DİLİMİZE YAMANAN OSMANLICA
Son zamanlarda bir Osmanlıca sevdası aldı yürüdü. Eskiyi
diriltmeye, yeni diye sunmaya çalışıyorlar. Oysa Osmanlıca, yani Arapça, Farsça
kökenli sözlerin bir kısmı hâlâ yürürlükte!
Çoğu da yanlış ya da yersiz kullanılıyor, gülünç örnekler
ortaya çıkıyor. İşte birkaçı:
Kimi
insanlar kendilerini tanıtırlarken kibarlık özentisiyle “bendeniz” diyorlar, bu
sözün bende yani köle sözcüğünden türetildiğini bilmiyorlar, farkında olmadan
köle durumuna düşüyorlar! Araplar bile “şükran” derlerken zamanın sözde
aydınları şükür sözcüğünden teşekkürü türetmişler, yanına da Türkçe etmek
fiilini getirmişler, olmuş yamalı bohça. Oysa halkımız “sağ ol” der bunun
yerine…
Yine
zamanın sözde aydınları(münevverler) Arapların güneşte kullandıkları ve güneşlik
demek olan şemsiyeyi alıp yağmurda kullanmışlardır! Yavuzun anlamı aslında kan
dökücü ama günümüzde uysal anlamına bürünmüştür. Keleş güzel demektir;
günümüzde birine keleş desen yanlış anlar, hakaret ediyoruz sanır. “Peş”in
anlamı öndür ama arka demek sanılıyor. Sayın yöneticilerimizin “saye”sinde
takiye, fıtrat yeni sözler öğreniyoruz Osmanlıca asıllı… Hasım anlamındaki
rakip sözcüğünün “a” larını uzatıp raakip diyenler var. Oysa rakip binen demek,
merkep sözcüğü oradan geliyor. Uzman demek olan mütehassıs yerine mütehassis
diyenler bu sözcüğün his sözcüğünden geldiğini biliyorlar mı acaba?
Bakın
kibarlık budalalığı nelere yol açıyor: Sonradan görme birinin karısı zengin bir
çevreye girer; kendisini bir kadınla tanıştırırlar, kadın “müşerref oldum” der.
Bizimki bu sözün anlamını bilmediği için, “Burada adları değiştiriliyor demek”
diye düşünür ve şöyle der: “Ben de eskiden fatmaydım, fatoş oldum!”
Dilekçelerde
ille de arz ederim denilmesini buyurur kimi yöneticiler. Büyüklere arz
edilirmiş efendim. “Rica ederim”, “sunarım”, “dilerim” denilmezmiş. Bir
dilekçem bu yüzden geri çevirilmişti! Osmanlıca sözcükler daha çok hukukta,
noterlerde, tıpta, bankalarda geçiyor. Hukuk dilimiz anlaşılmak için değil,
anlaşılmamak içindir. Bu yüzden hukuk fakültesine gidenler Arapça, Farsça
kökenli sözcükleri ezberlemek zorundadırlar. Kimi hukukçular üstünlüklerini
böyle kanıtlarlar. Hukuk fakültesindeki bir derste bir profesör, öğrencilerine
bir hukuk problemi sormuştu. Öğrenciler “falanın lehinde dava açarız”, dediler,
profesör kabul etmedi, “filanın aleyhine dava açarız” diyenleri de reddetti.
Sonunda herkes pes etti, “Bilemedik, siz söyleyin hocam” dediler. Bakın hoca ne
dedi:
“Dava
açarız sözünü köylü mehmet dayı da söyler. Hukukçu olduğunuzun belli olması
için “dava ikame eyleriz” demelisiniz.”
Anladınız
mı şimdi Osmanlıca sevdasının esbabı mucibesini!?
Bu konuda
birkaç fıkra anlatıvereyim.
Yargıç,
sanığa “sabıkan var mı?” diye sorar. Sanık, sabıkanın ne olduğunu bilmediği
için “Allahtan başka kimsem yok!” der. Yargıç sanığa beraat ettiğini söyler.
Sanık, “Vallahi bir şey etmedim. Suçsuzum ben” diye boynunu büker.
Bankalarda
mevduat hesabı açılır, mevzuat başkadır orada. Geçenlerde bir bankaya gittim.
Bir müşteri banka cüzdanını getirmeyi unutmuş ama hatırlı müşterilerden birini
tanıyormuş, onu tanık göstermek istedi. “Lafla olmaz. Şu kağıda kendisi
marufumdur” diye yazıversin” dediler. Marufun ne olduğunu bilmeyen müşteri
“masumdur” yazdı…
Bir
hastaneye gidince “hariciye, dahiliye, asabiye, nisaiye, intaniye, bevliye”
gibi levhalar görür, ne yapacağınızı, nereye gideceğinizi şaşırırsınız.
Erkekseniz kadın hastalıklarına bakan nisaiye bölümüne gidip tepki
görebilirsiniz. İntaniye bölümünde bulaşıcı hastalığa tutulabilirsiniz.
Bevliyeye gidip böbreklerinize baktırabilirsiniz…
Eski yazıyı
öğreniverip hemen eski kültürle kaynaşılıverileceğini sanıyor kimi çok
bilmişler. Bir zamanlar Ankara Dil Tarih bölümü profesörleriyle İstanbul
edebiyat fakültesi profesörleri eski bir metin yüzünden birbirlerine
girmişlerdi. Ankaradakiler “tarzı necip” olacak diyorlardı, İstanbuldakiler
“terzi necip”… Koskoca profesörleri bile kuşkuya düşüren eski yazı, Osmanlıca
hangi ileri zekalı tarafından hiç yanlışsız, şıp diye okunuverecek acaba?
Ben
Edebiyat Fakültesinde dört yıl Osmanlıca okuduğum halde çok eski mezar
taşlarındaki yazıları doğru dürüst okuyamıyorum. Süslü yazıyla yazılmışlardır
çünkü. Şimdiki gençler haftada birkaç dersle neyi okuyup yazabilecekler ve
ellerine ne geçecek? Kuran’ı eski yazıyla okuma sevdasına düşenlerin birçok
sözcüğü yanlış okuduklarını gördüm. Sevap sanıyorlardı ne dediğini
anlamadıkları sözleri okumayı. Bırakın Arapçayı, Türkçeyi bile zor okursunuz
eski yazıyla. Hiç unutmam, bir arkadaşımız eski Türkçe bir yazıyı okumaya
çalışırken “zor ne” sözcüğünü “zurna” diye okumuştu da hepimizi güldürmüştü…
Geçenlerde
bir kişi Atatürk’ün yaptığı devrimlerden söz ederken inkılap yerine inkilap
diyerek yapılanların yenilik değil köpekleşme olduğunu söylemişti,
kilap(köpekler) sözcüğünden yararlanarak. Bu sözcüğün aslı kelp(köpek”tir.
Gelin de kendisine kelp(köpek” diyen Tahir Efendi adlı birine Nef’’i’nin
verdiği anlamlı yanıtı bir görelim:
“Tahir Efendi
bana kelp demiş
İltifatı bu
sözde zahirdir
Maliki
mezhebim benim zira
İtikadımca
kelp Tahirdir”
Tahir,
temiz anlamına gelen bir sözcüktür, şairimiz köpeğin temiz olduğun söyler gibi
yapıp kelp sözünü bu efendiye aynen geri gönderiyor…
“Maruzatım
bundan ibarettir. Takdir ve tekdir yüce meclisinizindir”
Arif olan anlar, anlamayan
sivrisineğin sesini saz diye dinler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder