30 Aralık 2014 Salı
MİZAH HABER: MİZAHHABER; "AKBABA" VE "GIRGIR" DERGİLERİNDEN YIL...
MİZAH HABER: MİZAHHABER; "AKBABA" VE "GIRGIR" DERGİLERİNDEN YIL...: MİZAHHABER / 29 Aralık 2014
29 Aralık 2014 Pazartesi
Eşekler ve Semerciler
Köyün yaşlı semercisi Bekir usta ölmüştü.
Tüm eşekler köy meydanında toplandılar, tepindiler oynamaya başladılar. Yaşlı hasta bir eşek duvar dibinde düşünüyordu. Ona geldiler:
- Haberin yok herhalde, semercimiz öldü, dediler.
- Ne olmuş öldüyse?
- Artık sırtımız yara bere olmayacak, özgür olacağız
- Nasıl bir özgürlükmüş bu!
- Semerci olmayınca artık sırtımıza semer yapılmayacak, kırda bayırda istediğimiz gibi dolaşacağız…
Yaşlı eşek gülmüş:
- Şaşarım aklınıza... Bugün sevinçle tepineceğinize, aslında yas tutmalısınız. Bekir Usta iyi kötü sırtımızın ölçüsünü biliyor, bizi rahatsız etmeyecek semerler yapmaya çalışıyordu. Yarın bir acemi semerci getirirler, sırtınız yaradan kurtulmaz. İyisi mi siz semerciden değil, eşeklikten kurtulmanın yolunu arayın. Eşek kaldıkça, sırtınıza bir semer yapan bulunur.
Tüm eşekler köy meydanında toplandılar, tepindiler oynamaya başladılar. Yaşlı hasta bir eşek duvar dibinde düşünüyordu. Ona geldiler:
- Haberin yok herhalde, semercimiz öldü, dediler.
- Ne olmuş öldüyse?
- Artık sırtımız yara bere olmayacak, özgür olacağız
- Nasıl bir özgürlükmüş bu!
- Semerci olmayınca artık sırtımıza semer yapılmayacak, kırda bayırda istediğimiz gibi dolaşacağız…
Yaşlı eşek gülmüş:
- Şaşarım aklınıza... Bugün sevinçle tepineceğinize, aslında yas tutmalısınız. Bekir Usta iyi kötü sırtımızın ölçüsünü biliyor, bizi rahatsız etmeyecek semerler yapmaya çalışıyordu. Yarın bir acemi semerci getirirler, sırtınız yaradan kurtulmaz. İyisi mi siz semerciden değil, eşeklikten kurtulmanın yolunu arayın. Eşek kaldıkça, sırtınıza bir semer yapan bulunur.
24 Aralık 2014 Çarşamba
Eşeğin Gölgesi
EŞEĞİN GÖLGESİ
Büyük Yunan
hatibi Demostenes bir toplantıda konuşmak istedi ama halk onu dinlemeyip
gürültü etmeye başladı. Bunun üzerine ünlü konuşmacı:
“Sadece
birkaç söz söyleyeceğim, dedi. Vaktiyle bir delikanlı Atina’dan Megara’ya
gitmek için bir eşek kiraladı. Eşeğini kiraya veren adam da aynı yere işi
düştüğü için, birlikte yola çıktılar. Öğle sıcağı basınca biraz dinlenmek ve
yemek için bir su kenarına oturdular. Ama ortalıkta gölge edecek bir şey yoktu.
Eşeğin sahibi, eşeğin gölgesine sığındı. Eşeği kiralayan genç buna itiraz etti,
orada oturmanın kendi hakkı olduğunu söyledi.
Tartışmaya başladılar.
Eşeğin
sahibi, “Ben eşeği kiraya verdim sana, eşeğin gölgesini değil” diye bağırdı.
Delikanlı,
“Eşeği kiraladığıma göre gölgesi de benimdir” dedi.
Derken
aralarında bir kavga çıktı, birbirlerine girdiler…”
Demostenes
sözün burasına gelince kürsüden indi.
Halk
merakla, “Gerisini söylesene! Ne olduğunu söyle be adam!” bağırıştı.
Demostenes
tekrar kürsüye çıktı:
“Ey ahali,”
diye bağırdı. “Sizin iyiliğiniz için konuşmak, sizi aydınlatmak istedim,
dinlemediniz de, bir eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Bu ne biçim iştir?”
dedi.
***
Aradan
yüzyıllar geçti ama şimdiki ahalinin ilgisi, merakı gene aynı!
Aydın
kişilerin uyarılarını değil de, eşeğin gölgesini dinlemek, daha doğrusu izlemek
istiyorlar. İşte halimiz, durumumuz bu; sayın seyirciler!
21 Aralık 2014 Pazar
Sanat, güzelliklere uçuran Kanat
Sanat dünyayı güzelleştirir
gönüllleri sevgiyle birleştirir
benliğimizde bahar yelleri estirir
Odur bizi dostluğa uçuran kanat
enginlere ulaştıran rüzgar yüklü at
gönüllleri sevgiyle birleştirir
benliğimizde bahar yelleri estirir
Odur bizi dostluğa uçuran kanat
enginlere ulaştıran rüzgar yüklü at
20 Aralık 2014 Cumartesi
Kıyamet Ne Zaman kopacak?
KIYAMET NE ZAMAN KOPACAK?
Kıyamet ne
zaman kopacak acaba? Siz bu sorunun yanıtını düşünürken, ben bir fıkra
anlatayım da, acı acı düşünmeyi bırakın, buruk da olsa gülün biraz.
Din dersi
öğretmeni sınıfta kıyametin kopmasını ballandıra ballandıra anlatmış:
“O gün
büyük bir fırtına kopacak, insanlar ne yapacaklarını, nereye gideceklerini
şaşıracaklar, telaşla sağa sola koşacaklar, sığınacak bir yer bulamayıp
kaderlerine razı olacaklar ama ellerinden bir şey gelmeyecek, pişmanlık
gözyaşları dökecekler” diyerek öğrencileri etki altına almak istemiş, sonra da,
“Anlamadığınız bir şey var mı?” demiş.
Bir öğrenci
ayağa kalkmış, “Söylediklerinizin çoğunu anladım da, şunu merak ediyorum,
demiş. O gün okullar tatil olacak mı?”...
Çok
kalabalık yerine “kıyamet yeri gibi” deriz.”Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan
kopar” demiş atalarımız. Yiyen dünyaları yiyor, deveyi hamuduyla yutuyor da,
ses çıkaran olmuyor. Olsa bile bu akortsuz sesi hemen kısıveriyorlar.
Bakanların çoğu da, öküzün trene baktığı gibi bakıyor olup bitenlere. La Fontainler ne kadar
uyarmaya çalışırlarsa çalışsınlar, gene,
ağzındaki peyniri tilkiye kaptırıyor karga ve bir türlü dağılmıyor
kurdun sevdiği dumanlı hava, koyunları, kuzuları koşan yok savunmaya, korumaya.
Bağırıp
çağırmak “kıyametleri koparmak” diye nitelendirilir. Bursa’nın düşman işgaline
uğramasına üzülen Mehmet Akif Ersoy, “Bülbül” şiirinde: “Eşin var, aşiyanın
var, baharın var ki beklerdin/ Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir
derdin?” diye seslenir ona, acı acı ötüp durmasına kızar, “matem senin hakkın
değil, benim hakkım” der.
Avantadan
para kazanmaya alışmış kişiler, para muslukları azıcık kesiliverse kıyametleri
koparırlar. Futbol fanatikleri tuttukları takım, hele şaibeli bir golle,
yeniliverirse, öyle kıyametleri koparırlar ki, bu olay memleket meselesi haline
gelir, yer gök ayağa kalkar, tartışmalar bitmek bilmez. Bu konuda şöyle bir
taşlamam var:
Biri yedi,
biri baktı
Kopmadı
kıyamet
Çalındı hak
Aldatıldı
halk
Kopmadı
kıyamet.
Tuttukları
takım yenildi
Koptu kıyamet!
Abdülhak
Hamit Tarhan, karısı Fatma Hanım’ın ölümüne o kadar üzülür ki, Makber şiirinde:
“Çık Fatıma lahdden kıyam et/ Yâdımdaki haline devam et” der, kıyametin
kopmasını, karısının dirilip mezarından ayağa kalkmasını, eski canlılığını
sürdürmesini ister.
Nasrettin
Hoca’ya kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlar. “Büyük kıyamet mi, küçük
kıyamet mi?” demiş. “Büyüğü anladık ta, küçük kıyamet nedir?” demişler. Hoca
bıyık altından gülerek şöyle demiş: “Karım ölünce küçük kıyamet olur. Ama ben
ölürsem büyük kıyamet kopar.”
Hoca dedim de aklıma geldi. Hoca
bayılmış. Öldü sanmışlar. Mezara götürürlerken önlerine iki yol çıkmış. Cemaat
hangi yoldan gideceklerini tartışırlarken ayılan Hoca dayanamamış, tabuttan
başını kaldırıp, “Ben, sağlığımda şu yoldan giderdim” demiş.
O yol ne
yolu mu? Hoşgörü, güleryüzlülük, erdem yolu, uygarlığa uzanır kolu...
Eskiler
kıyametin kopmasını bina ile zinanın çoğalmasına bağlarlar. Bahçeleri bozup
üstlerine binalar konduruyorlar. Kuşadası, Bodrum, Didim gibi turistik yerlerdeki
dağı taşı sitelerle dolduruyoruz. Denizleri kirletiyor, akarsuları, gölleri
kurutuyoruz. Verimli arazilere fabrika kurup ağaçları kesiyor, çiçekleri
yoluyoruz
Her tarafı çölleştirmeyi marifet biliyoruz. Bütün bunları
uygarlaşmak sanıyoruz...
Okur-yazar
olduğumuz halde kitap okumuyoruz, bir mektup bile yazmıyoruz. Ama cepli cepsiz,
bol bol, yerli yersiz konuşuyor da konuşuyoruz, mesajlaşıyoruz...
Soyunarak
ün yapan, nikâhsız yaşayan starlar el üstünde tutuluyorlar, sanatçı oluyorlar
kolayca. Medya maymunu oluyor, daldan dala atlıyorlar. Sanat ayaklar altına
alınıp gerçek sanatçılar yerlerde sürünürlerken böyleleri bir elleri yağda, bir
elleri balda yaşıyorlar. Fildişi kulesine çekilmek, toplumsal olaylara duyarsız
kalmak aydınlık sayılıyor. Toplumcu sanatçılara çamur atılırken suya sabuna
dokunmayan kişiler tertemiz kalıyorlar.
Bu gidişle
kıyamet kendiliğinden kopmayacak, onu biz koparacağız düşüncesiz ve
duygusuzluğumuzla, çıkarcılığımızla, bencilliğimizle...
Erhan Tığlı
16 Aralık 2014 Salı
Gülüş Edebiyatı
EDEBİYATIMIZDA GÜLÜŞ
Gaziantep
Tıp Fakültesi öğretim üyesi Profesör Doktor Yavuz Coşkun, “Çocuklarınıza
sistemli olarak gülmeyi öğretin. Gülmeyi öğrenen çocuklar hayata daha olumlu
bakar ve iyimser olarak büyür” diyor. Sadece çocukların değil, büyüklerin de
gülmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bu işi en iyi sanatçılar yapar. Bu yazımda şair
yazarların gülmekle ilgili sözlerine, dizelerine yer vererek gülmenin önemini
ve değerini vurgulamaya çalışacağım.
Molla
Demirel, sevgilisine “Deli olurum sesini duymadığım/Gülüşünü görmediğim gün”
diye sesleniyor. Replier, “Birlikte gülmediğimiz birini gerçekten sevemeyiz”
diyor. Piercy, “Paylaşılan kahkaha erotiktir” diyerek bize dudak büktürüyor.
Gardonyi, “Ben, adamı gülmesiyle ölçerim; kunduracı kahkaha atar. Bilgin sadece
gülümser” deyip kahkaha atmaya karşı çıkıyor! “Şen adam güneşe benzer, girdiği
yeri aydınlatır” diye Cenap Şahabettin, delilikle budalalığın farkını bakın
nasıl belirtiyor: “Her şeye gülmek deliliktir; hiçbir şeye gülmemek de kuşkusuz
budalalıktır.” Molier, “İnsan güldüğü kadar insandır”, Graville, “İnsan
gülmesini bilen hayvandır” diyorlar. Chamfort’a göre, “gülmediğimiz günler
kaybolmuş sayılır.” E.W.Wilcox çok önemli bir gerçeğe değiniyor: “Gülerseniz
dünya da güler; ağlarsanız yalnız ağlarsınız.”
Maksut
Koto, Beşparmak dergisinde çıkan “Sana Bulaşan En Güzel Şey, Gülmek” adlı
şiirinde bakın gülmeyi nelere benzetiyor:
“gülmek,
köz bir uykudan yalınayak uyanmaktır/ gülmek, mevsimi mavimsi bir düş olan
martının yüreğidir/gülmek, ah ile başlayan zindanın sorgusuz güneşidir/gülmek,
sana bulaşan en güzel şey... (...) gülmek, sebebsizce yeşeren bir bahar/ sanki,
on üçüncü ayından başını uzatan/kasımpatı/hüznün aynasıdır gülmek”
“Yüzünüzdeki gülümseme kalbinizin
evde olduğunu bildiren, ışık yanan bir pencereye benzer” diyerek gülmeyi
pencereye benzetiyor Francis Benson. Gülmek bakın daha nelere benzetiliyor: “Gülmek
kalbin kendi kendini tedavi için yaptığı bir ilaçtır.” J. Holland, “Gülmek,
fırtınalı gökte doğan bir gökkuşağına benzer.” A. Grün, “Güleryüz altın
anahtardır.” T. B. Macavlav, “Gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve
keder kışını defeder.” Victor Hugo...
Radi Fiş’e
göre “Ağlamak köleliğin, gülmek özgürlüğün ifadesidir.”
M. Emin Değer, güneşin doğuşunu sevdalı
kızların gülüşüne benzetiyor;
“Güneşin
doğuşu orda her sabah/ Sevdalı kızların gülüşü gibi”
Ziya Paşa,
nazik gülüşlere aldanmak gerektiğini belirtiyor:
“Yaktı nice
canlar o nezaketle tebessüm
Şirin dahi
kastetmesi cana gülerektir”
Edip
Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde gülmeyi toplumsal yönden
şiirleştirmiş: “Gülmek/ bir halk gülüyorsa gülmektir.”
Şair Nedim,
sevgilinin şeker gülüşüyle öyle kendinden geçmiş, sarhoş olmuş ki, kendisini
zevk meclisine kadeh yapan sevgilisinin içki kadehini yarım sunmasını istiyor:
“Bir şeker handeyle bezm-i şevke cam ettin beni/ Nim sun peymaneyi saki tamam
ettin beni”
Yusuf Ziya
Ortaç, “Gülüşü o kadar hoştu ki hele/Lebinden goncalar düresim geldi” diyor
sevgilisi için. Fuzuli, sevgilisinin gülüşünü görünce ne yapacağını şaşırıyor;
“Nutkum tutulur gonca-i handanını görünce” demekte kendini alamıyor. Cahit
Sıtkı Tarancı, yanında sevgilisi gülünce şu dizeleri yazıyor: “İlktir hem
sarhoş hem ayık olduğum/Bir gerçek içindeyim düşten güzel/ Sevdiğim gülüyor
yanıbaşımda”
Ümit Yaşar,
sevgilinin en çok gülüşünü seviyor:
“Ben senin
en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren,
,içinde umut çiçekleri açtıran
Unutturur
bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam
aydınlanır sen güldüğün zaman”
Salah
Birsel, “Kikirikname” adını taşıyan alaycı şiirinde, “Sizinki de gülmek mi a
teresler/Gülünce şöyle bir sunturlu gülmeli/Bir iki üç dişleri
göstermeli/Sırıtmalı değil zangır zangır gülmeli/ Yakaları kolalatmalı bir iki
üç/Bir iki üç başları doğrultmalı/Boşuna değil bu öğütler inanın/Gülünce sabah
akşam gülmeli/Ceketleri kavuşturmalı bir iki üç/Köşelerde değil ortalarda
gülmeli//Düğmeleri parlatmalı zamanında/ Gülünce şapkalarla gülmeli/Bir iki üç
sayıyla bükülmeli/Sırayla değil hep birden gülmeli/İşin bütün inceliği burada a
teresler/Gülünce dişleri göstermeli” demiş, gülmenin yolunu yordamını
göstermiş!
Melek Sabah
Şardağ, Gül” adlı şiirinde şöyle diyor:
Gül yavrum,
Gül ki,
Unutulmuş
eski bir öyküyü,
Şarkıyı
anımsar gibi olsun insanlar.
Kandır
doğayı gülüşünle.
Yarılıp
zamansız çatlasın tomurcuklar.
Gül ki,
Başka
ülkelere göç etsin
Bu kara, bu
hain bulutlar.
Gökyüzü
boz, sokaklar dar
Yitirilmiş
ak sabahlarda
Gülüşünden
başka bağlanacak ne var?
Kan,
sevgileri götürüyor
Evrenin
dört bucağında
Gül
meleğim,
Gülüşün
armağan olsun
Gülemeyen
tüm çocuklara.”
Halk ozanı
Hüdai, gülmekle teselli buluyor:
Varsın
sormasınlar dar günlerimde
Bol günde
kapımı çalıyorlar ya!
Ağlarken
merhaba etmezlerse de
Gülersem
selamımı alıyorlar ya!”
Ruhsati,
“El yanında yıkar gider kaşını/Tenhalarda gülüşünü sevdiğim” diyor...
Manilerde
de gülmek ele alınmış, bu konuda çeşitli örnekler verilmiştir. İşte birkaçı:
“Gül düğümü
Karşıda gül
düğümü
Yârim
buradan gideli
Kim görmüş
güldüğümü
***
Bülbülüm
güle karşı
Gözyaşım
sele karşı
İçin için
ağlarım
Gülerim ele
karşı
***
Arpa buğday
geç olur
Güzeller
güleç olur
Güzellerin
güleci
Her derde
ilaç olur”
***
Gök
gürlüyor derinden
Gökler
oynar yerinden
Bir kerecik
gülersen
Kalbim
oynar yerinden”
Ben de
maniye benzeterek şu dörtlüğü yazmıştım:
“Ne mutlu
gül dikene
Gülene
güldürene
Gülenler
güle benzer
Gülmeyenler
dikene”
Ethel
Barrymore çok önemli bir gerçeği dile getiriyor:
“Kendi
hatalarımıza gülmeyi başardığınız gün büyümüşsünüz demektir.”
William
Stakel, gülmekle cennet arasında bir bağıntı kuruyor:
“Gülmeyen,
gülemeyen insanlar cenneti kaybetmişlerdir.”
İhsan Oktay
Anar da öyle: “Gülümseyen herkes cennete bakıyor demektir.”
Cemil Sena
Ongun’a göre büyük adam kime denir bakalım:
“Denetlendiği
zaman sevinen, eleştirildiği zaman gülenler büyük adam denir.”
Gülmekle
ilgili atasözlerimiz de vardır:
“Kişinin
avradı gezegen olursa kızı da gülegen olur.”
“Çok gülen
çok ağlar.”
“Ağlayanın
malı gülene hayır getirmez.”
“Her yüze
gülen dost değildir.”
“Ağlaya
ağlaya cennete gidinceye kadar güle güle cennete git.”
“Ödünç güle
güle gider, ağlaya ağlaya gelir.”
“Son gülen
iyi güler.”
“Güleriz
ağlanacak halimize.”
Şarkı ve
türkülerimizin çoğu ağlamaklıdır ama gülüşlü olanları da vardır:
“Gülünce
gözlerinin içi gülüyor/ Kendimi senden alamıyorum.”
“Gül sen
gülün olayım/ Dile kulun olayım/Çiğne yolun olayım...”
“Bir tatlı
tebessümün bin vuslata bedeldir...”
“Tatlı dile
güler yüze doyulur mu?”
“Sazlar
çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde/ Bir taze emel var şu kızın handelerinde...”
Ahmet Haşim
gülmeyi, gülen kişileri pek sevmiyor: “Gülüş istediği kadar insanın bir üstün
vasfı mahiyetinde olsun, halk nazarında gülüş hiçbir zaman gözyaşının vakar ve
asaletine sahip değildir.(...) İtiraf etmeli ki gülüş ruhun asil bir faaliyeti
eseri değildir. Hiç kimse kendine gülmez; güldüren diğerinin aczi, kusuru ve
dalgınlığıdır ve gülen, kendinden fazla memnun olan gururumuzdur.(...)Gülmeyen
bir insan ve bilhassa gülmeyen bir kadın çehresi, ilahi bir çehre olmaya
yakındır.”
Ziya Gökalp
ise “Gülümseme” başlıklı yazısında Ahmet Haşim’i yalanlıyor: “Gülümseme, insana
mahsustur. Hiçbir hayvan gülmez.
Ben hasta
ruhları ve sinirli insanları daima, yüzlerinin gülümser olup olmamasıyla
tanırım. Sinirli insanların yüzleri gülmez. Gülümseme, ruhun sağlamlığı kadar,
saadetin de müjdecisidir. Beşikteki çocuğun gülmeye başladığı gün, aile
saadetinin tamamlandığı gündür. Çocuğun ilk mürebbisi, annesinin
gülümsemesidir. Dostlar arasındaki samimiliği gösteren de gülümsemedir. Ben,
milletlerin hayat kabiliyetlerini de fertlerindeki gülme ile ölçerim. Yazık ki
bizde babalar, mürebbiler gülmeyi yasak ettiklerinden, münevver Türkler en az
gülen insanlardır. Eski Türkler güler yüzlüydüler. Bence yapacağımız
inkılâpların birisi de ‘güler yüz inkılâbı’ olmalıdır. Evet, milletimiz daima
şen ve şetaretli olmalıdır.
Her işte
muvaffak olmak için başlıca şart, müteşebbislerin güler yüzlü olmasıdır. Yüzü
gülmeyen insanlar hiçbir işte muvaffak olamazlar. Mesela yüzü gülmeyen bir
avukat en haklı davayı kaybeder. Yüzünde gülümseme bulunmayan bir aktrist,
şöhret kazanamaz. Yüzü gülmeyen bir doktor, hastalarını tedavi edemez.
Bir balcı,
dükkânını en iyi ballarla doldurduğu halde, gelen müşterilere hiç bal
satamazmış. Bir gün, tecrübeli bir insana şikâyet etmiş:
“En iyi ballar bende olduğu
halde, gelen müşteriler ballarımı beğenmeyerek gidiyorlar. Halbuki komşularımın
balları iyi değildir, fakat müşterileri hiçbir zaman eksik olmuyor. Bunun
sebebi nedir?”
Adam
şu cevabı vermiş:
“Sen bal satıyorsun ama yüzün
sirke satıyor!”
-
Clarissa P.
Este’s, “Kurtlarla koşan Kadınlar” kitabında diyor ki:
“Gülme,
kadın cinselliğinin gizli tarafıdır; fizikseldir, temeldir, tutkuludur, hayat
vericidir ve bu yüzden uyarıcıdır. Jenital uyarılma gibi bir hedefi olmayan bir
cinsellik türüdür. Sadece o an için, bir sevincin cinselliğidir; özgürce uçan,
yaşayıp ölen ve kendi enerjisiyle yeniden yaşayan hakiki ve şehevi bir
sevgidir. Kutsaldır, çünkü fazlasıyla iyileştiricidir. Şehevidir, çünkü bedeni
ve onun duygularını uyandırır. Cinseldir, çünkü heyecan vericidir ve haz
dalgalarına neden olur. Tek boyutlu değildir, çünkü gülme, insanın kendisi
kadar başkalarıyla da paylaştığı bir şeydir. Bir kadının en vahşi
cinselliğidir.”
Sevgi
Soysal, “Yenişehirde Bir Öğle Vakti” romanında gülme konusunu şöyle ele almış:
“Gülen adam, bir kez eli açık olur. Bu asık suratlılar, aslında cimriler
soyudur. Ve çoğunluktadırlar. İşte bir gülmeyi bile esirgeyen adam, parayı
haydi haydi esirger. Bu sokaktan geçen şehirli kısmının çoğu hiçbir şeyi
karşılıksız yapmaz. Gülmeyi de. Ya kendisini alsın diye yavuklusuna güler, ya
iyi et versin diye kasaba güler, ya terfi ettirsin diye müdürüne güler, ya oy
versin diye halka güler. Böyle, karşılıksız gülmeyi bilmez. Durup dururken
gülenden de kuşkulanır. Suratını asıverir, benden bir şey isteyecek diye...”
Bu konuda
bir de Atilla Dorsay’a kulak verelim:
“Gülmek...
Zekâmıza seslenen, aklımızı işleten, insanla doğa arasına belli bir mesafe
koyan, insana kendi dışındaki her şeye karşı bir eleştiri boyutuyla bakma
olanağını hediye eden... Kısaca insanı insan yapan şeylerin arasında belki de
başında gelen gülme eylemidir.”
Robin
Sharma, “Ferrarisini Satan Bilge” eserinde güzel öğütler veriyor:
“Gülmek
ruhun ilacıdır. İçinden gelmiyorsa bile bir aynaya bak ve birkaç dakika gül.
Kendini harika hissetmekten alıkoyamayacaksın. William James, ‘mutlu olduğumuz
için gülmeyiz. Güldüğümüz için mutluyuzdur’ demiş. Bu nedenle güne keyifli bir
adımla başla. Gül, neşelen ve tüm sahip oldukların için şükret. Göreceksin, her
gün güzel armağanlar getirecek. Gülmenin gücünü hep hatırla. Müzik gibi o da
yaşamın stres ve sıkıntılarına karşı mucizevi bir toniktir. Kahkaha kalbinizi
açar ve ruhunuzu yatıştırır... İnsanlar yaşamı asla kendilerini gülmeyi
unutturacak kadar ciddiye almamalıdırlar.”
Gülelim
gülüşelim- mutluluğu paylaşalım-neşeyle zevkle coşarak güllere dönüşelim.
Gülmeyen
insanın karnı tok olsa bile ruhu açtır
Gülmek,
ekmek su hava gibi önemli bir ihtiyaçtır.
Erhan TIĞLI
***********
15 Aralık 2014 Pazartesi
Yaşamak
ADANA’DA YAŞAMAK
Gelin gibi salınıyorlar ovada bayırda
Doğaya yıldız yağdıran çiçekler
Eşlik ediyorlar bu güzelliğe
Gökyüzünün çiçeği yıldızlar da
Ve mutluluk oluyor Adana’da yaşamak
**
Sevinçten uçuruyor gönlümüzü
Sarıçam’dan esen bahar yeli
Sevgiyle kucaklıyor yürekten
Cana can katan büyülü eli
Ve gül yağdırıyor Adana’da yaşamak
14 Aralık 2014 Pazar
Dilimize Yamanan Osmanlıca
DİLİMİZE YAMANAN OSMANLICA
Son zamanlarda bir Osmanlıca sevdası aldı yürüdü. Eskiyi
diriltmeye, yeni diye sunmaya çalışıyorlar. Oysa Osmanlıca, yani Arapça, Farsça
kökenli sözlerin bir kısmı hâlâ yürürlükte!
Çoğu da yanlış ya da yersiz kullanılıyor, gülünç örnekler
ortaya çıkıyor. İşte birkaçı:
Kimi
insanlar kendilerini tanıtırlarken kibarlık özentisiyle “bendeniz” diyorlar, bu
sözün bende yani köle sözcüğünden türetildiğini bilmiyorlar, farkında olmadan
köle durumuna düşüyorlar! Araplar bile “şükran” derlerken zamanın sözde
aydınları şükür sözcüğünden teşekkürü türetmişler, yanına da Türkçe etmek
fiilini getirmişler, olmuş yamalı bohça. Oysa halkımız “sağ ol” der bunun
yerine…
Yine
zamanın sözde aydınları(münevverler) Arapların güneşte kullandıkları ve güneşlik
demek olan şemsiyeyi alıp yağmurda kullanmışlardır! Yavuzun anlamı aslında kan
dökücü ama günümüzde uysal anlamına bürünmüştür. Keleş güzel demektir;
günümüzde birine keleş desen yanlış anlar, hakaret ediyoruz sanır. “Peş”in
anlamı öndür ama arka demek sanılıyor. Sayın yöneticilerimizin “saye”sinde
takiye, fıtrat yeni sözler öğreniyoruz Osmanlıca asıllı… Hasım anlamındaki
rakip sözcüğünün “a” larını uzatıp raakip diyenler var. Oysa rakip binen demek,
merkep sözcüğü oradan geliyor. Uzman demek olan mütehassıs yerine mütehassis
diyenler bu sözcüğün his sözcüğünden geldiğini biliyorlar mı acaba?
Bakın
kibarlık budalalığı nelere yol açıyor: Sonradan görme birinin karısı zengin bir
çevreye girer; kendisini bir kadınla tanıştırırlar, kadın “müşerref oldum” der.
Bizimki bu sözün anlamını bilmediği için, “Burada adları değiştiriliyor demek”
diye düşünür ve şöyle der: “Ben de eskiden fatmaydım, fatoş oldum!”
Dilekçelerde
ille de arz ederim denilmesini buyurur kimi yöneticiler. Büyüklere arz
edilirmiş efendim. “Rica ederim”, “sunarım”, “dilerim” denilmezmiş. Bir
dilekçem bu yüzden geri çevirilmişti! Osmanlıca sözcükler daha çok hukukta,
noterlerde, tıpta, bankalarda geçiyor. Hukuk dilimiz anlaşılmak için değil,
anlaşılmamak içindir. Bu yüzden hukuk fakültesine gidenler Arapça, Farsça
kökenli sözcükleri ezberlemek zorundadırlar. Kimi hukukçular üstünlüklerini
böyle kanıtlarlar. Hukuk fakültesindeki bir derste bir profesör, öğrencilerine
bir hukuk problemi sormuştu. Öğrenciler “falanın lehinde dava açarız”, dediler,
profesör kabul etmedi, “filanın aleyhine dava açarız” diyenleri de reddetti.
Sonunda herkes pes etti, “Bilemedik, siz söyleyin hocam” dediler. Bakın hoca ne
dedi:
“Dava
açarız sözünü köylü mehmet dayı da söyler. Hukukçu olduğunuzun belli olması
için “dava ikame eyleriz” demelisiniz.”
Anladınız
mı şimdi Osmanlıca sevdasının esbabı mucibesini!?
Bu konuda
birkaç fıkra anlatıvereyim.
Yargıç,
sanığa “sabıkan var mı?” diye sorar. Sanık, sabıkanın ne olduğunu bilmediği
için “Allahtan başka kimsem yok!” der. Yargıç sanığa beraat ettiğini söyler.
Sanık, “Vallahi bir şey etmedim. Suçsuzum ben” diye boynunu büker.
Bankalarda
mevduat hesabı açılır, mevzuat başkadır orada. Geçenlerde bir bankaya gittim.
Bir müşteri banka cüzdanını getirmeyi unutmuş ama hatırlı müşterilerden birini
tanıyormuş, onu tanık göstermek istedi. “Lafla olmaz. Şu kağıda kendisi
marufumdur” diye yazıversin” dediler. Marufun ne olduğunu bilmeyen müşteri
“masumdur” yazdı…
Bir
hastaneye gidince “hariciye, dahiliye, asabiye, nisaiye, intaniye, bevliye”
gibi levhalar görür, ne yapacağınızı, nereye gideceğinizi şaşırırsınız.
Erkekseniz kadın hastalıklarına bakan nisaiye bölümüne gidip tepki
görebilirsiniz. İntaniye bölümünde bulaşıcı hastalığa tutulabilirsiniz.
Bevliyeye gidip böbreklerinize baktırabilirsiniz…
Eski yazıyı
öğreniverip hemen eski kültürle kaynaşılıverileceğini sanıyor kimi çok
bilmişler. Bir zamanlar Ankara Dil Tarih bölümü profesörleriyle İstanbul
edebiyat fakültesi profesörleri eski bir metin yüzünden birbirlerine
girmişlerdi. Ankaradakiler “tarzı necip” olacak diyorlardı, İstanbuldakiler
“terzi necip”… Koskoca profesörleri bile kuşkuya düşüren eski yazı, Osmanlıca
hangi ileri zekalı tarafından hiç yanlışsız, şıp diye okunuverecek acaba?
Ben
Edebiyat Fakültesinde dört yıl Osmanlıca okuduğum halde çok eski mezar
taşlarındaki yazıları doğru dürüst okuyamıyorum. Süslü yazıyla yazılmışlardır
çünkü. Şimdiki gençler haftada birkaç dersle neyi okuyup yazabilecekler ve
ellerine ne geçecek? Kuran’ı eski yazıyla okuma sevdasına düşenlerin birçok
sözcüğü yanlış okuduklarını gördüm. Sevap sanıyorlardı ne dediğini
anlamadıkları sözleri okumayı. Bırakın Arapçayı, Türkçeyi bile zor okursunuz
eski yazıyla. Hiç unutmam, bir arkadaşımız eski Türkçe bir yazıyı okumaya
çalışırken “zor ne” sözcüğünü “zurna” diye okumuştu da hepimizi güldürmüştü…
Geçenlerde
bir kişi Atatürk’ün yaptığı devrimlerden söz ederken inkılap yerine inkilap
diyerek yapılanların yenilik değil köpekleşme olduğunu söylemişti,
kilap(köpekler) sözcüğünden yararlanarak. Bu sözcüğün aslı kelp(köpek”tir.
Gelin de kendisine kelp(köpek” diyen Tahir Efendi adlı birine Nef’’i’nin
verdiği anlamlı yanıtı bir görelim:
“Tahir Efendi
bana kelp demiş
İltifatı bu
sözde zahirdir
Maliki
mezhebim benim zira
İtikadımca
kelp Tahirdir”
Tahir,
temiz anlamına gelen bir sözcüktür, şairimiz köpeğin temiz olduğun söyler gibi
yapıp kelp sözünü bu efendiye aynen geri gönderiyor…
“Maruzatım
bundan ibarettir. Takdir ve tekdir yüce meclisinizindir”
Arif olan anlar, anlamayan
sivrisineğin sesini saz diye dinler.
11 Aralık 2014 Perşembe
Arı ve Çiçek
Gökkuşağı gibidir
doğanın altın gözlü
yeşiliyle sarısı
dağı bağı ovası
Benim yarim çiçektir
gönlüm de bal arısı
doğanın altın gözlü
yeşiliyle sarısı
dağı bağı ovası
Benim yarim çiçektir
gönlüm de bal arısı
Nedir AŞK?
Paranın geçmediği
duygu alışverişi, gönül sıcaklığıdır aşk
kesemez ışığını ne karanlık ne bulut
ama sıyrılamazsan bencillikten
unut aşkın güzelliğine kavuşmayı
kendini sanal zevklerle avut
duygu alışverişi, gönül sıcaklığıdır aşk
kesemez ışığını ne karanlık ne bulut
ama sıyrılamazsan bencillikten
unut aşkın güzelliğine kavuşmayı
kendini sanal zevklerle avut
5 Aralık 2014 Cuma
MİZAH HABER: APTİ (APDÜLKADİR TAMER) ÇİZİYOR...
MİZAH HABER: APTİ (APDÜLKADİR TAMER) ÇİZİYOR...: APTİ (2 Aralık 2014-Sözcü)
4 Aralık 2014 Perşembe
2 Aralık 2014 Salı
29 Kasım 2014 Cumartesi
Adalet Evine Dön
ADALET EVİNE DÖN!
Sen gittin gideli ne yapacağımızı
şaşırdık, dengemiz bozuldu, terazimiz eskisi gibi doğruyu iyiyi güzeli
göstermez oldu. Cüzdanlılar arabalarını kolayca dağdan aşırırlarken vicdanımız
seni bulmak için yayan yapıldak yollara düştü ama kötülerin engellerini
aşamadı, sırtüstü yere düştü, bir türlü ayağa kalkamadı. Yardımına koşan da
olmadı…
Ne olur
evine dön adalet!
Sen yoksun
diye herkes bildiğini okuyor, sadece ben haklıyım deyip birbirlerini suçluyor.
İnsaf, merhamet, ayıp, günah gibi duygular yerlerde sürünüyor; sevgi, dostluk,
hoşgörü çıkarcıların, dalkavukların ayakları altında eziliyor. Ne olursa olsun
aldıran yok!
Niye sesin
soluğun çıkmıyor adalet; yoksa organ mafyasının eline düştün de dalağını,
ciğerini politika cambazlarına mı kaptırdın?
Evine dön
adalet, evine!
“Saraylara
layıksın” diyenlere sakın aldırma, kanma, siyasete alet olma, onların tatlı
vaatlerine inanma ve tarafsızlıktan ayrılma da mahkemeye işimiz düştüğünde
yargıç bizden mi, onlardan mı, paralelci- cemaatçi mi, cüzdanla vicdanı arasına
sıkışmış mı deyip kuşkulanmayalım, korkmayalım. Her zaman, her yerde göğsümüzü
gere gere dolaşalım.
Hadi ne olur
aramıza dön de; paramıza, torpilimize, amcamıza, dayımıza değil, sana
güvenelim, sana sığınalım, geleceğe umutla bakalım.
Erhan TIĞLI
27 Kasım 2014 Perşembe
26 Kasım 2014 Çarşamba
Ah İSTANBUL AH
AH İSTANBUL AH!
Ah İstanbul ah!
Sensin beni can evimden vuran, kalbimi yakan
Masum sanır güzelliğine aldanan, kanan
Ama deryaları doldurur döktüğün kan…
Niye böldün ayırdın koca kenti tam ortadan?
Kimbilir kimlerin ahını aldın ki
Gelmiyor bir araya iki yakan!
%%%%&&&&******%%%%
23 Kasım 2014 Pazar
MİZAH HABER: RAŞİT YAKALI'NIN KABAK TATLISI TADINDAKİ KARİKATÜR...
MİZAH HABER: RAŞİT YAKALI'NIN KABAK TATLISI TADINDAKİ KARİKATÜR...: MİZAHHABER - İlk karikatürü 1962 yılında yayınlandığına göre 2014 yılında karikatürcülüğünde 52 yılı geride bırakan Raşit Yakalı usta, 21...
22 Kasım 2014 Cumartesi
18 Kasım 2014 Salı
DİLEK
DİLEĞİMDİR
Doğanın
güzelliklerini özümse, bir tablo yap da duvarına as
Uğramaz o
zaman semtine ne keder ne de yas
Başının
üstünde taşı eşini dostunu
Onlar öyle
ak pak eder ki benliğini
Kalmaz
gönül evinde hiç kir ve pas...
Rabbena hep
bana, deme;
İçtiğin
mutluluk şerbetinden bize de ver bir tas
Aman yaş
tahtaya basma da kaç yaşına basarsan bas!
*******&&&&&%%%%%%^^^^====*******
16 Kasım 2014 Pazar
MİZAH HABER: AKDAĞ SAYDUT ÇİZİYOR...
MİZAH HABER: AKDAĞ SAYDUT ÇİZİYOR...: AKDAĞ SAYDUT /Mizah ve Çizgi Sayfası
14 Kasım 2014 Cuma
İSTEK
Yaktı kül etti beni
yarin simsiyah beni
eğer bir gün ölürsem
yarin tomurcuk güllü
göğsüne gömün beni
yarin simsiyah beni
eğer bir gün ölürsem
yarin tomurcuk güllü
göğsüne gömün beni
12 Kasım 2014 Çarşamba
11 Kasım 2014 Salı
MİZAH HABER: ERCAN AKYOL ÇİZİYOR...
MİZAH HABER: ERCAN AKYOL ÇİZİYOR...: ERCAN AKYOL (9 Kasım 2014-Milliyet)
6 Kasım 2014 Perşembe
4 Kasım 2014 Salı
Nostalgia Bar - El Cordobes (Seni Beklerim Öptüğün Yerde)
Nostalgia Bar - El Cordobes (Seni Beklerim Öptüğün Yerde)
3 Kasım 2014 Pazartesi
YAŞ ve YASlanmak
İnsan yıllarla değil, sevmediği ve sevilmediği zaman yaşlanır;
yalnızlık cehennemine düşmemek için sevgi ve dostluğa yaslanır...
yalnızlık cehennemine düşmemek için sevgi ve dostluğa yaslanır...
Eşek Sudan Gelinceye kadar
Eşek sudan gelene kadar…
Geçmiş zaman, Anadolu’nun ücra
köylerinden birinde, muhtarın gıcık oğlu Himmet aylaklığıyla nam salmış, işi
gücü eşeğiyle köy-köy gezmek.. ama eşek deyip geçmemeli, Himmet’in
bebekliğinden beri birlikte büyümüşler; çifteleriyle meşhur ve Himmet’in
nerdeyse bodyguard’ı gibi..Onun yanında Himmet’e vurmak ne kelime bağırmaya
kalk, anında gelir çifteyi yersin, o da olmadı ısırır..böyle bi hayvan yani…
Neyse uzun lafın kısası , Himmet köyün
kızlarına musallat olmuş, çeşme başında nöbet tutup kızlara rahat
vermiyo..hayır tip desen yok gıcık bi herif. Köyün güzeli Kezban’ı kafaya
takmış sürekli peşinde, kız bundan illallah demiş, hayır yavuklusu da
var…Himmet bunu bilmesine rağmen kızı rahat bırakmıyo..Kezban’da dayanamayıp
yavuklusu Hasip’e söylüyo, Hasip acaip sinirleniyo tabi ama, bi taraftan da
eşekten tırsıyo.
Ertesi gün Kezban çeşme başında
“Himmet bugün senle koyün dışındaki
gorulukta buluşakmı?”
Himmet’in gözleri dışarı uğruyo
tabi..”ama eşeğini getirme ben çok gorkuyom”
Himmet kızın aşkına razı oluyo tabi
duruma, eşeği çeşme başına bağlayıp düşüyo Kezban’ın peşine.. Koruluğa gelir
gelmez çalıların ardından Hasip fırlayıp, çullanıyo Himmet’in üstüne..yermisin
yemezmisin..Himmet doğalı beri böyle dayak yememiş bir feryat bir figan..Çeşme
başındaki eşek, sesleri duyunca çılgına dönüyo..başlıyo anırmaya, tepinmeye bi
taraftanda ipten kurtulmaya çalışıyo..Kezban eşeği kollarken Hasip dayağa
devam..ve Kezban gelecek nesillere aramağan olacak bi deyimi söyleyiveriyo .
“ Ben eşeği golluyom Hasibim ..sen döv..eşek sudan gelene gadar döv..”
“ Ben eşeği golluyom Hasibim ..sen döv..eşek sudan gelene gadar döv..”
Şeytan
kulağına kurşun
Çook eski zamanlar , şeytan tebdil-i
kıyafet gezmekte ve kendine yapacak kötülükler arayarak, yenilikler peşinde
koşmakta idi..
İyi insanlar aralarında sohbet ederken,
insan suretinde yanlarına yaklaşır, kazara korkularından bahsetseler, hemen not
eder ve gerçek suretine bürünerek sırf gıcıklık olsun diye, korkunç bir sesle
kahkahalar atardı..Sesi o kadar tiz ve iğrençti ki, kişinin kulağı ya sağır
olur ya da korkudan ödü patlardı. İşin kötüsü korkuları da zaman içinde mutlaka
gerçeğe dönüştürürdü..
Gel zaman git zaman insanlar; iyilik ve
güzellikten korkup, sürekli depdep (zamanın futbolu), kimkimikimle (zamanın
magazini) konuşur olmuştu. İyi insanlar için bu katlanılamaz bir durumdu, bir
şeyler yapmak, tedbir almak lazımdı..
Entellektüeller toplanıp dönemin Ceo’su
ulu bilgeye çıktılar
“Durum böyleyken böyle” dediler. Ulu
bilge tozlu raflardan, kalın kitaplarından birini çıkardı.
“Bakın; şeytanın en zayıf yanı kulağı,
kulağına kurşun dökmek icap eder. Bunu yaparsanız bi daha uğramaz , burada öyle
yazıyo” der..
İyi güzel de bu nasıl olacaktır..Şeytan
kulağını açıp bekleyecek değil ya!...
Birden birinin aklına bir fikir gelir;
“Biz her muhabbette kahve içiyoz, kahve
cezvesi sürekli kaynıyo..kahve yerine kurşun kaynatalım, şeytan geldiğinde de
kulağına dökeriz..” der..
Fikir coşku ve tezahüratla karşılanır,
hatta karşılıklı el şaplatmanın ilk buradan çıktığı rivayet edilmektedir.
İyi ama şeytana çaktırmadan nasıl
dökülecektir kurşun…Bu sefer bir başkası yine coşku ve tezahüratla karşılanan
yeni fikri ortaya atar, topluluk gaza gelmiştir..
Özellikle korkulardan bahsedilerek
şeytanın ortaya çıkması sağlanacak, birileri oyalarken diğeri arkadan
çaktırmadan yaklaşıp, şeytanın kulağına kurşunu dökecektir. Zamanlama çok
mühimdir ve hata kabul etmez..Uygun zamanı belli etmek için işaret dili geliştirirler..
İşte ; kulak çekip, öpücük yaparken
masaya vurmak böyle girmiştir hayatımıza..
Başarıya ulaşmış mıdır bilinmez , ama
şeytanın hala tebdil-i kıyafet gezdiği ve en son Amerika’nın Washington ilinde
görüldüğü rivayet edilmektedir. Ve ne hikmetse; bugün bile insanlar,
kulaklarına şeytan bağıracak diye futbol, magazin gibi eften püften şeylerden
konuşmakta ama yine de şeytan kulağına kurşun diyerek şifreli hareketleri
tekrarlamaktadır..ne diyelim?
MİZAH HABER: MUSA KART ÇİZİYOR...
