2 Mayıs 2024 Perşembe

BURUNLU GÜLMECE

Burun deyip geçmeyin. O, en önemli organlarımızdan biridir. Şaire bir anlık görmeyle şiir yazdırıyor, Karadenizliler burunlarından tanınıyor. 2. Abdülhamit, burnu büyük olduğu için burun kelimesini yasaklamış, yazarlar karalardaki burunlardan söz ederlerken karaların denize doğru olan çıkıntıları demek zorunda kalmışlar, ceza yememek için. Gururlu, kendini beğenmiş kişiler burunları havada dolaşırlar, burunlarından kıl aldırmazlar. Çektiğimiz zorlukları anamdan emdiğim süt burnumdan geldi, diye belirtiriz. Ana babasına çok benzeyen çocuklar için, “Hık demiş, burnundan düşmüş” deriz. Kadınlar güzel görünmek için burun ameliyatı olurlar. Bazı kimseler burunlarına enfiye, kokain çekerler... Burunla ilgili şöyle bir fıkra var: Köye yeni atanan hoca camiye pek gelen olmadığını görünce köylülere bunun nedenini sorar. Namaz duası bilmediklerini söylerler. Hoca “Ben yüksek sesle dua okurum, siz de tekrar edersiniz” der. “Tamam” derler. Hoca yere eğildiğinde burnu taban tahtalarının arasına kısar, can acısıyla “Burnum kıstı” diye bağırır. Bunun dua olduğunu sanan cemaat “Burnum kıstı” diye tekrarlar. Hocayı kurtarmaya gelen olmaz! Bir süre sonra burnunu kurtaran hoca hiçbir şey olmamış gibi namaza devam eder. Namaz bitip de camiden çıkarken bir genç hocaya yaklaşır, “Duanız çok güzeldi. Hele o son duanıza bayıldım. Hiç böyle bir dua duymamıştım” der. Yazımı ders verici bir fıkra ile bitiriyorum. Adamın birine bir cin görünür, ona üç dilekte bulunmasını söyler. “İyi düşün taşın. Dileğinden vazgeçersen hakkını kaybedersin, geri dönüş yok” der. Adam düşünürken kaynanası içini çeker, “Şimdi şöyle mis gibi bir börek olsaydı da yeseydik” der. Hemen bir tepsi börek gelir önlerine. Adam kızar, “Dileğin birisini senin yüzünden heba ettik. Her işe burnunu sokmasan olmaz mı, hay o börek burnuna yapışaydı!” diye bağırır. Börek kaynananın burnuna yapışır. Bir hakları kalmıştır. Damat, kaynanasını “Ses çıkarma da şöyle güzel bir dilekte bulunalım” diye uyarır ama kadın “Ben böyle burnu börekli halde el yüzüne nasıl bakarım?” diye itiraz eder. Bir süre çekişirler, onun yalvarmalarına dayanamayan adamcağız, “Börek kaynanamın burnundan düşsün” der. Böylece üç dilek te boşa gitmiş olur. ERHAN TIĞLI

29 Nisan 2024 Pazartesi

EŞEĞİN TÜRBESİ

Şeyhin biri türbe etrafında kurulmuş dergahta kendisine çok yardım eden iyi bir adama el vermiş; -“Var git sen de kendi dergahını kur, ama şu topal eşekten başka sana verecek bir şeyim yok” demiş. Adam önde topal eşek arkada az gitmişler uz gitmişler dere tepe derken eşek zaten yaşlı, ölüvermiş… Adam eşeği gömmüş, başına oturup kara kara düşünürken bir kervanbaşı durup sormuş “Kimin bu mezar, sen ne yapıyorsun?” -Adam “Çok değerli bir şeyhti, öldü, gömdüm, bırakıp gidemiyorum” deyince kervandakiler hemen bir türbe inşa etmişler, bizim adam da oranın şeyhi olmuş. Zaman geçmiş, yeni şeyh ve türbe çok çok ünlü olmuş, eski şeyhi de duymuş ziyarete gelmiş. Yatma saati gelip kalabalık dağılıp yalnız kalınca eski şeyh yeni şeyhe sormuş: -“Türbede yatan kim?” -Yeni şeyh “Aman şeyhim sus kimse duymasın, senin verdiğin topal eşek o” deyince eski şeyh kahkahayı basmış: “Benim türbedeki de onun anası…! Not: Her konuşanı Alim, Her susanı Cahil sanma..! Dış görünüşe aldanma.” Her şeyin bir dış görünüşü, bir de içyüzü vardır. Onun için yalnız dış görünüşe bakarak yargıya varmak insanı aldatabilir. Cemal Damar iletsi

