DOSTLUK ve AŞK...
Dostlukla
aşk yolda karşılaştılar. Aşk takmış takıştırmış, süslenmiş, iki dirhem bir
çekirdek olmuştu. Dostluk ise sade ve duruydu, doğaldı. Aşk gururla giderken
şöyle bir baktı dostluğa: “Hayrola, nereye gidiyorsun böyle?” diye sordu.
Bu
küçümseyen, tepeden bakan bakışa güldü geçti dostluk:
“İnsanları
teselli etmeye, avutmaya gidiyorum” dedi.
Aşk dudak
bükerek konuştu:
“Ben hiçbir
insanın yanına gitmem. Onlar benim yanıma gelirler. Kendilerine pek yüz
vermesem bile muhakkak arar sorarlar, bensiz yapamazlar. Sen de öyle yap,
kendini naza çek. O zaman değerin artar, benim gibi el üstünde tutulursun, baş
üstünde gezersin.”
“Hayır! Bu
dediklerini yapamam” dedi dostluk. “Benim yüzümden acı çekmelerine dayanamam
onların. Dert ortağı olurum kendilerine. Yalnızlıklarını gideririm.”
“Enayiliğine
doyma o zaman” diye alayla güldü aşk. Dünyada en güzel şey benim. Her zaman ve
her yerde rağbet görürüm, şarkılara, şiirlere konu olurum. Sen ne işe yararsın
ki?”
“Sen öyle
san” diye başını salladı dostluk. Sen gidince ben gelirim insanların yanlarına.
Döktürmüş olduğun gözyaşlarını silerim, açtığın yaraları sararım,
yalnızlıklarını paylaşırım. Dünyadaki en güzel şey sen olabilirsin ama benim
gibi, benim kadar iyi olamazsın. Sen yakarsın yürekleri, ben su serperim. Senin
dikenin ve verdiğin acılar, benim diktiğim gül ve ferahlattığım gönül çoktur.
İşte farkımız budur.”
Aşk
söyleyecek söz bulamadı. Burnu havada çekip gitti.
Dostluk ise
erdem ve özveri ile birlikte doğruya iyiye güzele doğru yürüdü, yürüdüğü
yolları güllere, lalelere, karanfillere bürüdü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder