere “sosyetik” denirdi sadece. Bu tür insanlar hizmetçilerine “domestik” diye seslenirlerdi. Aydın çevrelerde estetik, fantastik, ekzotik, betik gibi sözler kullanılırdı, duygusal kişiler “romantik”ti. Derken medyatikleştik ve tikler akın etti. Güzelleşme sevdalısı kadınlarımız, kızlarımız estetik ameliyatlar olunca estetik sözü yaygınlaştı. Estetik nedir bilmeyen, kullanmayan kalmadı. Sonra “butik”ler ortaya çıktı; terzilerin pabuçları dama atıldı. Sentetik kumaşlar kullanıldı, insanlar da sentetikleşti!
            Tıraş olan erkekler ustura, jilet yerine “permatik” kullanır oldular. Yıldızlarımız “erotik” pozlar verdiler, erotik filmler çevirdiler. Bankalarımız bankamatik kartları çıkardılar, insanları bu kartlara alıştırdılar. Temizleme tozlarımız da “matik”lendi! Atılan “madik” ler yetmedi; temiz sözcüğü yerine “hijyenik” denildi, olaya “otomatik” bir kültürel giriş yapıldı; doğru yol varken eğri yollara sapıldı. “Hijyenik” sözcüğünde hem bir derinlik, serinlik, hem de “akustik” bir özellik vardı. Temiz sözcüğü onun yanında pek basit kalıyordu!
            Reklâmlarla bu söz kulaklarda yer edindi. Bilmeyenler daha başka bir şey sandı. Bu pek “etik” olmadı ama kimse önemsemedi, tepki göstermedi. Zaten “etik” sözcüğünü ahlak değil de başka bir şey, “sosyal içerik”li bir söz olarak algılayanlar vardı...
            Bunlar yetmemiş gibi, Türkçe dokunmak sözcüğünden “dokunmatik” türetildi(!)
            Bakalım bu üretme ve türetmeler daha ne kadar sürecek? Orası belli değil ama bilinen bir şey var. O da şu; Dilimiz kirlendi, tiklendi, tikleri arttıkça Türkçe kilitlendi. Kapımızı yabancı hayranlığına, yabancı sözcüklere ardına dek açtık; başkalarına özenip onları gökyüzüne yükseltirken, özümüzü yerlere saçtık, ayaklar altına aldık.
            Durumumuz “kritik”, işimiz “bitik”tir.
            Türkçemize kıyanlar bizden daha atiktir!

ERHAN TIĞLI

29 Ocak 2020 Çarşamba

ÇİÇEKLE BENİ


ÇİÇEKLE BENİ

Gel de çiçekle beni
Dağılsın kör karanlığım
Sağır yalnızlığım
Çiçek açtırsın gökyüzümde yıldızların
Çiçeklerinin yıldızı yağsın
Gönül bahçeme
            **
Gel de bir el uzansın içime
Bütün ışıklarımı yaksın
Gökkuşağınla bezensin evrenim
            ***
Gel de yırtsın hüzün defterimi
Silsin derdimi çilemi
Mutluluk dokuyan gül ellerin
Sevdamızın kitabını yazsın
Güzelliğini aşktan alan gözlerin
********


GÜZELLİK ÇEŞMESİ

GÜZELLİK ÇEŞMESİ
Profesör İ. Hakkı Baltacıoğlu, öğrencilerine Sultanahmet Çeşmesi’nin güzelliğinden söz ediyormuş. Biri ayağa kalkmış,”Efendim, ben o çeşmeyi inceledim ama sizin söylediğiniz güzellikleri göremedim “. Profesör ona kitap okuyup okumadığını, güzelliklere düşkün olup olmadığını sormuş. Hepsine de hayır yanıtını alınca acı acı gülmüş. “Boşuna uğraşmayalım, demiş. Ne ben sana bu çeşmenin güzelliğini anlatabilirim ne de sen anlayabilirsin.
İşte burada olduğu gibi gönül gözü kör kişiler her gün önünden gelip geçtikleri güzelliklerin farkına varamadıkları gibi, doğanın doğal güzelliklerin kirletilmesine, bahçeli evlerin yıkılıp apartman yapılmasına aldırmazlar.
Çevreyi temiz tutmak, doğayı korumak akıllarına gelmez. Onlar için önemli olan güzellik değil, bu güzelliğin kaç para ettiği, ne kadar çıkar sağlayacağıdır.
Güzellikleri özümsemeyen bu tür kişilere insan gözüyle bakmayalım, güzelliklerimizi yok etmelerine, kirletmelerine engel olalım.
HİÇ KESİLMESİN MUTLULUK ÇEŞMEMİZİN SUYU VE KURUMASIN GÜZELLİK ÇİÇEKLERİMİZ ÖMÜR BOYU.

27 Ocak 2020 Pazartesi

Ağzımızın Tadı Ne Zaman Gelecek?

AĞZIMIZIN TADI NE ZAMAN GELECEK?
Kente çalışmaya giden Irgat Ali, orada bir yıl kaldıktan sonra güç bela köyüne dönebilmişti. Yolcuk o kadar çetin geçmişti ki, evine gelir gelmez hemen kendini yatağa attı ve derin bir uykuya daldı. Kocasından umduğu sevgiyi, ilgiyi göremeyen kadın hayal kırıklığıyla uyuyamadı, kalktı, süt sağmaya gitti. İnek huysuzluk edince öfkesini ondan aldı, ineğe bir şamar indirdi, “Tepemi attırma sarıkız! Uslu dur yoksa karışmam ha!” diye bağırdı. Gürültüyü duyan meraklı komşusu ne olduğunu sordu.
“Daha ne olsun?” dedi dertli kadın. “Aydın’dan dayı geldi/Dayı değil, ayı geldi!”
Sabahleyin Irgat Ali neşeyle yatağından kalktı, uykusunu almanın, yorgunluğunu gidermenin verdiği mutlulukla karısına gereken ilgiyi gösterdi, onu öptü kokladı. Kadın sevinçle süt sağmaya gitti. İnek gene huysuzluk etti ama bu sefer kızmadı:
“Uslu dur bakayım kızım” diyerek ineğini okşadı.
Meraklı komşu gene ortaya çıktı:
“Bu sabah pek neşelisin. Hayrola, nedir bunu sebebi?” diye sordu.
Kadın, ağzı kulaklarında şöyle dedi:
“Aydın’dan kadı geldi
Ağzımın tadı geldi!”
*****
Bu öykücükte olduğu gibi, ağzımızın tadı kaçtı yıllardır. Eski tadı alamıyoruz hiçbir şeyden. Meyve ve sebzeler hormonlu, dostluklar silikonlu, güzeller botokslu! Eşyalar plastik ve naylon, yaşamak da öyle... Doğal güzellikleri yok ediyor, her yanı suni, yapmacık güzelliklerle dolduruyoruz. Bahçeli evleri yakıp yıktıktan sonra yerlerine apartman dikmeyi marifet sanıyoruz. Çarpık kentleşme ve sözde uygarlaşmayla çevreyi kirletiyoruz. Kısacası hayatımız duman! Bu kötü gidişe son vermesi gereken kadılar kötülerle ortak. İşte bu yüzdendir ki, kurumuyor bir türlü içine düştüğümüz batak. Sonumuz karanlık. Çünkü doğruluk, iyilik, güzellik tutsak; aydından gelemiyor köyümüze hiç biri. Ayılarla dayılar yollanıyor ancak yanımıza, yöremize. Sağmal inek gibi sağılıyoruz boyuna. Son veremiyoruz bu alicengiz oyununa. Bu durumdan ne zaman kurtulacağız? Olaylara seyirci kalmaz ve olup bitenlere öküzün trene baktığı gibi bakmazsak...
Tığlı Erhan bir fotoğraf paylaştı.

26 Ocak 2020 Pazar

İçinizdeki Cevher


İÇİNİZDEKİ CEVHER
Küçük bir Zenci çocuk şehrin lunaparkında dolaşırken bir satıcının elindeki balonları seyre dalmıştı.
Her renkten ve her bicimden balonlar ışıl ışıl parlıyordu.
Derken birdenbire kırmızı bir balon kazara bağlandığı yerden kurtularak havada uçarak aşağıdan seçilemeyecek kadar yükseldikten sonra gözden kayboldu.
Bu manzarayı seyretmek için öyle bir insan kalabalığı toplanmıştı ki satıcı bir tane daha bırakmanın iyi bir reklam olacağını düşünerek havaya parlak sarı renkte bir balon daha bıraktı.
Arkasından bir tane de beyazını çözdü.
Küçük zenci olduğu yerden büyük bir hayranlıkla ardı ardına ucan rengarenk balonları seyrettikten sonra:
"Baloncu amca, dedi. Acaba bir tane de siyah renkte balon bıraksanız, ötekiler kadar yükselir mi?"
Baloncu adam, anlayışlı bir bakışla çocuğa tebessüm etti, siyah renkli bir balonu çözdü. Parmaklarını gevşetip onu da boşluğa bırakırken:
"Yavrum" dedi.'BİZİ YÜKSELTEN DIŞIMIZDAKI RENK DEĞIL, İÇİMİZDEKI CEVHERDİR.
 Haydi; Şimdi siz de içinizdeki Cevheri ortaya çıkarın ve yükseklere ulaşın...