PARMAKLA GÖSTERİLEN ADAM

PARMAKLA GÖSTERİLEN ADAM Parmak vücudumuzun ufacık bir organı, elimizin uzantısıdır ama uygarlık onunla başlamıştır diyebiliriz; çünkü insanlar merak ettikleri şeylere önce parmaklarıyla dokunup yokladıktan sonra onların ne olduğunu, ne işe yaradıklarını anlamaya çalışmışlardır. İnsanların eşit olmadıklarını “Beş parmağın beşi bir mi?” diye vurgularız. Politikacılar yoksulların ağızlarına bir parmak bal çalarlar, kendileri ise bal tutar, parmaklarını yalarlar. Çok hünerli kişileri “on parmağında on marifet var” diye tanımlarız. Dedikoducular bizi parmaklarına bir doladılar mı kurtulamayız ellerinden, dillerinden. Her cinayette bir kadın parmağı aranılır. Alacağımız bir şeyi unutmamak için parmağımıza ip bağlarız. Pişirilen yemeğin ne kadar güzel olduğunu belirtmek için, “parmaklarını yersin” deriz. Hayran ve şaşkın kalanlar parmaklarını ısırırlar. Parmağını her işe sokmak her şeye karışmak demektir. Birini azarlarken işaret parmağımızı yukarıya doğru sallarız, küçük çocukları “parmak kadar” diye küçümseriz. Kimi dikkatsiz işçiler iş yaparken parmaklarını makineye kaptırırlar. Parmak günlük yaşamımızda önemli bir yer tutar. Kıbrıs’ta ve Söke dolaylarında Beşparmak Dağları vardır. Bir tatlımızın adı vezirparmağıdır. İstanbul’da Parmak kapı semti bulunur. Düşmeyelim diye evlerimizin ya da balkonumuzun önüne parmaklık yaptırırız. Parmaklamayı, parmak atmayı pek severiz. Kurnaz kişiler bizi parmaklarında oynatırlar. Benciller de başkaları için parmaklarını bile oynatmazlar. Oynarken parmaklarımızı oynatır, avucumuza değdiririz. Parmaklarımız kimi zaman konuşma yerine geçer. Parmaklarımızı birbirine sürtersek “para” demektir. Dikkat çekmek için parmaklarımızı şaklatırız. Freud güzel bir noktaya parmak basıyor: “Birini işaret ederek suçlarken işaret parmağınız onu, diğer üç parmağınız ise sizi gösterir.” Başparmağımızla işaret parmağından bir yuvarlak yapıp karşımızdaki kişiye uzatıyorsak onun eşcinsel olduğunu “ima” etmiş oluruz. Aynı el hareketini gözümüzün hizasında yapıyorsak karşımızdakini “takdir” ediyor ve “mükemmel” mesajı yolluyoruz demektir. Okuma yazma bilmeyenler başparmaklarını mürekkebe batırarak imza atarlar. Parmaklarımızı yukarda birleştirip sallarsak yediğimiz yemeğin güzel olduğunu, işlerin yolunda gittiğini belirtmiş oluruz. Araplarda ise “sakin ol” demektir. Başparmağımız hava olursa “sorun yoktur, her şey yolundadır”. Bozkurt selamıyla metalcilerin hareketi birbirine benzerler; iki işaret de kurt simgesini andırırlar. Akdeniz ülkelerinde ise “baban boynuzlu” anlamına gelir! Orta parmağın yukarı kalkışı “küfür” etmekle eşdeğerdedir... İkinci dünya savaşında İngiltere başbakanı Churchil parmaklarıyla “zafer bizimdir” anlamında V işareti yaparak halkına moral vermiş, bu işaret sonradan simgeleşmiştir. Parmaklarımızı yumarak yumruk yaparız, böylece gücümüzü vurgular, düşmanlarımıza meydan okuruz. Bir parmaklı türküde şöyle deniliyor: “Karadut parmak gibi Dökülür ırmak gibi Beni yârden ayıran Kurusun yaprak gibi” Bir maniye göz atalım gelin: “Hoştur bal ile kaymak Yiyelim parmak parmak Nazlı yâre sarılmak Cennetten gül koparmak” Parmak deyip geçme. Her parmağın ayrı adı vardır: Başparmak, serçe parmağı, yüzük parmağı, işaret parmağı... Evlilik parmağa yüzük takmakla başlar. Öğrenciler, soru sormak, söz almak için parmak kaldırırlar. Aziz Nesin’in de değindiği gibi; İnsanın en marifetli parmağı işaret parmağıdır. Hem işaret etmeye, hem karıştırmaya, hem de başka işlere yarar. Bal tutunca yalayacağınız işaret parmağınızdır. Madik atmak işaret parmağıyla olur. Parmaklamak da işaret parmağının görevi…”Bu işte kadın parmağı var” denildiğinde, herhalde hiç kimse kadının zavallı serçe parmağını ya da baş parmağını düşünmez. Önderler hedef gösterirlerken, hedefleri, parmaklarının en uğursuzu olan yüzük parmağıyla değil, işaret parmaklarıyla gösterirler… Gelin bu konuyu fıkra ve anekdotlarla çiçekleyelim: Din dersinde hoca kıyamet kopmasını ballandıra ballandıra anlatmış. Sonra da öğrencilere “Anlamadığınız, sormak istediğiniz bir şey var mı?” demiş. Öğrencilerden biri parmak kaldırmış: “Hocam, her şeyi anladım da bir şeyi anlamadım,” diye dudak bükmüş, “O gün okullar tatil olacak mı, olmayacak mı?” *** Derste öğretmenimiz bizi denemek için parmaklarından birini gösterdi: “Bu parmağı Çinliler niye kullanamaz, biliyor musunuz?” diye sordu. “Bilemedik, Siz söyleyin hocam” dedik. “Bunda bilmeyecek ne var?” diye güldü, “Bu parmak benim parmağım da ondan!” *** Anne babalarımız bizim toplumda parmakla gösterilecek bir adam olmamızı isterler. Siz oldunuz mu, bilemem ama ben oldum. Nasıl mı? Ne zaman yanlarından geçsem eş dost parmaklarıyla beni göstererek şöyle diyor: “Şuna bak, bütün parasını kitaplara yatırıyor. Kitapları toplatıldı, yakıldı, kendisi gözaltına alındı ama gene de akıllanmadı. Sadece okumakla yetinse neyse; Başı o kadar derde girdiği halde yazı yazıp duruyor, yazmaktan bir türlü vazgeçmiyor. Hani yazdıkları para etse yüreğim yanmaz. Emekleri ziyan oluyor, bir işe yaramıyor. Bedavaya gidiyor hepsi de. Böyle enayi zor bulunur vallahi!” ERHAN TIĞLI