10 Temmuz 2025 Perşembe

ANLAMAK

ANLAMAK Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum. Cahit Sıtkı Tarancı

Nihavend Fasıl ve Popüler Şarkılar | Çamlıca TSM Topluluğu

06 - YAĞMUR YAĞIP YER YÜZÜNE DÜŞERKEN - NECDET ÇALIŞ

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Kalbimizin Çiçeği

Çiçek doğanın kalbi sevgi kalbin çiçeğidir çiçekle sevgi özdeş güzelliğin gülüşü renk cümbüşüdür onunla olur gönlümüz uçan kuşlara eş Hadi çiçekle benliğini Sevgiyle bütünleş

25 Haziran 2025 Çarşamba

MUTLULUK DİLEKLERİ

✿⊱╮Mutluluğunuz gökyüzünden dökülen ✿⊱╮Yağmurlar kadar bol olsun ✿⊱╮O kadar mutlu olun ki ✿⊱╮Gözlerinizdeki mutluluk ✿⊱╮Mutluluğu arayan mutsuzların umudu olsun. ✿⊱╮Geceyi takip eden güneşin aydınlığı kadar aydınlık ✿⊱╮Bir dünyanız olsun...HAYIRLI SABAHLAR....MUTLU GÜNLER DİLERİM...💕☕💕✍0

23 Haziran 2025 Pazartesi

AŞKIN GURBETİ

AŞKININ GURBETİ Gözlerinin gurbetindeyim Bakışlarının sılasını özlüyorum Ettiğin nazların bile Yollarını gözlüyorum. *** Aşkının gurbetindeyim Seni kazanmak için Gece gündüz çalışıyorum Ama boşa gidiyor canımı dişime takmam Akıntıya kürek çekiyorum. *** Elimde demir asa, ayağımda demir çarık Yayan yapıldak yürüsem de Serapsız çile çöllerinde Kavuşmak dağlarını aşamıyorum. *** Doğsun diye beklerken Mutluluk güneşim Ayrılığının yağmurunda İliklerime dek ıslanıyorum. ERHAN TIĞLI

20 Haziran 2025 Cuma

ÇÖLDEKİ SERAP

ÇÖLDEKİ SERAP… Artık bir şey anlatmıyor Sevgililere mehtap Viski, şampanya eşlik ediyor çiftlere Atıldığı köşede boynu bükük duruyor Âşıkların en eski içkisi şarap Samanlık seyran olmuyor İki gönül bir olunca Evlenmek isteyen gençlere Tektaş yüzük, beyaz eşya, mobilya Anlı şanlı düğün derken Çıkıyor karşılarına yüklü bir hesap! Herkes para pul derdine düşmüş Aşk çöldeki serap… Erhan Tığlı

16 Haziran 2025 Pazartesi

ŞENYUVADA OLUP BİTENLER

ŞENYUVA’DA OLUP BİTENLER... Eskiden bağlık bahçelikli Şen Yuva apartmanının olduğu yer. Her taraf apartmanlarla dolunca bu bağların bahçelerin sahipleri de kapılarını aşındıran yapsatçılara evet demek zorunda kaldılar. Birkaç apartman dairesine tamah ettiler; o güzelim ağaçlarının kıyılmasına, çiçeklerin sökülmesine ses çıkarmadılar. Burayı alan yapsatçı diğerlerine göre insaflı çıktı. Her tarafı altüst etmedi, biraz bahçe bıraktı. Bahçenin köşesine de müştemilat yaptırdı. Oraya üniversitede okuyan bir hemşerisini bahçeye baksın, apartmandakilerin getir götür işleriyle ilgilensin diye yerleştirdi. Yanına da memleketinden bir kız almıştı. Onu hizmetçi gibi kullanıyordu. Kendisi apartmanın üçüncü katında oturuyordu. Yaptığı dairelerin kimisini kiraya vermiş, kimisini de satmıştı. Zaten karısı da memleketlisiydi. Yanına kalfa olarak girdiği yapsatçının kızıydı. İkisi de köyden gelmişlerdi ama şaşırmamışlardı birdenbire. Aksine tez zamanda köşeyi dönerek herkesi şaşırtmışlardı. Bire mal ettikleri daireleri ona satıyorlar, yani işlerini biliyorlardı... Karısının babası yaşlanıp bir köşeye çekilince meydan büsbütün bizimkine kaldı, istediği gibi at oynatmaya başladı. İşim var deyip eve geç geliyor, çapkınlık yapıyordu. Zaten müştemilatı da onun için yaptırmıştı. Orayı garsoniyer gibi kullanıyordu fırsat buldukça. Bir anahtar da kendisinde vardı. Delikanlı okula gidince içeri giriyor, depo olarak kullanacağım dediği odada zevkine bakıyordu. İşler tıkırında giderken bir olay oldu ve şen yuvanın huzuru bozuldu. Bunun nedeni yere bakan yürek takımından olduğu ortaya çıkan delikanlıydı. İşte olay, işte bu olayın kişileri ve de olup bitenler, söylenenler: OLAY: Müştemilatta kalan genç yapsatçının hizmetçi kızıyla basıldı. Yapsatçı Selim Yapar: Koynumuzda yılan beslemişiz kardeşim. Adama acıdık, müştemilatımızda yatıp kalkmasına izin verdik. Teşekkür edeceğine kızımız yerine koyduğumuz, köyde sürünmesin diye yanımıza aldığımız kızı baştan çıkardı beyefendi. En ağır ceza verilmeli kendisine. Kızı kandırdı, tecavüz etti, saflığından yararlandı, emanete hıyanet etti. Sanki yaptığı şey çok iyi bir şeymiş gibi gülüyor bir de utanmadan, şuna bakın. Sen daha ekmeğini eline almamışsın. Hadi evlendirelim de suçlu duruma düşmekten kurtul desek hangi parayla evlenecek, aile geçindireceksin ha? Hem ben senin gibi çulsuza kızımı verir miyim bakalım? Öz kızım değil ama kızım gibiydi. Ona da kızıyorum. İnsan ilişki kuracağı kişiyi iyi seçer. Hadi seçemedin diyelim, işi bu kadar ileri götürmez, kendine bilmem ne ettirmez. Demek ki soyunda sütü bozukluk varmış onun da. Kendisini köyden kurtardığımız için teşekkür edip dizimizin dibinden ayrılmayacağına elin çulsuzuyla aşna fişne etmeye kalktı domuz! Derdini bize söylesen biz seni helal süt emmiş, hali vakti yerinde biriyle evlendirirdik. Hadi şimdi ayıkla pirincin taşını bakalım... Yapsatçının karısı: Ben de kocamla aynı fikirdeyim efendim. Kız nankörmüş. Elini sıcak sudan soğuk suya değdirmedik hiçbir zaman. Kızımız gibi baktık. Yedirdik içirdik. Fazla iş yaptırmadık. Sadece bana yardım etti. Uslu dursaydı onu elimle evlendirecektim. Şimdi ne yaparsa yapsın, karışmam. Madem böyle bir niyetin var, gel bana açıl, akıl danış değil mi ya! Ben senin annen yerindeyim. Uzaktan akrabam olur sizinkiler. Anne yarısıyım. Besle kargayı, oysun gözünü diye boşuna söylememişler. Utanıp önüne bakacağına, ben ettim, siz etmeyin diyeceğine şu kızın gülümsemesine, yılışıklığına bakın. Sevindi tabii oğlanın üstüne kaldığına. O delikanlıya da çok kızıyorum. Yakında üniversiteyi bitireceksin. Meslek sahibi olacaksın. İş bulunca kültürlü, sana uygun biriyle evlenirdin. Acelen neydi? Şeyin mi kudurdu? Ne yapacaksın pasaklı köylü kızını? Aldın mı başına püsküllü belayı şimdi. Bir anlık zevk bak sana nelere mal olacak. Kızla evlenmek zorunda kalacaksın. Zaten paran pulun yok, bir de ona bakmak zorunda kalacaksın. Kız sana göre değil. İlkokulu zor bitirdi. Biz yanımıza almasaydık köy yerinde ezilecek, kadir kıymet bilmeyen bir köylüyle evlendirecekti anası babası. Tarla bahçe işleri imanını gevretecekti. Sen onun için bulunmaz Hint kumaşısın ama o senin için nedir? Hiç! Evlenmek istemezsen hapse gireceksin boş yere. Okulun yarım kalacak. Yazık ettin kendine yazık! ... Komşu Huriye Şenlik: Akıl fikir yok bu gençlerde. Ne zaman adam oldunuz da şey yapmaya kalkıyorsunuz canım. Kaç kere söyledim. Bu kız büyüdü, bir an önce evlendiriverin de kurtulun, yoksa başınıza işler açacak dedim. Dinletemedim ki... Kadın, kız giderse bedava hizmetçi bulamam diye işi ağırdan aldı. Adam desen havalandı. Gözü başka yerlere kaydı. Kıza bir şey olmaz. Olan erkeğe olur. Okulu yarım kalır, evlense bir türlü, evlenmese bir türlü. İki cami arasında beynamaz olacak. Zavallı pek de yakışıklıydı. Kızım olsa verirdim vallahi. Biraz daha beklese, sabretse zengin bir aileye damat olabilirdi. Köylü çocuğuydu, gözü daha pek açılmamıştı. Çalışkandı, becerikliydi. Böyle damat arıyor zenginler. Şehir züppeleri korkutmuştu milletin gözünü. Bari yaptın bir şey, yakalanma, al önlemini. Bizim çapkınlar bu türlü olaylardan tereyağından kıl çeker gibi kurtulurlar çabucak. Bu köylü gençler ise namuslu olurlar, kızın namusunu temizlemek isterler, kendilerini ateşe atarlar. Komşu Sermet Serin: Ben bunu bilir, bunu söylerim efendim. Dişi köpek kuyruk sallamazsa erkek köpek yanaşmaz. O kızın gözlerinde hayır yoktu zaten. Kalça, göğüs gelişmişti, her şeyi göz alıyordu. Gel beni ye diyordu. Zamanında bize düşmedi böylesi. Delikanlı şundan biraz faydalanayım dedi kanaatimce ama bu konularda tecrübesi olmadığı için yüzüne gözüne bulaştırdı. Benim elime geçecekti de gösterecektim o yosmaya Konya’yı Hanya’yı. Şey yani gençliğimde, bekârken demek istedim. Artık unumuzu eledik, eleğimizi duvara astık. Ne diyordum? Delikanlıya yazık oldu. Önceden haber verseydi de biraz kurs verseydim kendisine. Yol yordam öğretseydim. Ama yanımıza yanaşmazdı kerata! Kendi bildiğini okumaya kalktı ve de ayvayı yedi. Okumaktan karı kız işlerine vakit ayıramadı, başına ne geleceğini bilemedi, göremedi. Artık anlamıştır dünyanın kaç bucak olduğunu ama ne fayda. İş işten geçti artık. Bundan sonra akıllı olsun, bu işten az zararla kurtulmaya kalksın. Kız on sekiz yaşını geçmiştir herhalde. Delikanlının kaldığı müştemilata gece yarısı kendi ayağıyla gittiği için cebir, şiddet uyguladı, beni kandırdı, kirli emellerine alet etti, zorla tecavüz etti de diyemez. Ne demişler: Alan razı satan razı, sana ne oluyor şoför Niyazi? Kız bu beceriklilikle kendini bir enayiye kız oğlan kız diye yutturur ya da şeye düşer ileride. Bakın nasıl da memnun başına böyle bir iş geldiğine. Meramına erdi tabii. Ne yapalım? Kendi düşen ağlamaz. Ne ağlaması? Bakarsın senden benden zengin olur şeyinin şeysiyle. Bu işler böyledir kardeşim. İş bilenin, kılıç kuşananındır. Komşu Abdullah Kara: Ahlak kalmadı ahlak! Bizim zamanımızda ar namus vardı. Şimdi hepsi kalktı. Gençler yollarda bellerde uluorta öpüşüp koklaşıyorlar. Neredeyse şey de edecekler. Hiç utanmak arlanmak yok. Yolları yatak odasına çevirdiler. Bunları namuslu terbiyeli sanıyordum ben. Meğerse saman altından su yürütüyorlarmış. Kız yollarda hep önüne bakarak yürürdü Kız diyorum ama belki de çoktan kadın olmuştur. Delikanlı da karıya kıza edepsizlik yapmazdı. İşin içinde iş varmış. Madem kızda gözün vardı. Efendice gider istersin ana babasından. Önce bir nişan yaparsınız. Okulunu bitirince de evlenirsiniz. Biz böyle duyduk, böyle gördük atalarımızdan. Gençliğimde ben de yakışıklıydım. Ne kızlar karılar askıntı oldular da hiçbirine yüz vermedim. Harama uçkur çözmedim. Evlenme çağım gelince, elim iş tutunca ve de askerliğimi yapıp gelince helal süt emmiş bir aile kızıyla evlendim. Sen daha askerliğini yapmamışsın, iş meslek sahibi olmamışsın be oğlum. Yazık değil mi ananın babanın bunca emeklerine. Ya hapse düşersen ne olacak? Böyle fıkırdaklara güven olmaz. Üstünde kalmak için seni seviyor görünür ya da kendi isteğiyle teslim olur da sonra cayıverir. Oradan geçiyordum. Beni zorla içeri çekti, ırzıma geçti der. Senden para koparmak, yüklü bir başlık parası almak için ne numaralar, ne oyunlar yapılır da şaşar kalırsın. Toysun, acemisin. Bir anlık gaflet hayatına mal olur. Ömrün ah vah ile geçer. Dedim ya; ar namus ayağa düştü. Bu işlere ilkokuldan başlıyor şimdiki zamaneler. Kız: Delikanlıyı boşuna suçlamayın. Ben kendi isteğimle teslim oldum. Ortada zor kullanmak falan yok. Beni zavallı bir köylü kızı diye küçümsüyordu buradaki herkes. Cahil sanıyordu. Oysa ben elime geçen her kitabı okudum. İnsanlık neymiş, nasıl olurmuş, kadın hakları nedir hep öğrendim, belledim. Her şeyden önce şunu söylemeliyim: Bana insanca davranan tek kişi bu delikanlıdır. Diğerleri, başta hanımım olmak üzere beni köle, hatta eşya gibi gördü, yararlanmaya çalıştı. Hele yapsatçı beyefendi fırsat buldukça beni sıkıştırır, öpüp okşamaya çalışırdı. Olay gecesi de evde hanımının olmamasından ve benim gidecek, sığınacak yerim olmamasından cesaret buldu, üstüme saldırdı. Elinden zor kurtuldum, kapıyı açıp dışarı kaçtım. Kaçtım ama gidecek bir yerim yoktu. Üstelik yağmur yağıyordu. Deli gibi oradan oraya koştum. Polis çağırsam bana kim inanırdı? Yapsatçı beni iftira etmekten hapse attırır ya da kovar, kapının önüne koyardı. Cebimde beş kuruş olmadığı gibi bu koca kentte sığınacağım, yanında kalacağım kimse yoktu. Farkında olmadan bu delikanlının kapısının önüne geldim. Saçağın altında yağmurdan korunmaya çalıştım. Kapıyı çalacak cesaret bulamadım kendimde. Ya gece yarısı ne işin var burada diye beni azarlarsa, götürüp yapsatçıya teslim ederse diye düşünüyor, heyecandan, korkudan titriyordum. Üşümüştüm de. Derken kapı açıldı. Delikanlı beni içeriye aldı. Ne olduğunu sordu. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Kırık dökük cümlelerle başıma gelenleri anlatmaya çalıştım. Hasta olacaksın diye beni sobanın başına getirdi. Üstümdekileri çıkarmamı söyledi. Tecavüz etmeye mi kalkacak diye korkuyla yüzüne baktım. Güldü. Yan odadan giyecek bir şeyler getirdi. Bunları giy. Ben yan odada bekleyeceğim. Giyindiğin zaman haber ver dedi. Dediklerini yaptım. Saatlerce konuştuk, dertleştik. Sonra o yan odaya giderken üstümü örttü. Bir şey istersem seslenmemi söyledi. İyi uykular dileyip yanımdan ayrıldı. Bir süre uyumaya çalıştım ama uyuyamadım. Burada kalamazdım. Yapsatçının evinde de duramazdım. Ne yapmalı, nereye gitmeli diye düşünürken dalmışım. Korkunç rüyalar gördüm. Bir tıkırtı oldu. Yapsatçı geliyor diye korkuyla delikanlının odasına koştum. Beni teselli etti, sırtımı okşadı, yüzüme masum bir öpücük kondurdu. Ben de onu öptüm. Derken sarılıp yattık. Ne yaparsa yapsın, kollarında mutluydum. O iş olacaksa sevdiğim bu delikanlıyla olmalıydı. Üstümdekileri çıkardım, koynuna girdim. Yani beni zorlamadı hiç, aksine ben onu zorladım, sımsıkı sarıldım kurtarıcıma, onu çoktan beri sevdiğimi, kendisiyle sevişmek istediğimi söyledim. İster evlensin benimle ister evlenmesin, umurumda değil. Bekle derse beklerim yıllarca. Eğitim öğretimini engellemek, ayak bağı olmak istemem. Evlenemeyeceğini söylerse boynumu büker otururum. Yani kendisinden şikâyetçi değilim. Seviyorum onu, ne yaparsa yapsın gene seveceğim. Eğer bir suç varsa ortada, onda değil bende o suç, kabahat. Delikanlı: Bu kızı her gördüğümde içimde bir şeyler kıpırdanırdı ama sadece karşıdan bakmakla yetinir, ona bir şey söylemeye çekinirdim. Arada sırada konuştuk, birkaç laf ettik, daha ileriye gitmedik. Selamlaşmakla, birbirimize gülümsemekle idare ettik. Biraz yakışıklı olduğum için çevredeki kadınlar, kızlar gözümün içine bakıyorlardı ama hiçbirine yüz vermiyordum. Yapsatçının hanımı bile birkaç defa oturduğum yere geldi. Yaptığı pastalardan, böreklerden getirdi, oturup benimle konuştu, ağzımı aradı. Başka bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Teşekkür ettim, hayır dedim. Gözlerimin içine bakarak, erkeksin, yani o tür şeylerden de isteyebilir canın diye fıkırdadı. Anlamazlıktan geldim. Bir gün de komşu dul kadın ansızın içeri girdi. Kendisine niye yüz vermediğimi sordu. Yoksa güzel değil miyim, hoşuna gitmiyor muyum diye ağladı. Erkeklerin kendisi gibi dul kadınlarla ilişki kurmak, sevişmek için can attıklarını, isterse kaç tane sevgili bulabileceğini ama beni tercih ettiğini söyledi. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırdım. Soyundu, oramı tuttu. Pek de küçükmüş. Anladım şimdi niye kadınlara, kızlara yüz vermediğini. Sen şeysin ayol diye kahkahalarla güldü, çekip gitti. Bam telime dokunmuştu. Kadınlarla, kızlarla yakınlık kuramamamın bir nedeni de buydu. Şey değildim. Güzel kadınları görünce heyecanlanıyordum, oram kıpırdanıyordu ama eyleme geçemiyordum bir türlü. Şeyimin küçüklüğünü görüp alay edecekler diye çekiniyordum. Hele gittiğim genelevde başarılı olamayınca büsbütün içime kapandım, kuşkulandım kendimden. Yoksa ben gizli şey miydim, kadınlara, kızlara hep karşıdan mı bakacak ya da kendi cinsimden kişilerle ilişki kurmak zorunda mı kalacaktım. Bir arkadaşım duymuş ya da görmüş olacaktı ki, benimle alay ediyor, sünnetçi seninkini biraz fazla kesmiş galiba. Git eklet onu yoksa sapık olursun diyordu. Alaylarına dayanamadım, üstüne yürüdüm. Madem öyle değilsin, kanıtla diye bağırdı. Birlikte geneleve gidelim. Başarılı olursan ben sözümü geri alacağım, olamazsan seninle dalga geçmeme kızmayacaksın. Olmaz dedim, itiraz ettim ama dinlemedi. Paran yoksa ben vereceğim diye kolumdan tuttu, zorla oraya götürdü. Tanıdığı bir kadın varmış. Ona götürecekmiş, anlayışlı davranır, torpil geçermiş. Böyle deyince heveslendim. Kadının yanına gittik. Kulağına bir şey söyledi. Kadın odasının numarasını söyledi, orada beklememi söyledi. Kendisi arkadaşımla cilveleşmeye başladı. Gidip soyundum ama kadın gelmek bilmedi. Acaba başaracak mıyım yoksa rezil mi olacağım diye düşünüyor, şu iş bir an önce hayırlısıyla olup bitsin diye dua ediyordum. Neyse hanımefendi on beş dakika sonra geldi, sadece altını çıkararak yatağa yattı, hadi gel dedi. Üstüne atıldım, öpüp okşamaya başladım. Şeyim de hareketlenmişti ama kadın dudaklarını kaçırıyor, memelerini tutup okşamama izin vermiyor, acıtıyorsun diye ellerime vuruyordu. Derken beni üstünden attı. Beni karın mı sandın diye bağırdı. Öpüp okşamadan hayvan gibi şey yapılır mı dedim, kıyameti kopardı. Kendisini hayvanlıkla suçladığımı iddia etti, yüzümü gözümü tırmaladı. Daha sonra da beni orada bıraktı, çekip gitti. İşin tuhafı, arkadaşım bana hak vereceğine kadını haklı buldu... Bu kız benim erkeklik kuşkularımı giderdi. Onun için çok mutluyum, mutluluktan uçuyorum, seviniyorum. Başına gelmeyen bilmez bunu. Bir erkek için erkek olmamakla suçlanmak kadar kötü bir şey yoktur. Çoğu cinayetler kadının erkeğe, sen erkek misin, erkeksen hadi yap ta görelim demesinden, erkeği suçlamasından, onu küçük görmesinden çıkmıştır bence. Ne ceza verilirse verilsin umurumda değil. Demek ki bu işte küçüklük, büyüklük önemli değilmiş. Önemli olan karşılıklı sevgi, ilgiymiş. Her cinsel ilişkiye sevişmek adını veriyorlar ama asıl sevişmek işte bu. Her şeyinle bütünleşeceksin onunla, ikilikten sıyrılıp bir olacaksın. Nefesin nefesine karışacak, kaynaşacaksın. Bana bu zevki tattırdığı, korku ve kuşkularımı giderdiği için çok teşekkür ediyorum sevgilime. Canım o benim. İsterse hemen evlenirim, namusunu temizlerim. Onun için her şeyi yaparım. Artık dağları delen Ferhat gibi güçlü hissediyorum kendimi. Hakkımda dedikodu yapanlar utansın. Beni görünce alayla gülen arkadaşlarım, dul kadın, yapsatçının karısı artık kendileriyle alay etsinler. Sevmek, sevilmek, sevişmek nedir bilmediklerine, böyle bir zevke erişemediklerine yansınlar ve de basit bir cinsel birleşmeyi sevişmek sandıkları için üzülsünler. Başka bir söyleyeceğim yoktur. İçimden şarkı söylemek geliyor. Beni hem suçlu hem güçlü diye ayıplayanlara gülüyorum. Asıl suçlu sizlersiniz diye haykırmak istiyorum. Sevmek sevilmek, sevişmek nedir bilmedikleri için acıyorum onlara. Ne olursa olsun, her şey vız gelir bundan sonra. Erkeğim ya, seviyor seviliyorum ya, yeter de artar bile bu bana.

MUTLULUĞUN RESMİ

MUTLULUĞUN RESMİ Bir gazetenin şiir köşesinde genç bir ozanın, “Ne zaman mutluluğun resmini yapmak istesem/ Aklıma sen gelirsin” dizelerine rastladım. Bu dize mutluluğun resminin nasıl yapılacağını düşündürdü bana. Genç ozan ne zaman mutluluğun resmini yapmak istese sevgilisi geliyormuş aklına. Şimdi böyle düşünüyor ama aradan yıllar geçtikten sonra gene böyle mi düşünecek acaba? Bu sevgili hakkında bir başkası aynı duyguları taşıyabilir mi, olursa nasıl olur yaptığı resim ya da sevgili gerçekten mutluluğun resmini yaptıracak kadar iyi ve güzel mi? Öyle olsa bile bir başkası bu resme dudak bükerek bakmaz mı? Bir anket yapsak, çeşitli kişilere mutluluğun resmini yaptırmaya kalksak ne yaparlar acaba? Aç bir yemek resmi yapardı herhalde. Şişman zayıflığı mutluluk resmi olarak çizerdi muhakkak. Parasız para, evsiz ev resmini yeğlerdi herhalde. Çevreciler doğayı gösterirlerdi resimlerinde mutluluk simgesi olarak; çiçekler, ağaçlar, mavi deniz ve gökyüzü gülümserdi tuvallerinde. Yapsatçı apartman, site yapardı, bire mal eder, bine satardı... Geçenlerde gazeteciler ünlü yıldızımız Ajda Pekkan’a mutluluk hakkındaki düşüncelerini sormuşlar. “Özel hayatımda bulamadığım sevgiyi, mutluluğu halkta buldum” demiş mega starımız! Bu yanıt bana biraz yapmacık geldi. Halk sözü eden şarkıcılarımıza halka bedava konser vermelerini teklif edeceksin. Bakalım kabul edecekler mi? Bir de şu geliyor aklıma: Yıldızımız aradığı mutluluğu özel hayatında bulsaydı halk umurunda olur muydu acaba? Sanatçı geçinen şarkıcıların söylediği şarkılara bakın. Hangisinde halka mutluluk veren sözler, mesajlar var? Veriyorlarsa nasıl bir mutluluktur bu; boş vermişim dünyaya, aldırma gönül, kader böyleymiş, ne söylesem boş, dertleri zevk edindim, bende neşe ne arar, sevil de sevme, ağlama, ağlat, yoksa zehrolur bu tatlı hayat mutluluğu mu? Mustafa Özbalcı adlı bir ozan da, “Aydınlık bir dünya içindeyim/ Gittikçe güzelleşiyor yaşamak/ benim için akıyor bütün çeşmeler/ Mutluluk avuçlarımda yaprak yaprak” diye başlamış “Mutluluk Şarkısı” şiirine. İyi, güzel de, buradaki mutluluk bencil bir mutluluk değil mi? İnsanları mutlu etmeyi, mutluluğu paylaşmayı düşüneceğine ben diyor hep! Charlotte Brontr, “Çevresindekiler tarafından sevilmekten ve varlığın onları mutlu kıldığını görmekten büyük mutluluk yoktur” diyor. Mutluluk paylaştıkça çoğalır, dert paylaştıkça azalır, sözünü de unutmayalım. Bir atasözümüz de, “Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür” diyor. Oysa biz başkasının gözünde mertek aramaktan kendi gözümüzdeki çöpü göremeyiz Armudun sapı, üzümün çöpü var diyerek mutsuz oluruz. Kendimize iğne batırmayı unuturuz, başkalarına çuvaldız batırmaya kalkarız. Dünyayı kendimize zindan ederiz... Mutluluğun resmini yapmak için önce kendimizi düzeltmeli, mutlu olmaya kendimizi hazırlamalıyız. Geleceğe güvenle bakmalı, umudumuzu, özlemimizi yitirmeliyiz. Sevgi, hoşgörü fırçalarını ve renklerini elimizden eksik etmemeliyiz. Yoksa yaptığımız basit bir karalama, gelişigüzel yapılan bir çalışma olur, boşuna çaba harcarız. Hadi gelin, hep birlikte mutluluğun resmini yapalım. Resmimizi iyimserlik, özveri ve erdem tablosu haline getirelim. Resmimize baktıkça içi açılsın herkesin. ***Erhan Tığlı***

5 Haziran 2025 Perşembe

UMUT LİMANI

Yarin karanfil dokulu sözleri nakışladı gönlümü tutundum mutluluk kuşunun kanadına uçtum özgür maviliklere baskıların, korkuların inadına özlemlerle el ele tutuşup çıktım sevgi yolculuğuna demir attı gemim umut limanına

30 Mayıs 2025 Cuma

Kedi mırnav dedi Çocuk sınav

KEDİ MİYAV DEDİ ÇOCUK SINAV... Kedi miyav diyor, çocuk sınav. Kedi av arıyor, çocuğun kendi av! Kedinin karnını doyurmak gerek, çocuk moral istiyor. Sokakta oynayan çocuklara özlemle bakıyor, yutkunuyor. Yanıma çağırıyorum. Korkarak bakıyor yüzüme, “Niye çağırıyorsunuz beni, yoksa siz de mi sınav yapacaksınız?” diye soruyor. “Yok canım, onu da nereden çıkardın?” diye soruyorum. “Annem büyüklere beni sınava çektirir de ondan” diye başını sallıyor. Saatine bakıyor, “Çabuk sorun sorularınızı, diyor. Üç dakika, yirmi saniye, otuz salise sonra test kitaplarımın başında olmalıyım.” “Bravo! Bu ne dakiklik?” diye takdirlerimi belirtiyorum. Bana kendini tanıtmasını söylüyorum. Kurulmuş saat gibi, “Adım İsmet Yetenek, diyor. Genel yeteneğe Ali İtenek beyle çalışıyoruz. Matematik öğretmenim Hediye Pergel. Sözel bölüm hocam Hami Özel. Ayrıca annem, babam, amcam, dayım, tüm akrabalarım yardımcı olmaya çalışıyorlar.” “Tam bir seferberlik ilan edilmiş desene. Başka yardım eden yok mu?” “Olmaz olur mu? Annem her şeyi düşündü, garantiye aldı. Psikolog ve kondüsyoner tuttu. Cami hocası bile var.” “Hadi psikologu anladık da, kondüsyoner ne yapıveriyor?” “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur diye bana teneffüs aralarında kültürfizik yaptırıyor. Bu maçı alacağız, başka yolu yok diye bağırtıyor. Vur, kır, parçala, bu maçı kazan diyerek beni motive ediyor. Sınavlara maça hazırlanan bir futbolcu gibi hazırlanıyorum. Sınavsporu yeneceğime and içiyorum.” “Ya cami hocasının ne gibi bir yararı dokunuyor?” “Akşam yatarken birlikte dua ediyoruz. Ayrıca namazlardan sonra dua ediveriyor. Boş zamanlarımızda camileri, türbeleri ziyaret ediyoruz. Bak, muskam bile var.” Tam bu sırada bir kadın koşarak geldi. Öfkeyle çocuğa bağırdı, çıkıştı: “Bomboş ne yapıyorsun burada?” diye bağırdı. “Şu anda dersinin başında olmalıydın. Biliyorsun, kaybedecek bir saniyen bile yok.” Çocuk saatine baktı: “Daha iki dakika, yirmi saniyem var anne. Merak etme. Zamanı gelince dersimin başına geçeceğim” dedi. Kadına, “Siz bu çocuğun annesi misiniz?” diye sordum. Kadın üzüntüyle başını salladı: “Evet, annesiyim, dedi. Ah keşke olmaz olsaydım! Bu çocuk beni öldürecek. Sanki o değil de ben gireceğim sınava. Sitires sitires! Sınav sonuçlana kadar bana bir şey olmasa bari. Eğer öyle bir şey olursa gözüm açık giderim vallahi!” “Kendinize yazık etmeyin. Kazanamazsa kıyamet kopmaz ya? Sağlık olsun!” “Ne sağlığıymış bu? Emeklerimiz boşa giderse kimsenin yüzüne bakamam. Hele benimki kazanamaz da, lafçı ayselin çocuğu kazanırsa ölürüm.” “Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Gençliğinize yazık!” “Bu çocuk yüzünden bende gençlik falan kalmadı.” “Çok iddialısınız galiba.” “Yok canım! Aslında hiç iddialı değilim. Ele güne mahçup olmayalım, yapılan masraflar boşa gitmesin, çocuk sınav heyecanını tatsın. Tek isteğim bu.” “Bu kadar çok çalıştırdığınıza göre çocuğunuz kaç sınava girecek acaba?” “Ne kadar sınav varsa sokacağım. Anadolu Lisesi, özel okul, vakıf, askeri okul, parasız yatılı sınavları...” “İyi ama pasız yatılı sınavları yoksul çocuklar için değil mi?” “Olsun varsın. Sınav tecrübesi kazanmasını, yabancılık çekmemesini istiyorum.” Çocuğa döndüm, “Annen çok iddialı, sen de iddialı mısın?” diye sordum. Çocuk hazırol durumuna geçti. Robot gibi konuşmaya başladı: “İddia Arapça bir sözcük olup daha çok hukukta, sosyal hayatta geçer. Sav, öne sürmek anlamlarına gelir. İddialıyım, iddialısın, iddialı...” Çocuğu dürttüm: “Kendine gel çocuğum. Sınavda değilsin” dedim. Annesi beni engelledi: “Dokunmayın çocuğa, dedi. Havaya girdi. Havası bozulmadan derslerinin başına geçsin. Siz de kafasını karıştıracak şeyler söylemeyi bırakın.” “İzin verin de biraz nefes alsın, teneffüs yapsın” dedim. “Olmaz, diye itiraz etti. “Gevşer sonra. Sınava konsantre olmalı bir an önce.” “Bu gidişle konserve olacak ama...” “Ne konservesiymiş bu?” “Bunalım soslu beyin konservesi.” “Konserve yemeyiz biz. Ailecek rejimdeyiz.” “Sıkıyönetim rejimi mi?” “Çocuk çok yerse şişmanlar, sınavlarda terler, sıkılır, başarılı olamaz.” “Çocuğunuz başarılı olursa e yapacaksınız?” Annenin gözleri parladı: “Göbek atacağım” diye bağırdı. Sonra mahçup bir sesle, “Kendime hakim olamadım, kusura bakmayın, dedi. Düşmanlarımı çatır çatır çatlatacağım. Adadığım adağı kestireceğim.” “Peki çocuğuna bir şey almayacak mısınız?” “Almaz olur muyum hiç? Üniversiteye hazırlık kitaplarından alıvereceğim.” “Durun bakalım, acelenin ne? Çocuk liseye gitsin önce.” “Ne diyorsunuz siz? Geç bile kaldım. Herkes çocuğunu sınavlara hazırlamaya anaokulundan başlıyor.” Anneyi yatıştırmak için lafı değiştirdim: “Sınavlara hazırlanırken ilginç bir olay oldu mu?” diye sordum. “Olmaz olur mu? Diye güldü. Çocuk test sorularını kaybetmiş. Telaşla testim nerede, testimi bulun bana diye aramaya başladı. O sırada babaannesi bizdeydi. Çocuğun testi aradığını sandı, gidip çarşıdan testi alıverip geldi.” Çocuğa döndüm: “Son sorumu sana soracağım, dedim. Sınavlar bitince ne yapmayı düşünüyorsun?” Çocuğun yüzü aydınlandı: “A- Anneme güzel bir oyuncak aldıracağım. B- Sokağa çıkıp doya doya oynayacağım. C-Bütün test kitaplarımı yakacağım.” Annesi bu sözleri duyunca çileden çıktı: “Böyle şeyleri nasıl düşünürsün? Seni haylaz seni! Çabuk dersinin başına geç bakayım, yoksa kırarım kemiklerini!” diyerek çocuğu kovaladı. “Anne katı, baba katı, çocuk olmuş yarış atı” diye söylendim. Erhan TIĞLI

28 Mayıs 2025 Çarşamba

EŞEKLİ ATIŞMA

Eski zamanların birinde üst düzey yöneticilerden biri memleketine gidecekti. Kendisini uğurlamaya gelenlere dönüşte bir hediye getirmek istediğini ve ne istediklerini söylemelerini belirtti. Densizlerden biri, "Sizin oranın eşekleri ünlüymüş" diyerek ondan eşek istedi. Yönetici kızdı ama bozuntuya vermedi, "Tamam. Getiririm" dedi. Bir süre sonra yönetici geriye döndü.Karşılama töreninde bizim densiz, "Hani bizim eşek, niye getirmediniz?" diye sordu. Yönetici elini alnına vurdu, "Unutmuşum. Seni görünce hatırladım" diye konuştu. Bizimki altta kalmadı, "Zararı yok efendim. Siz geldiniz ya, yeter!" diyerek taşı gediğine yapıştırdı.

Hamiyet TURAN-Bu Kış Hanım İstanbula Taşında (KARCİĞAR)R.G.

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Hayat Bilgisi ya da bilgin dedenin hayreti

Bir bilgin dede varmış. Gece gündüz okuduğu için bilmediği şey yokmuş. Bir gün komşunun kızı kapıyı çalmış, dededen mangalındaki közlerden verip vermeyeceğini sormuş. Dede, “Veririm ama kızım, elinde közleri koyacak kap falan yok. Nasıl götüreceksin?” diye sormuş. Kız gülümseyerek ellerini açmış, “Avucuma mangaldaki küllerden biraz koyun, üstüne de birkaç köz yerleştirin” demiş. Dede denilenleri yapmış. Kız da eli yanmadan közleri alıp gitmiş. Bilgin kendi kendine, “Şu işe bak be, demiş. O kadar okudum ama şu kızın düşündüğü şeyi düşünemedim. Demek ki her şey okumakla olmuyor. Hayat bilgisi de gerek.”

15 Mayıs 2025 Perşembe

Umut Güneşi

GÜNEŞ DOĞACAK İçimdeki yıldızları kara bulutlar çalıyor Çoktandır rengini unuttuğum karanlık Gök ekinimi biçiyor Fırtınalar uçuruyor gönlümdeki meltemi Acının ordusu cebren ve hile Mutluluğumun kalelerini zaptediyor Söküyor çiçeklerimi Dallarımı kırıyor... *** Özlem ülkesine gitmek istiyorum Otobüslerde yer bulamıyorum Uçaklar dolu trenler rötarlı... Gitsem hüznün hüküm sürmediği İnsanın insanı söndürmediği bir yere Ama yollar geçit vermiyor Dalgalar azmış Umut kaptan meyhanede sızmış Tayfalar dört bir yana dağılmış... Çaresizliğin çivisiyle çakılıyorum Cellat yalnızlığın hain ellerine... *** Biliyorum seziyorum duyuyorum Bir yerlerde sabah oluyor O sabah buralarda da olacak Yakın hem de çok yakın Başlayacak aydınlığa doludizgin bir akın Ve de yepyeni bir güneş doğacak! ERHAN TIĞLI

Bulutlara Çağrı

BULUTLARA ÇAĞRI Ya yağmur olup yağın yeşertin özlemlerimizi ya da umut çiçekleri açtırın gönlümüzde yüzü gülsün içimizdeki bahçenin bağın

9 Mayıs 2025 Cuma

Kanatsız Melekler

KANATSIZ MELEKLER Halk arasında “melek” ya da “melek gibi adam” denildiği zaman etliye sütlüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan kişi anlaşılır. Böyleleri gördükleri aksak eksik yanları, kötülükleri, çirkinlikleri görmezlikten gelirler. Herkesle iyi geçinirler, kimseyi rahatsız etmezler, eleştirmezler. Bir blog yazarı “Şimdi Melek Olma Zamanı” diye bir başlık atmış. Bu başlığı yadırgadım. Çünkü meleklere “kelek” gözüyle bakılıyor günümüzde, sırtına vurup ağzından lokmasını alıyorlar bu tür kişilerin. Şeytan olmaya gerek yok ama meleklik de iyi bir şey değil yani. Yapılan kötülüklere ses çıkarmazsak, zalimlere karşı koymazsak onlara kalır meydan. Melek gibi olan adamlardan, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen insanlardan yüz bulunca astar isterler, toplumu rahatsız ederler güzellik, iyilik düşmanları; bulundukları yöreye korku salarlar, çevremizi kirletirler, hayatımızı allak bullak ederler... “Susma, sustukça sıra sana gelecek” sözü boşuna değil. Sustukça çoğalır zulümler, sustukça artar anarşi ve terör, yalan talan. Ona buna çatan, huzursuzluk çıkaran bir tip olun demiyoruz. “Kendi kendinize söylenmeyi bırakın, sesiniz biraz gür çıksın, haksızlıklara dur demesini bilin” diyoruz. İş işten geçtikten sonra hak aramaya kalkarsanız ya hak meşgul çıkar ya da atı alan Üsküdar’ı geçer, eliniz böğrünüzde kalakalırsınız. Melek dedim de aklıma geldi. Çocuk annesine meleğin ne olduğunu sormuş. Anne de, “ Çok iyi, çok güzel olur melek, kanatları vardır, uçar” demiş. Çocuk dudak bükmüş, “Bizim hizmetçinin kanatları yok ama” diye konuşmuş. Anne şaşırmış: “Onu da nereden çıkardın? Hizmetçimizin adı melek değil ki” demiş. “Peki, öyleyse babam ona niçin meleğim diyor?” Anne bir şey diyememiş. Bir süre sonra hizmetçi ortalarda gözükmeyince çocuk merak etmiş, hizmetçinin nerede olduğunu sormuş. Anne anlamlı bir gülüşle, “Uçtu evladım” demiş. “İyi ama onun kanatları yoktu, nasıl uçtu?” “Ben uçurdum çocuğum, demiş anne. Ona öyle bir kanat taktım ki, hemen evinde aldı soluğu!” ** ** Adamın biri uçağa binmek istemiş, bir ses, “Sakın uçağa binme, düşecek” demiş. Adam bu sesi dinlemiş, uçağa binmemiş. Uçak düşmüş. Adam bir yere gitmek istemiş ama gene o ses, “Sakın oraya gitme. Olay çıkacak” demiş. Adam gitmemiş. Olay çıkmış, üç kişi ölmüş. Adam bir sokaktan geçerken ses bir daha konuşmuş, “Dur, yürüme, balkonda saksı düşecek” demiş. Adam durmuş. Balkondan saksı düşmüş, adam kurtulmuş. Adam merakla, “Sen de kimsin?” diye sormuş. Ses, “Ben senin iyilik meleğinim. Başına gelecek felaketlerden kurtulmanı sağlarım” demiş. Adam kızmış, “Mademki öyle, ben evlenirken nerelerdeydin?” diye bağırmış. **** Öbür dünyada, baş melek, dünyada yaşarken kötülük yapmamış, iyi insanlara birer anahtar veriyor, “Bu anahtar falanca cennet köşkünün anahtarı. Al bunu, aç kapıyı, gir içeri. Orası senindir artık” diyormuş. Sıra işveli cilveli, güzel bir kıza gelmiş. Melek ona değişik bir anahtar verince kız şaşırmış, “Bu hangi köşkün anahtarı? “ diye sormuş. “Bu anahtar cennet köşklerinin değil, benim evimin anahtarı yavrucuğum” demiş melek, çapkın bir gülüşle. ( Genç kızlar, her gördüğünüz iyi görünüşlü, temiz yüzlü, tatlı dilli erkeği melek sanmayın. Mutluluğun anahtarına kavuşayım derken papazı bulursunuz!) **** Gene öbür dünyada, sorgu meleği önüne getirilen kişileri sorguya çekiyor, aldığı yanıtlara göre kimini cennete, kimini de cehenneme yolluyormuş. Sıra bir adama gelmiş. Melek ona dünyada ne yaptığını, nasıl yaşadığını sormuş. “Kendi halimde yaşadım. Kimseyle kötü olmadım, işim gücümle uğraştım, ticaret yaptım, para kazandım” demiş adam. Melek sorulara başlamış: “Sevdin sevildin, âşık oldun mu?” “Hayır efendim. Böyle gönül meseleleriyle kendimi üzmedim. Boş şeyler bunlar.” “Sanat ve edebiyatla uğraştın mı, bilimle ilgilendin mi?” “Böyle karın doyurmayan şeylere dönüp bakmadım.” “Kitap okudun mu?” “İşten okumaya fırsat bulamadım ki.” “Zevk ve eğlenceyle aran nasıldı?” “Günaha girmemek için onlara da yaklaşmadım. Yani melek gibiydim sağlığımda.” Sorgu meleği kafasını sallamış ve adamlarına: “Çabuk bir kanat getirin bu adama!” diye bağırmış. Adam sevinmiş: “Melek mi oluyorum?” diye sormuş. Melek gülmüş: “Hayır, demiş. Kaz oluyorsun, kaz!” *** Ya böyle işte! Melek olayım derken kaz olmak da var işin ucunda... Onun için, melek olmayı, melek olmaya çalışmayı bırakalım da, insan olalım, insan! Şimdi melek değil insan olma zamanı. Bu şeref yeter de artar bize. Erhan Tığlı

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Put Taşıyan Eşek

PUT TAŞIYAN EŞEK La Fontaine, “Put Taşıyan Eşek” başlıklı fablinde bakın ne demiş: “Put yüklü bir eşek İnsanlar geçince önünden, eğilerek, ‘Bana bayılıyorlar’ demiş. Tütsüleri, duaları hep kendine sanmış, Dosta düşmana çalım satmış. Şöyle demişler ona: Eşek hazretleri, Kafandan sil bu aptalca düşünceleri. Sana değil bu saygılı davranışlar. Taşıdığın putun önünde eğiliyor insanlar! Bilgisiz bir mevki sahibinin de Kendisine değil giysisine selam verilir.” Bu dizeler, okurken aklıma din tüccarı politikacılar geliyor nedense… Tevfik Fikret, “İnsanoğlu putunu kendi yapar, kendi tapar” demişti. Kişileri putlaştıranları ve onlara puta tapar gibi tapanları da unutmayalım haa!

27 Nisan 2025 Pazar

Dostluk Işığı

DOSTLUK IŞIĞI Hadi dostlar el ele verelim gelin yaşamayı edelim gelin doruğuna çıkalım doğrunun iyinin güzelin *** Sımsıcak bir sevda soluğuyla türküleşsin dünya Olacak sanma mutluluk bir rüya umudumuz özlemimiz sararıp solmuyorsa Korkma, aydınlıktır sonu her tünelin.

26 Nisan 2025 Cumartesi

Aşk Zenginliği

AŞK ZENGİNLİĞİ aşkla kurtulur gönlüm yoksulluktan aşkla engindir ufkum denizim umudum özlemimdir aşk onunla koşarım mutluluğa onunla coşar çağlarım onunla yeşerir bahçelerim bağlarım

KENAN ULUSU ESERİ:ŞU SİVASIN EN GÜZELİ. (YENİ KLİBİM)

8 Nisan 2025 Salı

Öğret

Öğret bana yüreğe gül dikmeyi Sevmenin sevilmenin çiçekli bahçesine girmeyi Göster bencilliğin nasıl yenildiğini Özveri ülkesinin yolunu yordamını Silmeyi öğret bana Kötüyü çirkini eğriyi Ustam ol ey aşk Gel köprü kuralım birlikte de Evrene egemen kılalım güzellikleri…

FİNCAN

FİNCAN

31 Mart 2025 Pazartesi

İnsancıl duygular

Bugün ayın sonudur yüküm sevgi unudur kalbe mutluluk eken insancıl duygularla güzelliğin koludur

Aylin Şengün Taşçı "Küçüksu'da Gördüm Seni"

29 Mart 2025 Cumartesi

KANDIRALI Oyun Havaları Türkan Kandıralı ile Bayram Oyun Havaları

AŞKIN YAŞI

AŞKIN YAŞI Yoktur aşkın yaşı başı Belli değildir hiç Ne zaman geleceği gideceği Hem tatlı hem acıdır aşı Ben sen değil biz dersen Hep genç kalır, yaşlanmaz Özveriyle silmeli Erdemle bilemelisin ama Ancak o zaman paslanmaz Sevgililer birbirini Deli gibi sevdikçe Uslanmaz...

7 Mart 2025 Cuma

Mutluluk güneşinin doğuşu

İçimdeki yıldızları kara bulutlar çalıyor Çoktandır rengini unuttuğum karanlık Gök ekinimi biçiyor Gönlümdeki meltemi fırtınalar içiyor Acının ordusu cebren ve hile ile Mutluluğumun kalelerini zaptediyor Söküyor çiçeklerimi Dallarımı kırıyor... *** Özlem ülkesine gitmek istiyorum Otobüslerde yer bulamıyorum Uçaklar dolu trenler rötarlı... Gitsem hüznün hüküm sürmediği İnsanın insanı söndürmediği bir yere Ama yollar geçit vermiyor Dalgalar azmış Umut kaptan yakamoz meyhanesinde sızmış Tayfalar dört bir yana dağılmış... Çaresizliğin çivisiyle çakılıyorum Cellat yalnızlığın hain ellerine... *** Biliyorum seziyorum duyuyorum Bir yerlerde sabah oluyor O sabah buralarda da olacak Yakın hem de çok yakın Başlayacak aydınlığa doludizgin bir akın Ve de yepyeni bir güneş doğacak!

24 Şubat 2025 Pazartesi

SEN...

Sen benim ödülümsün Gönlümdeki gülümsün Duy bülbülün sesini Anla bendeki seni

2 Şubat 2025 Pazar

Mutluluğun Merhabası

MUTLULUĞUN MERHABASI Gelirse eğer Senden beklediğim haber Mutluluk merhaba der Dağılır içimdeki keder Gündüz güneşim olur Gece mehtabım Şiirsel güzellikler Sevgin gül diker gönlüme Bir sevinç rüzgarı eser Güllük gülistanlık olur her yer

25 Ocak 2025 Cumartesi

7 Ocak 2025 Salı

Sevdalı Dizeler

SEVDALI DİZELER AŞK YEDİVEREN GÜLÜDÜR DEĞERİNİ BİLENE GÖNLÜMÜZÜN BAYRAMI DÜĞÜNÜDÜR SEVENE SEVİLENE ** ÖYLE BİR ESER Kİ AŞKIN RÜZGARI ERİR GÖNLÜMÜN KARI ÇİÇEKLERİMİZE ÖPÜCÜK YAĞDIRIR KOVANIMIZA BAL TAŞIYAN ARI ** SEVDAMIN BAHAR GÜNEŞİ DİYOR Kİ ÇİÇEK ÇİÇEK GÜLEREK MUTLU OLMAK İSTİYORSAN GÖNLÜNÜN BAHÇESİNE SEVGİ VE DOSTLUK EK

5 Ocak 2025 Pazar

HALK DÜŞMANI

Kentin yabancısıydım. Bir iş için üç beş gün kalıp gidecektim. Gözüme bir şey çarptı; daha önceki gelişlerimde çok sevildiğini, el üstünde tutulduğunu gördüğüm bir gence bu kez halk düşmanı gibi davranıyordu herkes. Kendi kendime, “Bu genç ne kabahat işledi ki böyle birdenbire gözden düştü” diye düşündüm ve onu dikkatle izlemeye başladım. Parkta otururken bizim halk düşmanının da orada olduğunu gördüm. Birini bekliyordu herhalde. Bir süre sonra beklediği geldi. Güzel bir kızdı bu. Genç onu sevgiyle karşıladığı halde kızın yüzü asıktı. Genç, kızın elini tutmak istedi, kız itti: “Bırak artık yakamı. Seninle bir daha görüşmek istemiyorum” diye bağırdı. “Bu son buluşmamız. Gidiyorum. Sana hoşça kal bile demiyorum. Çek git!” Delikanlı şaşırdı: “Hani beni çok seviyordun, ne oldu, niye değiştin?” diye sordu. “Fazla soru sorma. Yakamdan düş.” Delikanlı kızın kolunu tutarak gidişini engellemek istedi: “Dur bir dakika. Bir açıklama yapmalısın. Gitme, beni böyle bırakma” dedi. Ortalık bir anda karıştı. Sağdan soldan gelenler, “Bırak ulan kızın yakasını!” diye bağırarak gence vurmaya başladılar. Delikanlı kendini zor kurtardı ellerinden ve arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Bu olay hakkında, “Bu genç herhalde adi bir çapkın, ırz düşmanı olmalı. Foyası meydana çıkınca halkın tepkisini çekmiş. Namusuna, ırzına düşkün bir milletizdir biz. Aynı şeyi kendimiz yapsak övünürüz de başkası yaparsa öldürecek kurşun ararız. Karda yürüyüp izini belli etmeyeceksin, yoksa yersin ayvayı” diye bir yorum yaptım. Rastlantı bu ya, oturduğum kahveye de geldi halk düşmanı genç. Çay istedi, garson duymazlıktan geldi. Genç üsteleyince kızdı, “Sana çay yok bu kahvede!” diye bağırdı. Sonra da, “Kaçırılır mı o be!” diye ekledi. “Tamam” dedim kendi kendime, “Vergi falan kaçırmış olacak bu namussuz. Ondan sevmiyorlar, nefret ediyorlar kendisinden. Halk bilinçleniyor. Böyle vergi kaçakçıları ayıplanır, toplum dışı bırakılırlarsa kimsenin yüzüne bakamazlar. Kaçacak delik ararlar. Bak o zaman nasıl düzelir memleket, nasıl kalkınırız ve de çağdaş uygarlık düzeyine erişiriz.” Halk düşmanı çarşıdan geçerken herkes sırtını döndü, yüzüne bile bakmadılar, bakanlar da kin kustular, verdiği selamı almadılar, yere tükürdüler yüzüne tükürür gibi. Herhalde buradaki kişilerin çoğunu dolandırmış olacak bizimki. Yazıklar olsun! Öğleyin bir lokantada yemek yiyordum. Halk düşmanı geldi. Geldi ama kimse ilgilenmedi onunla. Garsonun birini çağıracak oldu. Garson öfkeyle, “Sattın ulan bizi. Yok sana yemek falan. Çek git buradan!” diye öfkeyle soludu. Elinden gelse bir kaşık suda boğacaktı halk düşmanını. “Vay namussuz vay! Karaborsa mal satmış galiba bu, garsonu da kandırmış muhakkak. Bozuk malı kaliteli diye yutturdu galiba zavallıya. Garson ‘satmak’ dediğine göre böyle bir şey olmalı. Halk biliyor canım ne yapacağını. Karaborsayı önlemek için karaborsacıları asmaktan falan söz eder kimileri. Ne gerek var asmaya, kesmeye ya da hapiste beslemeye. Bak, nasıl bulmuş pratik çözüm yolunu canım halkım. Hiç konuşmayacak, yüzüne bile bakmayacaksın böylelerinin. Aforoz edeceksin. Toplum içinde toplum dışı kalacaklar. İşte o zaman kalkar karaborsa, düzelir her şey. Güllük gülistanlık olur her yer.” “Parasıyla değil mi, niye yemek vermek istemiyorsun bana, ne yaptım ben sana?” diye sordu Genç. Garson sesini çıkarmadı ama lokantadakiler hep bir ağızdan; “Ona yemek verirsen biz de bir daha buraya gelmeyiz” diye bağırıştılar. “Bu kadarı da fazla” diye söylenerek gence döndüm: “Sen de başka bir lokantaya gidiver kardeşim” dedim. “Niye gideyim canım?” diye diklendi genç. “Hem oralarda da böyle karşılamayacaklar mı bakalım! Ağız birliği etmişler hepsi de...” Acıdım herhalde. Acıdım da hiç düşünmeden ‘kardeşim’ deyiverdim. İyi ki farkına varmadılar; yoksa beni de suç ortağı, dostu falan sanırlar nemelazım. Bir tekme de sen vuracaksın böylelerine. Atalarımız ne demiş; merhametten maraz doğarmış... “Nereye gidersen git, bizi rahat bırak” dedi bir müşteri. “Seninle aynı ortamda bulunmak istemiyoruz. Defol git bir an önce. Yüzünü bile görmek istemiyoruz.” Diğer müşteriler de masaya çatallarını, bıçaklarını vurmaya, “Git, defol git! Bize görünme, bizden uzak dur da ne yaparsan yap” diye homurdanmaya başladılar. Halk düşmanı dudak bükerek: “İyi ama daha önce masalarınıza çağırıyor, yemek ısmarlıyordunuz” diye konuştu. Lokanta sahibi koşarak geldi, genci kolunda tutarak dışarıya sürükledi. “Yapılır mı bu be bize? Hangi yüzle geldin sen buraya. Çek git, yoksa fena olacak, elimden bir kaza çıkacak. Benden bulma, Allah’ından bul” diye bağırdı. “Yapılır mı bu?” diye sorduğuna göre, çok ayıp bir şey yapış bu genç. Yörenin adını kötüye çıkarmış. Artık iyice belli oldu. Yüz kızartıcı bir suç işlemiş. Kaçakçılık yaptı, mal stok etti, halkı sömürdü, genç kızları kötü yola düşürdü... Ne bileyim; her türlü namussuzluğu, yolsuzluğu yaptı. Amma da yüzsüzmüş be’ Ben olsam, kimsenin yüzüne bakamam doğrusu. *** Bir otobüs yazıhanesinin önünden geçiyordum. Halk düşmanının başka bir yere gitmek için bilet aldığını gördüm. Demek, artık burada yaşayamayacağını anlamış, istenmediği bu yerden bir an önce uzaklaşmak istiyordu. Aslında böylelerine hiçbir yerde hayat hakkı tanımamalıydı. Ama böylesi de iyiydi. Pişman olabilir, gittiği yerde namusuyla yaşar, tövbe ederek tekrar iyi, erdemli insanların arasına karışabilirdi... Nasıl ve nereden haber almışlar bilmiyorum. Gencin bindiği otobüsün önü mahşer yerine döndü. Kalabalığın arasında kucağı çocuklu anneler bile vardı. Halk düşmanına, şanına(!) layık bir uğurlama töreni yapacaklardı herhalde. Biraz sonra tahminimde yanılmadığımı anladım. Otobüs kalkarken tekeler çalınmaya, çürük yumurta ve domatesler atılmaya başlandı. Kalabalık koro halinde yuh çekiyordu. Daha fazla dayanamadım. Yuh çekenlerden bir çocuğun yanına yaklaşarak işin aslını öğrenmek istedim. Bu gence niye bu kadar kızdıklarını suçunun ne olduğunu sordum. Çocuk, “Bu da sorulur mu?” der gibi bana şöyle bir baktıktan sonra konuştu: “Nasıl kızmayalım be abi?” diye içini çekti, “Hakemin verdiği penaltıyı dışarı attı, takımımızın küme düşmesine sebep oldu.”