4 Mayıs 2018 Cuma

GÜLÜŞÜN ŞİİRİ

GÜLÜŞÜ ŞİİRLİM 
Sımsıcak el eden bal gülüş 
Kıvılcımlandırdı benliğimi 
Dağlardaki çoban ateşlerine döndüm 
Işıl ışıl bir özlemle 
Çiçeklere büründüm. 
Güller yağdıran bir el 
Nakış nakış işledi içime sevgiyi 
Giydirdi mutluluk adlı gökkuşağı giysiyi
Sevincim duramadı yerinde
Kuşlara parmak ısırtan bir uçuşla
Ulaştı gökyüzünün en yüksek katına
Dağlar, denizler selam durdu sevdama
Taht kurdum yaşamanın doruğuna
Aktım özveri pınarına
Gülüşünün verdiği aşkla coştum
Mest oldum güzelliğinin şarabıyla
Türküleştirdi benliğimi
Gözlerinin şiiri
Erhan Tığlı 




1 Mayıs 2018 Salı

Bebekle Eşek!

 ev sahibi, sizi nerede yatıralım acaba? Bizim odadan başka bebeğin odası, bir de tavan arasında bir oda var. Nerede yatmak istersiniz, diye sormuş. Adam bebeğn odasında rahat edemem. Gece ağlar mağlar da uykumu kaçırır, diye düşünmüş, tavan arasındaki odada yatmak istediğini söylemiş. Yatmış ama sabaha kadar farelerin gürültüsünden uyuyamamış, sabahı zor etmiş.
Ertesi sabah yüzünü yıkamak için çeşmenin yanına geldiğinde orada bebek gibi güzel bir kız görmüş. Kıza kim olduğunu sormuş.Kız, benim adım Bebek. Bu evin kızıyım. Sizin adınız nedir, demiş. Adam bin pişman, içini çekerek şöyle demiş: Benim adım da eşek kızım, eşek!

30 Nisan 2018 Pazartesi

DOST VAR DOST VAARR!

Dost vardır şemsiye olur; yağmurdan, kardan korur
Dost vardır; yağmur, kar yağdığında hemen ortadan kaybolur!
Dost vardır; işine gelirse dağları bile deler,
İşine gelmezse ipe un serer...
Kimi dostların aldanırsın havasına
Şemsiye almazsın yanına
Ama birden sarar gökyüzünü kapkara bulutlar
Islanırsın iliklerine kadar yağmurunda karında...
Ne olursa olsun gene de dara düştüğünde
Dosttur ilgi ve sevgisiyle tutan elini
Onunla anlarsın yaşamanın güzelliğini


DAYANIŞMANIN GÜZELLİĞİ

DAYANIŞMANIN GÜZELLİĞİ
Dayanışmak dayanmak sözcüğünden türemiştir. Dayanmanın kökü de dayamaktır. İşini bilen kişiler sırtlarını amcaya, dayıya dayarlar. Saygısızlar da ayaklarını masaya dayayıp otururlar. Nelere dayanmayız ki! Ama atalarımız, “Duvara dayanma, yıkılır; insana dayanma, ölür” diyerek başkalarına dayanmanın çıkar yol olmadığını dile getirmişlerdir. Ayrıca hazıra dağ dayanmaz, hazır yiyiciler gün gelir aç kalabilirler. Herkes açlığa dayanamaz. Kötü duruma düşmüş kişileri de görmeye dayanamaz, hemen başka bir kanala geçeriz! Dayanamayacağımızı, “Buna can dayanmaz” diye belirtiriz. Şeyh Galip, bir şiirinde, “Yine zevrak-ı derunum kırılıp kenara düştü/ Dayanır mı şişedir bu reh-i sengsare düştü” diyerek, gönül gemisinin kırılıp kenara düştüğünü, yani gönlünün çok kırıldığını anlatıyor. Şişedir bu, taşlı yola düşünce dayanır mı, diye soruyor...
Bir şarkıda şöyle soruluyor:
“İki gemi yan yana; haylayabilir misin,
Yârim benim sevdama dayanabilir misin?”
Süavi Süalp adlı mizah yazarımız yazılarıyla geçinmeye çalışan bir kişiydi. Bu konuda o kadar çok darbe yemişti ki... Ama o bütün bunlara dayanmaya çalıştı. Hatta son kitabının adını, “Gene İyi Dayandık” koydu ama bir süre sonra dayanamadı, yaşlılığın tadını çıkaramadan bu dünyaya veda etti. Ben de sevginin, saygının yok olmaya başladığı bu dünyanın durumuna dayanamadım ve aşağıdaki taşlamayı yazdım:
“Aydın’dan çıktım yayan
Ne seven var ne sayan
İş başa düştü artık
Dayan dizlerin dayan!”
A. İlhan’a göre bu dünya bir kurtlar sofrasıdır, orada koyunların, kuzuların yaşama hakkı yoktur, kurt kanunu hüküm sürer. Bir görüşe göre, insan insanın kurdudur. Atalarımız toplumsal dayanışmanın önemini vurgulamak için, “Sürüden ayılanı kurt kapar” demişlerdir.
Konuşmalarımızı bir düşünceye, bir görüşe dayanarak yapmalıyız, yoksa inandırıcı olamayız. Borcunu zamanında vermeyenlerin kapısına alacaklı dayanır. Bir eşya, bir mal alırken ne kadar dayanacağını düşünürüz, dayanıklı tüketim mallarından almaya çalışırız. Milas Kundera’nın çok beğenilen eserinin adı “Var olmanın Dayanılmaz Hafifliği” adını taşır. Dayanılmaz durumu, “Bıçak kemiğe dayandı” diye açıklarız. Orhan Veli Kanık, “Gelirli Şiir”inde nelere dayanamadığını bakın nasıl anlatıyor:
“İstanbul’dan ayva da gelir nar gelir
Döndüm baktım bir edalı yâr gelir
Gelir desen dar gelir
Gün aşırı kapıma alacaklılar gelir.
Aman aman dayanamam
Bu iş bana zor gelir!”
Haksızlıklara dayanamayız ama bunu başkalarıyla paylaşacağımıza, kendi kendimize söylenerek, homurdanarak dile getiririz. Söz gelişi, bir sürücü arabasına fazla yolcu alır, herkesi sıkıntıya sokar, buna ses çıkarmadığımız gibi tepki göstereni desteklemez, aman başım belaya girmesin diye susar, onu yalnız bırakırız. Bu eylemimiz(!) hemen her yerde ortaya çıkar. Batılı toplumlar gibi dayanışma gücümüz yoktur. Oturduğumuz apartmanda herkesi rahatsız eden kişi hakkında imza toplamak, imza toplayanları desteklemek işimize gelmez. Hatta vatandaşlık hakkımızı bile korumayız...
Kimi zaman karşımızdaki bizi öyle kızdırır ki, dayanamaz, yapmamamız gereken şeyler yaparız, cinayet bile işleriz. Trende bir yolcu üçüncü mevki bilet almış, gitmiş birinci mevkiye oturmuş, üstelik herkesin gelip geçeceği yere kocaman bir bavul koymuş. Biletçi ona buradan kalkmasını söylemiş ama bizimki oralı bile olmamış. Tartışmaya başlamışlar. Biletçi kızmış, “Hem biletinin bulunduğu mevkiye geçmiyorsun, hem de yol üstüne kocaman bir bavul koymuşsun. Mademki öyle, ben de bu bavulunu pencereden dışarı atarım” demiş ve dediğini de yapmış. Yolcu biletçinin boğazına sarılmış, “Katil! Oğlumu öldürdün” diye bağırmış. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak budur işte!
Onurumuza dokunacak sözler karşısında da soğukkanlılığımızı koruyamayız.
Ünlü tiyatrocu Bedia Muvahhit, bir partide sosyetik bir bayanla karşılaşmış. Bayan kırıtarak, “Ben de bir zamanlar sizin gibi tiyatrocu olmak istemiştim ama babam orospu olursun diye kabul etmedi” diye konuşmuş. Ünlü tiyatrocu dudaklarını büzerek sormuş:
“Peki sonra ne zaman oldunuz hanımefendi?”
Yaşlılar bastonlarına dayanarak yürümeye çalışırlar. Hepimizin dayanağı dost ve arkadaşlarımızdır. Arkadaş sözcüğünün dayanmakla ilgili bir söz olduğunu biliyor musunuz?
Eski Türkler, düşmanlarıyla savaşırken arkalarını bir taşa dayarlar, o taşa dayanarak arkalarını güven altına alırlarmış. Buradan önce arka-taş, daha sonra da arkadaş sözü ortaya çıkmış. İyi arkadaş taş gibi arkamızda durur, bize davranışlarıyla güven verir, “Korkma, arkanda ben varım” der. Bir yakınımız ya da çok sevdiğimiz bir kişi öldüğü zaman bu acıya dayanamayacağımızı sanırız. Dost ve arkadaşlarımızın tesellileri zamanla bu acımızı hafifletir, küllendirir. Bu dayanışmayı keşke her yerde gösterebilsek!
Dayanışma uygarlıktır. Dernekler, sendikalar, partiler, örgütler dayanışma amacıyla kurulmuşlardır ama bizde başa geçme, öne çıkma hırsı yüzünden en iyi dostlar bile birbirlerine girerler, bölünürler, çeşitli gruplara, fraksiyonlara ayrılırlar, savaşırlar...
Bu durum edebiyatta, yazarlar arasında da görülür. Ödül kazanan kişi karalanmaya, değersiz kılınmaya çalışılır. Gruplaşmalar başlar. Bir grubun üyesi ağzıyla kuş tutsa dahi karşı grup üyelerine yaranamaz ama kendi grubundan abartılı övgüler alır. İnternette blog yazarları arasında da görülüyor bu durum. Yazılar okunup tarafsız yorumlar yapılmıyor. Kişi kendi arkadaşlarının desteğiyle ön plana çıkıyor. Reklâm yapma gücü ve fazla arkadaşı olmayan blokçu ne kadar güzel yazılar yazarsa yazsın, hiç sözü edilmiyor. Blog yöneticilerinin bu duruma bir çare bulmaları, yazıları değerlendirip okuyuculara tanıtması, duyurması gerekir. Küçük yarışmalar, teşvik edici önlemlerle bu haksız rekabete dur denilebilir.
Dayanışmaz; el ele verip aydınlığa koşmazsak, dayanışmanın verdiği güçle coşmazsak ve de iyileri, güzelleri yalnız bırakırsak, dertlerin paylaşmazsak nasıl meydan okuyabiliriz kötülere, çirkinlere, nasıl göğsümüzü gere gere dolaşabiliriz insanım diye?
Dayanışalım; hep birlikte karlı dağları aşalım. Dayanışalım; doğruya, iyiye, güzele ulaşalım. Dayanışalım; insancıllığa, uygarlığa, yeniliklere koşalım. Erdem ve özveride buluşalım, mutluluğu bölüşelim; güle, karanfile dönüşelim.
***Erhan Tığlı***
Daha fazla ifade göster