MİZAH HABER: MUSA KART ÇİZİYOR...: MUSA KART (2 Kasım 2014-Cumhuriyet)
28 Ekim 2014 Salı
20 Ekim 2014 Pazartesi
Gül Kadar Olamıyoruz
GÜL KADAR OLAMIYORUZ
Dikenleri gülün hoyrat bir elle koparılmasını engelleyemez
Ama gene de her bahar çiçek açar
Güldürür yüzümüzü, neşe saçar gülümüz
Bu güzellikle bülbül olur gönlümüz
Oysa biz en ufak bir dertle
Karamsarlığa bürünürüz
Ezilir büzülür, yerlerde sürünürüz...
Gül kadar olamıyoruz
Derya içindeyiz
Deryaya dalamıyoruz!
19 Ekim 2014 Pazar
MİZAH HABER: ERCAN AKYOL ÇİZİYOR...
MİZAH HABER: ERCAN AKYOL ÇİZİYOR...: ERCAN AKYOL (19 Ekim 2014-Milliyet)
6 Ekim 2014 Pazartesi
30 Eylül 2014 Salı
26 Eylül 2014 Cuma
24 Eylül 2014 Çarşamba
21 Eylül 2014 Pazar
18 Eylül 2014 Perşembe
10 Eylül 2014 Çarşamba
21 Ağustos 2014 Perşembe
4 Ağustos 2014 Pazartesi
5 Temmuz 2014 Cumartesi
20 Haziran 2014 Cuma
10 Haziran 2014 Salı
6 Haziran 2014 Cuma
Aşkın ABCsi
AŞKIN ABECESİ
AŞ: Aşk kişinin kendini aşması, sevgiyle dolup taşmasıdır
Sevgiliyle yenen yemek kuru ekmek bal börek gibidir
Ama aşksız kişilerin aşı bal börek olsa bile yavan gelir.
Aşk aşure ya da türlü tadında güle oynaya yenilen bir gönül
aşıdır
İçindeki dost kahkahası, düşmanın gözyaşıdır...
şAŞKın: Aşk kayıtsız şartsız egemen olmak ister gönüllere.
Dinlemez yasa, ferman. Asla kul köle değildir kimseye.
Şaşkın! Hiç takılır mı aşka kın?
AŞKın: Sakın deme işim başımdan aşkın; çalınırsa kapın.
Zamansız geldin ya da benden geçti artık diye düşünme, hemen al içeriye. Yoksa
ne yaparsan yap, istediğin kadar çağır bağır, bir daha gelmez geriye. Aşkın
yoktur yaşı başı. Onu baş üstünde taşı.
aŞIK: Aşık sevgilisine güzel görünmek için şık gezer. Zaten
aşk da şık bir olaydır. Bencillere kendinden başkasını sevmek zor gelir ama
özverili kişilere onun denizine dalmak, yakamozlu giysilere bürünmek çok
kolaydır.
AŞIk: Aşk bir aşıdır. Bu aşı yediveren gülüne dönüştürür
gönlümüzü, mutluluğumuzu sevgiliyle bölüştürür.
kAŞIK: Aşkın cennetinde herkes elindeki kaşığı karşısındaki
sevgilisine uzatır, onu doyurur. İlgi ve sevgisini gül ile yoğurur, güzellikler
doğurur, aşkın yüceliğini dünyaya duyurur.
*******************
30 Mayıs 2014 Cuma
2 Mayıs 2014 Cuma
29 Nisan 2014 Salı
SELMA ERDAL YAZILARI: Düşünü-yorum
SELMA ERDAL YAZILARI: Düşünü-yorum: Sürekli düşünüyorum ve sürekli iç içeyim yaşadığımız olaylar bağlamında ortaya çıkan neden-sonuç ilişkileriyle ... Koltuk sevdasına...
26 Nisan 2014 Cumartesi
17 Mart 2014 Pazartesi
Gece Edebiyat: Resim Defteri -19-
Gece Edebiyat: Resim Defteri -19-: Nargile İçen Adam - Nurullah Berk
9 Mart 2014 Pazar
Tuğçem'den Sevgilerle...: Hayat Bir Dans.
Tuğçem'den Sevgilerle...: Hayat Bir Dans.: Hayat bir dans. Ve sen o dansın asıl yıldızısın... Unutma...! Bir kitapta okumuştum , ismini hatırlamıyorum ama hayatı çok güzel anlatmı...
6 Mart 2014 Perşembe
1 Mart 2014 Cumartesi
Seher Akgül ile Gerçek Mutluluk Üzerine: Nedense
Seher Akgül ile Gerçek Mutluluk Üzerine: Nedense: Çoğu aşklar beşeredir,insan sevdim zanneder , Sonu gözyaşı hüsran hasret, Küfürler ,isyanlar hiç şaşmaz hep kaderedir, Nedense hiç kimse,...
23 Şubat 2014 Pazar
Seher Akgül ile Gerçek Mutluluk Üzerine: Kış Sonu
Seher Akgül ile Gerçek Mutluluk Üzerine: Kış Sonu: Hüzünlü bir kış yavaş yavaş sona eriyor, Güneş daha bir şımarık bakıyor bulutların arkasından, Rüzgar daha bir yumuşacık.. Bahar geliyor,...
20 Şubat 2014 Perşembe
8 Şubat 2014 Cumartesi
5 Şubat 2014 Çarşamba
2 Şubat 2014 Pazar
29 Ocak 2014 Çarşamba
28 Ocak 2014 Salı
23 Ocak 2014 Perşembe
20 Ocak 2014 Pazartesi
13 Ocak 2014 Pazartesi
12 Ocak 2014 Pazar
11 Ocak 2014 Cumartesi
NEFERTETİ: AHLAKsız RahiBE:)))))
NEFERTETİ: AHLAKsız RahiBE:))))): Solduyumun dediğidir Teori, pratiksiz kaldığında bi hiçtir. Eylemsiz bi düşünce gibi. Düşünce eylemle hayat bulmuyorsa, ölmeye ...
10 Ocak 2014 Cuma
7 Ocak 2014 Salı
MİZAH ve ŞİİR: Tekin Aral:“KARİKATÜRÜ KURALLARA BAĞLAMAK SAÇMA Bİ...
MİZAH ve ŞİİR: Tekin Aral:“KARİKATÜRÜ KURALLARA BAĞLAMAK SAÇMA Bİ...: Tekin Aral: “KARİKATÜRÜ KURALLARA BAĞLAMAK SAÇMA BİR İŞTİR” –devam->.>
3 Ocak 2014 Cuma
YENİLİK...
YENİLİKLERE AÇILMAK
Yenilik harekettir, renktir, heyecandır, yaşamak damarlarımıza pompalanan taze kandır. Laf değil eylemdir o. Yenilik sanatı besler, durgunluktan, bulanıklıktan kurtarır, onu geleceğe aktarır. Söz değil özdür yenilik. Özlemlerimizi gerçeğe dönüştüren, umudumuzu diri tutan, hamarat bir eldir. Yapılan yenilikler hemen benimsenmez. Önce yadırganır, hatta dirençle karşılanır, gülünç bulunur, gereksiz görülür; derken alışılır, bir an önce uygulanmaya çalışılır. Yeni olmak iyidir, güzeldir ama her yenilik iddiasıyla ortaya çıkan da gerçek yenilik değildir. Bir şeyin adının yeni olması her zaman yeni olmasını gerektirmez.
İstanbul’daki Yeni Cami, yapıldığı sırada yeniydi ama şimdi eskimiştir. Yeni edebiyat demek olan “Edebiyat-ı Cedide” zamanında yeniydi. Oysa o yenilik çoktan aşılmış ve tam bir yenilik olmadığı anlaşılmıştır. Yenilik gençlik demektir. Enerjisiyle ileriye götürür bizleri, araştırmalarla başlar önce, kendiliğinden doğmaz, gökten zembille inmez. Kafalarda oluşur, sonra da ellerimizle, gönlümüzle buluşur. Yenilikten, yenilik yapma hevesinden korkmamalıdır ama hemen de benimsenmemelidir. Çünkü yenilik araştırması bir “istikrar noktası” bulununca tamamlar oluşumunu ve yaygınlaşmaya başlar. Halit Ziya Uşaklıgil’in “Yenilik Araştırması” adlı yazısında belirttiği gibi, yapılan aştırmalara bir sonuç çıkıncaya dek, “büyük bir müsamaha ve müsaade fikriyle davranmalı, insaflı olmaya çalışmalı”; yeniliklere karşı “inatla, tutuculukla” karşı koymamalı, yararlı bir sonuç çıkıncaya dek beklemeli, hemen yadırgayıp, “böyle yenilik olur mu?” diye hücum etmemeli...
****
Ne güzel yeni bir güne başlamak, yeniliklerle kucaklaşmak, yeni insanlarla, yeni düşünce ve duygularla tanışmak, buluşmak, kaynaşmak, bir bütün olmak...
Ne güzel yeni olmak, yeniyle dolmak, yenide güzeli bulmak, yeniliklerle barışmak; yeniliğin gelmesi, diğer insanlara ulaşması, yaşamanın güzelleşmesi için canla başla çalışmak ve yenilik düşmanlarıyla, eski kafalılarla tüm gücüyle savaşmak...
Ne güzel evremizin yeniliklerle renklenmesi, gökkuşağıyla bezenmesi, yakamozlara bulanması! Ne güzel, monotonluktan, eski, köhne alışkanlıklardan sıyrılmak, durgunluktan, kirden pastan kurtulmak; yeni olmanın, yenileşmenin verdiği dirençle, kötülüğe, çirkinliğe karşı koymak, yeniliğin aydınlığıyla karanlıkları, geriliği boğmak; yeniliği, yenileşmeyi ta içinde duymak, özümsemek, benimsemek, güzelliklerini uygulamak...
Ne güzel yeniliklerle coşmak, heyecanlanmak, bulanmadan, taşmadan, çevreye zarar vermeden bir ırmak olup geleceğe akmak, yağmurlara dönüşüp bereket saçmak, yeniliklerden sadece kendisi yararlanmamak, onu tüm insanlarla el ele tutuşturmak, her yanı yeniliklerle donatmak, yeniliğin itici gücünü sanatıyla anlatmak, yazmak, bestesini, resmini yapmak...
Ne güzel yeniliklerle bahar olmak, yeşermek, çiçeğe bürünmek, meyveye durmak, umutla, özlemle yeniden doğmak, mutluluğuna mutluluk katmak; sevgisi ve ilgisiyle insanlara yeni bir güç aşılamak, yaşamlarını değiştirip geliştirmek, güzellikleri pekiştirmek...
****
Yeniliği yeni yıl ya da yeni bir gün gelince düşünmeyelim; benliğimizde hep dursun sıcaklığı, sürsün gökyüzümüzde, denizimizde maviliği, ağaçlarımızda yeşilliği. Çekelim yenilik bayrağını göndere, dalgalansın özgürce; doğamızı yeniliklerle kuşatalım, yenilikleri yaşatalım. Yeni olalım, yeni kalalım, yenilik verelim, yenilik alalım.
Durma, coş; yeniliklere koş!
Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com
******************
Yenilik harekettir, renktir, heyecandır, yaşamak damarlarımıza pompalanan taze kandır. Laf değil eylemdir o. Yenilik sanatı besler, durgunluktan, bulanıklıktan kurtarır, onu geleceğe aktarır. Söz değil özdür yenilik. Özlemlerimizi gerçeğe dönüştüren, umudumuzu diri tutan, hamarat bir eldir. Yapılan yenilikler hemen benimsenmez. Önce yadırganır, hatta dirençle karşılanır, gülünç bulunur, gereksiz görülür; derken alışılır, bir an önce uygulanmaya çalışılır. Yeni olmak iyidir, güzeldir ama her yenilik iddiasıyla ortaya çıkan da gerçek yenilik değildir. Bir şeyin adının yeni olması her zaman yeni olmasını gerektirmez.
İstanbul’daki Yeni Cami, yapıldığı sırada yeniydi ama şimdi eskimiştir. Yeni edebiyat demek olan “Edebiyat-ı Cedide” zamanında yeniydi. Oysa o yenilik çoktan aşılmış ve tam bir yenilik olmadığı anlaşılmıştır. Yenilik gençlik demektir. Enerjisiyle ileriye götürür bizleri, araştırmalarla başlar önce, kendiliğinden doğmaz, gökten zembille inmez. Kafalarda oluşur, sonra da ellerimizle, gönlümüzle buluşur. Yenilikten, yenilik yapma hevesinden korkmamalıdır ama hemen de benimsenmemelidir. Çünkü yenilik araştırması bir “istikrar noktası” bulununca tamamlar oluşumunu ve yaygınlaşmaya başlar. Halit Ziya Uşaklıgil’in “Yenilik Araştırması” adlı yazısında belirttiği gibi, yapılan aştırmalara bir sonuç çıkıncaya dek, “büyük bir müsamaha ve müsaade fikriyle davranmalı, insaflı olmaya çalışmalı”; yeniliklere karşı “inatla, tutuculukla” karşı koymamalı, yararlı bir sonuç çıkıncaya dek beklemeli, hemen yadırgayıp, “böyle yenilik olur mu?” diye hücum etmemeli...
****
Ne güzel yeni bir güne başlamak, yeniliklerle kucaklaşmak, yeni insanlarla, yeni düşünce ve duygularla tanışmak, buluşmak, kaynaşmak, bir bütün olmak...
Ne güzel yeni olmak, yeniyle dolmak, yenide güzeli bulmak, yeniliklerle barışmak; yeniliğin gelmesi, diğer insanlara ulaşması, yaşamanın güzelleşmesi için canla başla çalışmak ve yenilik düşmanlarıyla, eski kafalılarla tüm gücüyle savaşmak...
Ne güzel evremizin yeniliklerle renklenmesi, gökkuşağıyla bezenmesi, yakamozlara bulanması! Ne güzel, monotonluktan, eski, köhne alışkanlıklardan sıyrılmak, durgunluktan, kirden pastan kurtulmak; yeni olmanın, yenileşmenin verdiği dirençle, kötülüğe, çirkinliğe karşı koymak, yeniliğin aydınlığıyla karanlıkları, geriliği boğmak; yeniliği, yenileşmeyi ta içinde duymak, özümsemek, benimsemek, güzelliklerini uygulamak...
Ne güzel yeniliklerle coşmak, heyecanlanmak, bulanmadan, taşmadan, çevreye zarar vermeden bir ırmak olup geleceğe akmak, yağmurlara dönüşüp bereket saçmak, yeniliklerden sadece kendisi yararlanmamak, onu tüm insanlarla el ele tutuşturmak, her yanı yeniliklerle donatmak, yeniliğin itici gücünü sanatıyla anlatmak, yazmak, bestesini, resmini yapmak...
Ne güzel yeniliklerle bahar olmak, yeşermek, çiçeğe bürünmek, meyveye durmak, umutla, özlemle yeniden doğmak, mutluluğuna mutluluk katmak; sevgisi ve ilgisiyle insanlara yeni bir güç aşılamak, yaşamlarını değiştirip geliştirmek, güzellikleri pekiştirmek...
****
Yeniliği yeni yıl ya da yeni bir gün gelince düşünmeyelim; benliğimizde hep dursun sıcaklığı, sürsün gökyüzümüzde, denizimizde maviliği, ağaçlarımızda yeşilliği. Çekelim yenilik bayrağını göndere, dalgalansın özgürce; doğamızı yeniliklerle kuşatalım, yenilikleri yaşatalım. Yeni olalım, yeni kalalım, yenilik verelim, yenilik alalım.
Durma, coş; yeniliklere koş!
Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com
******************
1 Ocak 2014 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)