5y
BeğenDaha fazla ifade göster

29 Nisan 2018 Pazar

Acı Acı Güldüren Derin derin düşündüren bir kısa öyküm

Dar gelirli, bol giderli olduğu belli olan yoksul giyimli ve yılgın bakışlı bir kişi yazıhaneden içeri çekinerek girdi. Karşısına çıkan avukata kendisine bir şey danışmak istediğini söyledi. Avukat, “Konu nedir?” diye sorunca kekeleyerek “işkence” dedi.
“Hapiste mi işkence gördünüz?”
“Hayır, Etliye sütlüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan bir vatandaşım ben. Hapishanenin yanından bile geçmiş değilim.”
“O zaman, karakolda işkence ettiler size.”
“O da değil beyim. Yasalara harfiyen uyan bir vatandaşım. Karakolun yerini bile bilmem. Bu yaşıma kadar tanık olarak dahi karakola düşmedim.”
Avukat dudak bükerek adamın yüzüne baktı:
“Öyleyse nerede gördünüz bu işkenceyi? Merak ettim. Anlatın bakalım” dedi.
Adam içini çekerek söze başladı:
“Her gün, her yerde işkence ediyorlar bana, benim gibilere. En büyük işkenceyi politikacılardan görüyoruz. Muhalefette doğru söylüyorlar ama iktidara geçince şaşıyorlar. Verdikleri sözleri tutmuyor; umduğumuz dağlara kar yağdırıyorlar. Sorunlarımıza çözüm arayacakları yerde birbirleriyle kavga ediyor, çekişiyorlar. Enflasyon düştü diyorlar alay eder gibi ama her gün zam yapılıyor yiyecek içeceklere. Havanda su dövdükleri yetmemiş gibi, nutuk atarak, her yeri güllük gülistanlık göstererek bizi kandırıyorlar. Güller onların oluyor, dikenleri bize batıyor. Kafa ütüledikleri yetmemiş gibi bir de lafla peynir gemisi yürütüyorlar. Evet, yürütüyorlar efendim, yürütüyorlar…”
Avukat bir şey diyecek oldu, adam bir el hareketiyle onu susturdu:
“Daha söyleyeceklerim bitmedi. Dinleyin hepsini de ona göre konuşun” diyerek sözlerini sürdürdü. “Ben sporu çok severim. Nafakamdan kesip maçlara gidiyorum, hep hayal kırıklığına uğruyorum. O kadar eziyet çekiyoruz ama güzel bir oyun yerine kör dövüşü seyrediyoruz. Milyarlık topçular bize keçiboynuzu çiğnetiyorlar. Stadyumlarda toplu işkence yapılıyor seyircilere. Zevk alamıyoruz oynanan oyunlardan. Kahroluyoruz!”
“Haklısınız ama elden ne gelir. Suç onlarda değil, Böylelerine yüz verenlerde.”
“Belki düzelirler diyor, sabrediyoruz ama sonuç sıfır. Neyse, bir başka şikâyetim de medyadan. Bizim sesimiz, gözümüz, kulağımız olacakları yerde magazin yıldızlarının rezaletlerine, çıplak fotoğraflarına yer veriyorlar sayfalarında, ekranlarında. Felaket ve kaza haberleriyle, politikacıların incir çekirdeğini doldurmayan demeçleriyle içimizi karartıyorlar.”
Adam susunca avukat:
“Söyleyecekleriniz bitti mi?” diye sordu.
“Evet, bitti sayılır” dedi adam. “Aslında söyleyecek sözüm çok ama…”
“Haklısınız bu yakınmalarınızda” diye konuştu avukat. “Haklısınız ama benim bu konuda yapacak bir şeyim yok ki, niye anlattınız bunları bana?”
“Artık sabrım taştı” diye bağırdı adam. “Başımıza bu dertleri saran ilgilileri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikâyet etmek, haklarında dava açmak istiyorum. Bana bu konuda yardımcı olursanız sevinirim.”
Avukat acı bir gülüşle adamın yüzüne baktı. Ne diyeceğini bilemedi.